3 Mayıs 2019 Cuma

Ramazan Kendimize Çekidüzen Vermemizin Miladı Olsun *

Müslümanlar on bir ayın sultanı ramazan ayını ihyaya hazırlanıyor. Pazar akşamı kalkılacak sahurla beraber oruca başlanacak. 29 gün boyunca imsaktan iftara kadar yemeye ve içmeye ara vereceğiz. Başta oruç olmak üzere namaz kılmaya, Kur'an'ı Kerim okumaya ve dinlemeye, hayır ve hasenat yapmak gibi ibadetlere ağırlık vereceğiz.

Konya için oruca başlama vakti ilk gün 04.09'da başlıyor, 19.51'e kadar sürüyor. Son gün 03.38'de başlayan imsak, 20.13'de sona eriyor. Bu demektir ki ilk gün 15 saat 40 dakika oruç tutarken ramazanın son günü 16 saat 35 dakika oruç tutacağız. 

Kolay mı oruç tutmak? Zor olmaya zor ama imkansız değil. Yeter ki kendimizi oruç tutmaya hazırlayalım. İrademizi ortaya koyup oruç tutmaya başlayınca değil 16 saat, 20 saat bile tutarız. Çünkü bu işler irade ve inanç meselesi. Konu inanç olunca imsak ve iftarın arasındaki makasın açıklığı azim sahibi için teferruat olur, vız gelir.  Allah mutlaka bir kolaylık veriyor. İnşallah birkaç yıldır tuttuğumuz oruçlu günlerde olduğu gibi bu oruç ayında da havalar serin gider. Temennimiz bu yönde. 

Oruç tutan ve tutmayı kafaya koyanlar için uzun günlerde oruç tutmak ve havanın sıcaklığı bir şey ifade etmiyor. Çünkü bu tipler her halükarda "iman ettik ve itaat ettik" ayetine boyun eğmiş kişiler. Oruç tutmayı düşünmeyenlere de diyecek bir şey yok. Çünkü oruçta gözü yoktur bu tiplerin. İstersen çocuk orucu tutmakla yükümlü olsun bunlar. Yine de oruç tutmazlar. Burada mevzubahis etmemiz gereken üçüncü bir grup daha var. Bunlar orucun önemini biliyor, oruç tutması gerektiğinin farkında. Fakat işini gerekçe göstererek acaba dayanabilir miyim, işimi aksatır mıyım? Acaba sonra mı tutsam ikilemi yaşayan kesimdir. Hele bir de sigara içiyorsa "içmezsem sinirlenirim" bahanesinin arkasına sığınırlar. Eğer böyle bir düşünceye sahip olan var ve tutayım mı, tutmayayım mı ikilemi yaşıyorsa oruç tutmamasını hiç tavsiye etmem. Demir tavında dövülür. Sonraya bırakılan oruç dona kalır, tutulmaz. Sonra tutulsa bile hiçbir oruç, gününde tutulan orucun yerini tutmaz. Ayrıca en güzel ve kolay oruç herkesle birlikte tutulan oruçtur. Yine de kendileri bilirler ama bu tipler şeytana malzeme verirlerse şeytan, kolay kolay peşlerini bırakmaz. Etrafında döner durur. Alttan girer, üstten çıkar ve  “Nasıl tutacaksın? Sen oruç tutmayı kolay mı sanırsın? Sen iyisi sonra tut” der durur.

Biz tutana niçin oruç tutuyorsun demiyorsak oruç tutmayana da niçin tutmuyorsun deme durumumuz yok. Tutan da kendisine tutar, tutmayan da. Burada değinmek istediğim husus ramazan boyunca yapacağımız ibadetlerin huyumuzu güzelleştirmesidir. Huyumuz da sorun yok diyorsak buna eyvallah derim. Şayet yaşantımızda sorun var, inancımıza ters ahlaki davranışlar sergiliyorsak ramazanı bir fırsat bilmemizde ve kendimize çekidüzen vermemizde fayda var. Her ne kadar ramazan bir ibadet ayı ise de ibadetlerden maksat yaşantımıza bir yön vermesidir. Çünkü Allah’ın başta oruç tutmak olmak üzere okuduğumuz Kur’an’a ve kıldığımız namaza ihtiyacı yok. Bu yaptıklarımızın kendimize bir faydasının olması murat edilmektedir. Oruç, bize sabrı öğretmek suretiyle nefsimize hakim olmayı, kötü söz söylememeyi, aç ve susuzun halini anlamamıza katkı sunmaktadır. Namaz ise bizi hayasızlık ve kötülüklerden alıkoyması lazım. Okuduğumuz Kur’an ise anladığımızı yaşantımıza uygulamamız içindir.

