17 Nisan 2019 Çarşamba

Konya İyi Bir Sınav Vermedi ***

Sosyal medyada bir arkadaşın paylaşımından Prof. Dr. Mehmet Okuyan’ın 14/04/2019 günü Konya’da “Kur’an ve Hayat” konulu bir konferans vereceğini okudum. Nasip olup konferansa gidemedim. Gidemedim ama sonradan duydum ki konferansın veya Mehmet Okuyan’ın veya onu dinlemeye gidenlerin başına gelmeyen kalmamış. Çünkü konferansın yapılmaması için ne yapılması gerekiyorsa o yapılmış.

Konferansı, adını ilk defa duyduğum Ahde Vefa Turan Birliği organize etmiş. Konferans yeri olarak önce Konya Ticaret Odasının konferans salonu ayarlanmış. KTO, tadilat yapılacağını gerekçe göstererek salonu vermekten kaçınmış. Bunun üzerine konferansın Konya Esnaf ve Sanatkarlar Odası Birliği salonunda yapılacağı duyurulmuş. Her ne hikmetse daha önce oluru verilen bu salon da KONESOB tarafından yine bir gerekçe ileri sürülerek iptal edilmiş. Ardından Okuyan ve onu dinlemek isteyenler soluğu Konya Selçuk Oteli konferans salonunda almışlar. Dinleyicilerin çoğunun ayakta dinlediği konferans adı geçen otelde nihayet yapılmış, yani maksat hasıl olmuş.

Salonu veren kurumlar sonradan ne hikmetse verdikleri salonu vermekten imtina etmişler. Edindiğim intibaa göre Mehmet Okuyan’ın konferans vermemesi için bir grup sosyal medya üzerinden bir baskı uygulamış. Anlaşılan bu baskılara boyun eğilmiş olmalı ki “tamam” denilen salonlar bir bir iptal edilmiş.  

Kimdir Mehmet Okuyan? Vebalı biri midir? Sapık düşüncelere mi sahip? Hırlı mı, hırsız mı? Sahasında yeterli olmayan, konferans vermeye ehil olmayan bir din bezirganı mı? İnsanlara zehir mi saçıyor? Soruları çoğaltabiliriz. Bu sorulara bakış açınıza göre evet de diyebilirsiniz, hayır da. Hakkında hangi kanaate sahip olursanız olun, saygı duyarım. Saygı duymadığım tek nokta bir insanın düşünce ve kanaatlerini ifade etme hürriyetine engel olunmak istenmesi.

Hafta sonu konuşması engellenmek istenen kişi, halen OMÜ İlahiyat Fakültesinde Tefsir Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olarak görev yapan resmi bir akademisyen. Kendisini Kur’an’a adamış, onunla hemhal olan, sahasında onlarca kitaba imza atmış, zaman zaman televizyonlara çıkan, fırsat buldukça değişik şehirlerimizde Kur’an üzerine konferans veren biri. Görüşlerine katılır veya katılmazsınız, sapıkça da bulabilirsiniz. Konuşturmamak neyin nesi? Bunu bize Kur’an mı emrediyor, Peygamberimiz “Vurun, konuşturmayın” mı diyor? Farz edin ki Okuyan tehlikeli biri, zehir saçıyor, konuşturulmaması lazım. Salon vermemek suretiyle Sayın Okuyan’ın düşünceleri kendine mi kalıyor? Adam akşam-sabah televizyonlarda konuşuyor. Fakültesinde her yıl yüzlerce öğrencinin dersine girerek onlara başta tefsir olmak üzere düşüncelerini anlatıyor. Hiçbir seçeneği olmasa bile oturduğu yerden konuşmasını videoya çekip tüm dünyaya servis edebiliyor. Durum bu iken elimizdeki yetkileri kullanarak salon vermemek de neyin nesi? Ne olur, kafamızı kumdan çıkaralım artık…

Burada niyetim Okuyan’ı savunmak veya yermek değil. Zaten onun savunulmaya veya yerilmeye ihtiyacı yok. İstiyorum ki düşünce ve kanaatlere sekte vurulmasın. Hoşgörünün en güzel örnekliğini verelim. Sanırım Okuyan üzerinden yapılan tartışma, Sayın Okuyan’ın belli bir el tarafından hadis düşmanı ve hadis inkarcısı olarak gösterilmesidir. Bildiğim kadarıyla Okuyan hadis inkarcısı falan değil. Hadislere bakış açısı itikatta mezhep imamımız Maturidi’den ve amelde mezhep imamımız İmamı Azam Ebu Hanife’den farklı değil. Hadislerle amel etmek için hadisleri Kur’an kıstasıyla değerlendiren biri hatta hadisler konusunda toptancı yaklaşıma karşı olduğunu “Ne süpürüp alalım ne de süpürüp atalım” diyen birisi. Yani hadis inkarcısı falan değil. Hadislere bakış açısı bu iken adamı hadis inkarcısı olarak lanse etmek zinhar iftiradır. Müslüman’a yakışmaz. Sayın Okuyan’ın bu bakış açısını beğenmeme hakkında sahip herkes. Hatta gidip kapısını çalıp “Niye böyle düşünüyorsun? Senin bu bakış açın Kur’an ve sünnetin şu delillerine aykırıdır” demek varken konuşmasını engellemenin izahını anlamakta zorlanıyorum. Farklı fikirden korkmamak gerektiğini, her fikrin düşüncesini şiddet ve baskıya başvurmadan ifade etmesi gerektiğini biz ne zaman öğreneceğiz? Şunu unutmayalım ki farklı fikirlere kapalı olmak ön yargının, örümcek kafalı olmanın bir sonucudur. Allah en azılı düşman Firavun’un görüşlerine bile Kur’an’da yer verirken bize ne oluyor ki kendi insanımıza mobbing uyguluyoruz?

