23 Mayıs 2019 Perşembe

Alın Size Fetva! ***

Sofraya oturup iftarı beklerken lise üçüncü sınıfta okuyan oğlum, sınıf arkadaşlarıyla aralarında geçen diyalogdan bahsetti:  Baba, arkadaşım öyle bir fetva verdi ki hoşuma gitti dedi. Neymiş fetvası dedim. Bir arkadaş, sabah ezanı okunurken yiyip içmek orucu bozar mı veya orucu olur mu dedi. Bunu şu arkadaşa soralım. Çünkü ben onun verdiği fetvalara güveniyorum dedim. Gidip sorduk. Arkadaşı, “Sabah, hayye alessalah okununcaya kadar yiyip içen biri, akşam iftarını ancak hayye alessalah derken açabilir, orucu bu şekilde olur” demiş. İşin fetvasında değilim ama cevap cuk oturmuş ve bu cevap iftar soframıza renk kattı. Bizi gülümsetti. Bir zeka ürünü olan böyle hazırcevaplara hayranım ve şapka çıkartırım.

15-16 yaşındaki öğrencimiz fetva vermeye erken başlamış. Bakarsınız ileride iyi bir fetvacı olur. Çocuğun şakasına söylediği bu fetvaya kızmış değilim. Ancak her ramazan ayında pişirilip pişirilip önümüze konan bayat oruç soruları çoğumuzu bu şekil fetva vermeye itiyor. Maalesef bizi bu hale getiren de iftar ve sahur programları yapan veya bu programlara çıkan bir kısım hocalarımızdır. Yaptıkları programlarda böyle sorular almaya devam ettikleri müddetçe de halk arasında hatta lise ve ortaokul talebeleri arasında orucu bozan şeylerle ilgili sorular sorulmaya devam edecek. Soru sorulmasın mı? Sorulsun elbet. Ama sorular bizi özden uzaklaştırmaması lazım. İbadetlerde şekil önemli olmaya önemli. Çünkü şekil, özü korumaya mebnidir. Fakat şekli koruyacağız derken esası unutmamak gerek. Orucu bozan şeyleri konuşmaktan oruç tutmaya ve orucun manasına uygun yaşamaya pek vaktimiz kalmıyor. 

Hiç unutmam, Hayrettin Karaman’ı geçmişte sanırım TRT, bir iftar programına misafir etmişti. Sunucu, malum olduğu üzere orucu neler bozar sorusunu sordu. Hoca kısaca “Yeme, içme ve cinsel ilişki bozar” dedi. "Başka" dedi sunucu. Hayrettin Hoca, “Hepsi bu. Başka da yok" dedi. Garibim sunucu, tüm programını orucu bozan şeylere ayırmıştı. Sağdan soldan deşeleyerek orucu bozan şeylerle ilgili hocadan bilgi almak istedi ama Hoca, buna meydan vermedi, kestirip attı. Gerçekten tanımında da belirtildiği gibi “İmsak vaktinden iftar vaktine kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak” olarak tarif edilir oruç. Bunun ötesinde orucu bozan şeylerle ilgili konuşulanlar program doldurmaya, muhabbet etmeye yarıyor. Başka da bir faydası olduğunu düşünmüyorum. Hızını alamayan öyle absürt sorular soruyor ki evlere şenlik. Biz orucu bozan şeylerle ilgili sorulan bu tür sorulara cevap vermeye devam ettikçe hem insanımızı malayani şeylerle meşgul etmeye devam ederiz hem de kolaylık dini İslam'ın yaşanmasını zorlaştırırız. Maalesef bu sorular sorula sorula orucu, şeklen korumaya çalışmaktan öte bir şey yapamıyoruz. Amaç program yapıp saat doldurmak, reyting almak ve gündem oluşturmak ise bu pekala yapılmakta. Başka konu bulamıyor ve dikkat çekemiyorsak ya programa çıkmayalım ya da TV ekranında susma orucu tutalım. Biz nasıl iftar öncesi sessizliğe bürünüyorsak bu tür hocalarımız da ekran karşısında susabilirler. Öyle ya oruç sadece yemeden, içmeden ve şehevi arzulardan uzak kalmaktan ibaret değil. Bunlara susmayı da ekleyelim. Bunu yapmazsak içimizi temizlemeyi hedefleyen bu ibadeti magazin boyutuna indirgemiş oluruz.