Bir ay boyunca yapacağımız ibadetleri amacına hizmet edecek şekilde yerine getirir, üzerine bir on bir gün daha eklersek 40 gün boyunca elde ettiğimiz güzel huylar hayatımız boyunca bizde süreklilik arz edebilir. Çünkü bir davranışı 21 gün boyunca yapmak o davranışın alışkanlık haline gelmesi için yeterli olduğu söylenmektedir. Bu davranışı kırk gün boyunca devam ettirirsek o davranış ruhumuza işler ve bir daha kolay kolay bırakılmazmış. Ramazan sadece vücudumuza değil, ruhumuza da işlesin inşallah! Feyzinden yararlanmak suretiyle ramazanın hepimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

*06.05.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Mayıs 2019 Perşembe

Kapıları Açan veya Aralayan Bir Üslup ***


Bir insan deruhte ettiği işinde çok yetenekli olmayabilir, başarılı da olmayabilir, zaman zaman hatalı ve yanlış işlere imza atabilir. Bilerek veya bilmeyerek birilerini üzebilir. Kişi kendisini yenileyerek ve geliştirerek bunların hepsinin üstesinden gelebilir. Telafisi olmayan ve kolay kolay unutulmayan bir yön vardır ki bu, üsluptur. 

Üslup iki çeşittir: Sert, katı, kaba olanı, diğeri de yumuşak, nazik ve kibar olanıdır. Aslında sert, katı ve kaba üslup tasvip edilen ve tavsiye edilen bir davranış değildir. Kişileri etrafından uzaklaştırır. Çünkü bu üslubun sınırı yoktur. İnsanları kırar, üzer, incitir, yerin dibine geçirir. İletişimi bitirir, anlaşma ve bir araya gelme yollarını kapatır. Nazik, kibar ve yumuşak üslup ise gönülleri fetheder. Düşmanınla bile iletişimi kesmemiş olursun. Bu üslup nezaket kurallarının olmazsa olmazıdır. Bu, nebevi tebliğin belki de en başta gelenidir. Peygamberlerde olması gereken bir özelliktir. Kur'an'ı Kerim'de "kavli leyyin" yani yumuşak söz şeklinde ifade edilir. Bir başka ayette "Rabbinin yoluna güzel hikmetle çağır, onlarla en güzel şekilde mücadele et" buyrulur. Yine Kur'an'ı Kerim'de bize her yönüyle örnek sunulan Hz Muhammed'e Allah, "Allah'tan gelen bir rahmetle sen onlara yumuşak davrandın. Şayet sert, katı ve kaba davranmış olsaydın etrafından dağılıp giderlerdi. Onları affet, onlar için bağışlanma dile ve işlerinde onlarla istişare et" buyurur. 

Yumuşak üslup sadece formda ve keyfimiz yerinde olduğu zaman başvurulacak bir yöntem olmadığı gibi sadece değer verdiğimiz, hoşlandığımız kişilere karşı kullanmamız gereken bir metot değildir. Firavun gibi zalim, halkına zulüm eden ve Allahlık iddiasında bulunan birine sinirli yönü baskın olan Hz Musa'yı gönderirken Allah, Musa ve kardeşi Harun'a hitaben "Ona karşı yumuşak bir söz söyleyin; belki öğüt alır yahut korkar" şeklinde tembihte bulunur. Nedense biz bugün Firavun gibi azılı düşmana karşı Allah'ın layık gördüğü üslubu aynı kıbleye baş koyduğumuz din kardeşlerimizden esirgiyoruz. Öyle kırıcı bir üslup kullanıyoruz ki dostu üzen, düşmanı sevindiren bir üslup. Diyelim ki söz ağızdan bir kere çıkar, geriye döndürme imkanımız yok. Televizyonların canlı yayında verdiği, milyonların izlediği konuşma üslubumuzu haberlerde yeniden verilirken veya banttan izlemek suretiyle "Bu bana yakışmadı" diye  niçin kendimizi sorgulamıyoruz?