Bence hocalarımız geyik muhabbetinden öte bir faydası olmayan orucu bozan şeylerle uğraşmak yerine oruç tutmayanların niçin oruç tutmadıkları üzerine eğilseler çok daha iyi bir iş yapmış olurlar. Çünkü her geçen yıl oruç tutanların oranı azalmaktadır. Belki de oruç tutmayanların oranı tutanlara oranla daha fazla. Aleni oruç yiyenlerden bahsetmiyorum. Onlar zaten malum. Oruç tutanların yanında bir de oruç tutar görünen kesim var. Az bir yekûn oluşturmuyorlar bugün. 

Burada niyetim oruç tutmayanları yermek ve ayıplamak değil. İsteyen orucunu tutar, isteyen de tutmaz. Hele orucun önemine inanmayıp bu ibadeti yerine getirmeyenlere hiç sözüm olmaz. Benim derdim oruç ibadetinin önemini bildiği halde eften püften sebeplerle oruç tutamayan ama oruçlu görünen kişilerdir. TV ekranlarında ramazan boyunca arzı endam ederek imsak ve iftar programı yapan hocalarımız kıymetli vakitlerini oruç tutmayan veya tutamayan kişiler üzerine yoğunlaştırsalar daha iyi bir iş çıkarmış olurlar.

Yanlış mı düşünüyorum? Oruç tutmayanların arttığı günümüzde orucu bozan şeyleri gündeme almak mı daha evveliyat arz ediyor yoksa oruç yiyenler mi? Bence ikincisi.


***25/05/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

20 Mayıs 2019 Pazartesi

İstanbul Seçimleri Üzerine


1. Gerekçeli karar seçimden sonra açıklansın. Böylece ortaya daha güzel bir gerekçe ortaya çıkar. Hatta mümkünse gerekçe hiç açıklanmasın. Biz seçimi gerekçesiz de yaparız.
2. Seçim yapılmasın. Mevcut atanmış vali İstanbul'u yönetmeye devam etsin.
3. Atanmış olmaz denirse İstanbul Anadolu ve Avrupa yakası olarak ikiye bölünsün. Anadolu Yakasını Binali Yıldırım, Avrupa Yakasını Ekrem İmamoğlu yönetsin. İki yaka arasında sınır boylarında yönetimde sıkıntı ortaya çıkarsa 120 bin oy alan Saadet Partisinin adayı bu bölgede tampon görevi yürütsün. Böylece en fazla oy alan üç parti İstanbul'u beş yıl boyunca yönetmiş olur.
4. Yok bu işler seçimsiz olmaz, mutlaka seçim yapılacak. Herkes boyunun ölçüsünü alacak denirse İstanbul'da sandık kurulmasın. Bunun yerine İstanbul seçmeni oyunu noter huzurunda versin. Süre bitiminde noterin açıkladığı oy toplamına göre hangi aday kazanmışsa o adaya İstanbul teslim edilsin. 
5. Yok bu işler sandıksız olmaz denirse sandık sayımından sonra seçmenin evleri sandık kurulları marifetiyle tek tek ziyaret edilerek hangi adaya oy verdiği sorulup not edilsin.
6. Seçmenin evini tek tek gezmek zor olur, bu işler beklemeye gelmez denirse oy verme yerine kamera yerleştirilsin. Kamera seçmenin yüzünü çekmeden nereye oy verdiğini çekip kaydetsin. 
7. Bu işler uzun zaman alır denirse aceleniz ne? Daha önümüzde beş yıl var. İstanbul kaçacak değil ya.
8. Seçim önemli değil de sandık kurullarına güvenmiyorum denirse yurt dışından sandık kurulu oluşturulsun. 

İşte bunlar ve daha niceleri benim tartışma götürmez doğrularımdır. Denemesi bedava. Elinizden alan mı var?

19 Mayıs 2019 Pazar

Veresiye Defterlerini Satın Alanlara Ne Mutlu! ***

14 Mayıs 2019 tarihinde “Diş Kirası ve Borç Silme Geleneklerimiz Varmış Bir Zamanlar” başlıklı yazımda Osmanlı’da ramazan aylarında icra edilen iki güzel geleneğimize işaret etmiştim. Bunlardan biri, “Diş kirası” geleneği idi: İftar sofrasına katılan davetliler evlerine giderlerken ev sahipleri "Allah'ın lütfüyle soframıza konuk oldunuz, bizi bahtiyar ettiniz, sizi buraya kadar yorduk, yemeğimizi yerken dişlerinizi yordunuz, bu da bizden dişinizin kirası olsun, lütfen şu hediyeyi bizden kabul buyurunuz" anlamında misafirlerine çeşitli hediyeler verirlermiş. Diğeri de “Zimem defteri” yani “Borç silme geleneği: “Ramazan ayı gelince zenginler rastgele mahallelere dağılır; gördükleri bakkal veya manava girer, dükkân sahibinden veresiye defterini isterlermiş. Zengin, borç defterinin rastgele bir sayfasını açar, dükkân sahibine borcun toplamını hesaplattırır, borcu ödedikten sonra çeker gidermiş. İşte bu uygulamaya "borç silme" geleneği deniyor. Gördüğünüz gibi sağ elin verdiğini sol el görmeyecek misali, ne zengin borçluyu tanıyor ne de borçlu, borcunun kim tarafından ödendiğini biliyor. Zerre kadar riya yok, gösteriş yok bu uygulamada. Fakirin onurunun zedelenme durumu yok. Herhalde bu borç silme geleneğinin dünyada benzer örneği yoktur.” demiştim.

Bugün o değilden haberleri dinlerken kulağıma bir haber çaldı. Göğsümüzü kabartan şahane bir haberdi: Kırklareli Lüleburgaz’da bakkala olan 700 liralık borcunu ödemeye gelen bir işçi, borcunun olmadığını duyunca “Nasıl olur” diye önce şaşırır, ardından olayın iç yüzünü öğrenince gözyaşlarını tutamaz.  Çünkü kendisinin borcuyla birlikte 20 hanenin borcunun kayıtlı olduğu veresiye defteri 6 bin lira karşılığında biri tarafından satın alınmıştır. Haliyle orta yerde borç da kalmamış olur.

Bu haberin başka benzeri var mı diye sanal aleme bir göz attım. 2018 yılının Ramazanında Şırnak ili Silopi ilçesinde meydana gelmiş: MÜSİAD üyesi bir grup hayırsever, iki mahalleye giderek iki bakkal ve bir fırına borç yapan 200 kişinin 15 bin lira civarındaki borcunu kapatmış.

Göğsümüzü kabartan ve helal olsun dedirten bu iki örnek Osmanlı’da uygulanmakta olan borç silme geleneğinin devam ettiğini gösterdi bize. Birbirinin aynısı olan bu iki örneğin belki de tek farkı ilkinde hayırsever belli değil yani faili meçhul. ikincisinde ise bir dernek bünyesinde mesleğini icra eden bir grup iş adamı. Her iki örnekte de yapılan iyilik denize atılmış, “Balık bilmez ise Halık bilir” denmiştir. Burada takdiri hak eden bir üçüncü grup daha vardır ki borç yazma geleneğinin son demlerini yaşadığımız bu günlerde dar gelirlinin alışverişini deftere yazan esnaf. Borç yazan bakkal bir takdiri daha hak etti. Çünkü ödenen borçtan sonra müşterilerinden tekrar borçlarını alma yoluna gitmemiş. Yani kötüye kullanmamış. Allah borç yazandan, borcunu ödeyerek kötüye kullanmayandan ve borçlu insanların borcunu kapatan insanımızdan razı olsun, ne muratları varsa versin, tuttuklarını altın etsin. Özellikle borç silme geleneğini devam ettirmeye çalışan insanımızın sayısını çoğaltsın. Çünkü bunlar ne güzel ve bereketli bir ticaret yapmışlardır. İnşallah damlaya damlaya göl olur.

***21/05/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.