Kimse unutmasın ki yumuşak üslup sadece peygamberlere has ve din adamlarının kullanmak zorunda olduğu bir üslup değildir. İnsanların içinde yaşayan, bir amme hizmeti yürüten özellikle siyaset yapan herkesi bağlar. Söz var, iş bitirir; söz var, baş yitirir. Biz iş bitiren söze sarılalım. Öyle söz söyleyelim ki sözümüzün tatlılığından yılanı deliğinden çıkaralım. Gönüllerde taht kuralım. Öyle bir üslup kullanalım ki kapıları kapatan değil, kapıları aralayan veya açan bir üslup olsun. Aksi insanları bizden uzaklaştırır. Bu da öyle zannediyorum istenen bir durum değildir.

***04/05/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.


1 Mayıs 2019 Çarşamba

Hz Adem'in Yolundan Gidenlere Selam Olsun! *

Ortak noktaları çok, aynı zihniyete sahip insanlar, aralarına bir kırgınlık girdi mi kolay kolay bir araya gelemiyorlar. Aralarında kan davası mı var yoksa bir namus meselesi mi var? Bunlar da olmadığına göre sorunu çözmek için bir araya gelmemelerinin sebebi ne olabilir?

Bu tip insanların iç hallerini bilme imkanımız yok ama zannı galip ile aklıma geleni yazacağım burada. Bunları bir araya getirmeyen kibir olsa gerek. Başka da aklıma bir şey gelmiyor. Kibir öyle bir şey ki kişileri bir araya getirmez. Allah Teala ilk insan Adem'e yer verirken beraberinde İblis'i de konu edinir. Gerçeği bilmesine rağmen İblis'i Adem'e yaklaştırmayan İblis'teki kibirdir. Bu ahlaki zaafı basite almayalım. İnsanın gözünü perdeler, feraset ve basiretini bağlar. Kişinin kendisiyle yüzleşmesinin önüne geçer. Vicdanının sesine kulak verdirmez. Vicdanını rahatlatmak için önüne bol bol mazeret, gerekçe, bahane koyar. Aslında bu vicdanı rahatlatmak değil, egoyu tatmin etmektir: "Sen haklısın, o haksızdır. Asla taviz verme. O, senin karşına tıpış tıpış gelecek. Çünkü o şu yanlışı yaptı. Sen doğru yoldasın" dedirtir.

Kibir insanın başına büyük gaileler açan öyle bir beladır ki insana kendisinde kibir olduğunu bile belli ettirmez. Çok sinsidir. Bazı insanların kibri yüzünden, yürüyüşünden, hal ve hareketinden belli olurken bazılarında kibir gizlidir. Tevazuunun içinde saklıdır. Kişi kibirli olduğunu, kibrin kendisini esir aldığını bile bilemez. Kendisini tevazu sahibi sanır. İnsanı yiyip bitiren, etrafıyla arasını açan, kişiye "benim ben" dedirten, kişiye kendisi olmasını engelleyen kibrin tehlikesine Allah, sadece Adem-İblis olayında değinmez. Diğer ayetlerde de büyüklenmeyin, kibirlenmeyin der durur. Yine de insanoğlu bu ayetlerden kendisine bir pay çıkarmaz. Yeter ki insanın içinde kökleşmiş olsun. Bazen sinirlenince bazen gerilince bazen duygusallaşınca, bazen onuruna dokununca ortaya çıkar. Böylesi durumlarda insan kibre kapıldığının farkına bile varamaz. Özellikle kendisini haklı gördüğü anlarda bu kibir kendisini bir türlü bırakmaz.

Hasılı insan kırdığı, kırıldığı dostlarına adım atmak, onlara zeytin dalı uzatmak istiyorsa ilk önce kibrini tetikleyen nefsini ayaklar altına alması gerekiyor. Bunu yapamadığı takdirde kendisiyle yüzleşemez, dostlarından özür dileyemez, gönül alamaz. Burnunun dikine gitmeye devam eder. Halbuki savunduğunda haklı olsa bile "Aslında ben hatalıydım" deyip adım atması kişiyi adam yapar. Adem de böyle yaparak kendisiyle yüzleşti, ipten döndü, adam oldu. Kendisiyle yüzleşemeyen, burnundan kıl aldırmayan bilerek veya bilmeyerek İblis'in yolunu takip eder.

Allah hatasıyla yüzleşen, yüzleşirken suçu başkasına atmayan ve derinden bir özür dileyen, özür dilerken nefsini ve kibrini ayaklar altına alan, bunun karşılığında affedilip peygamber olan Adem'in yolundan gidenlere selam olsun!

*24/05/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.