Hasılı içinde yaşadığım şehir Konya, Mehmet Okuyan üzerinden maalesef iyi bir sınav vermemiştir. Vesselam!

***18.04.2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır. 

16 Nisan 2019 Salı

Ekonominin Seçimlere Etkisi ***

İktidar olmak aynı zamanda yıpranmayı gerektirir. Hele bir de iktidar uzun sürerse yıpranma kaçınılmazdır. İktidarları yıpratan nedenler farklı olsa da belki de en belirleyici olanı ekonomidir. Bugüne kadar böyle olmuştur, bundan sonra da öyle olacak görünüyor.

2009 seçimlerinde iktidarın belediye seçimlerinde oy kaybı yaşamasının nedenleri arasında bizi teğet geçtiği söylenen 2008 ekonomik krizini de saymak gerekiyor.

Dövizin dalgalandığı, yukarı doğru bir seyir izlediği bir ortamda 24 Haziran seçimlerini yaptık. Etkisini vatandaşın çok hissetmediği bir dönemdi bu dönem. Bu yüzden bu seçimde ekonominin etkisinin çok olduğu söylenemez.

2019 Mart seçimlerine gelindiğinde,
*Her türlü ürünün fiyatlarında anormal artışlar dikkat çekti.
*Paramız döviz karşısında eridi, hala erimeye devam ediyor.
*Adı konmamış krizin etkisiyle niceleri işini kaybetti.
*Birçok işletme personelin maaşını zamanında veremez oldu.
*Enflasyon bir ara yüzde 25'leri geçti. Halihazırda yüzde yirmilerin altına inse de enflasyon hala çift haneli rakamlarda dolaşıyor.
*Sebze fiyatlarındaki artışın önüne geçmek amacıyla belediyeler, seçimden önce halka e tanzim adıyla uygun fiyata satış yaptı.

31 Mart seçimlerini vatandaşın hayat pahalılığı çektiği bir dönemde yaptık. Bu da etkisini gösterdi. İktidar bazı büyükşehirleri kaybetti. Vatandaşın hayat pahalılığının cezasını bu seçimde sınırlı miktarda iktidara kestiğini düşünüyorum.

Yinelenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçim sonuçlarında da diğer nedenlerin yanında yine ekonominin en önemli faktör olduğu aşikardır.

2001 ekonomik krizinde vatandaş tüm cezayı hükümete keserek hükümet ortaklarının hepsini baraj altında bıraktı. Etkisini her geçen gün derinden derine hissettiren şimdiki ekonomik krizden dolayı vatandaş hükümetten kredisini tamamen çekmedi. Çünkü bozuk olan bu ekonomiyi yine bu hükümet düzeltir kanaatine sahip vatandaş.

2023'e kadar şayet erken genel bir seçim olmazsa bu durum hükümetin lehinedir. Vatandaş bu sürede hükümetin ekonomiyi düzeltip düzeltemeyeceğini izleyecek. Hükümet gerekli rahatlamayı sağlayamazsa vatandaş yeni bir seçimde iktidar mührünü de alıp bir başkasına yönelecek. Öngörüm bu şekilde. Bunu söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Çünkü bugüne kadar yaşanılan tecrübe, yarın hakkında bize bir fikir veriyor. 

Burada yapılacak olan, hükümet eğer iktidarda kalmak ve kaybettiği belediyeleri bir sonraki seçimde geri almak ve yenilerini kaybetmek istemiyorsa vatandaşın 31 Mart seçimlerinde verdiği mesajı yani uyarıyı dikkate alması ve gereğini yapması gerekiyor. Şu anda hiç vakit kaybetmeden suni tartışmaları bir tarafa bırakarak mutfaktaki yangını önce kontrol altına alması ve ardından bu yangını söndürmesidir. Bu mesele bazılarının "Soğan ve patatese seçim satıldı, onca yapılan hizmete nankörlük yapıldı" dedikleri gibi basit değil. Yangın büyük...

***27/06/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Açık Lise Sınavında Bir Kız Öğrenci


İnsanların giyim kuşamına karışmam. Çünkü bu ülke kılık-kıyafetten çok çekti. Çoğu bedel ödedi. Ülke bu uğurda yıllarını kaybetti. Artık kıyafete karışma zamanı değil. Zaten birine şöyle giyin desen üzerine bir araba laf işitirsin. En hafifinden "Sana ne lan! Anam mısın, babam mısın" der. O yüzden isteyen istediği şekilde giyinsin. Kimsenin diyeceği olmaz ama bu konuda hiç sözümüz olmaz anlamına gelmez. 

Her konuda olduğu gibi giyim ve kuşamda da normali yakalayamadık. Maalesef ifrat ve tefritteyiz. Bir kesim açılıp saçılıyor, diğer bir kesim kapandıkça kapanıyor. Bir türlü normali yakalayıp normal olamadık gitti. Birileri normal olmamak için direnirken bize düşen bu anormallere saygı duymak. Ama nereye kadar?

Açık lise sınavında bir başkan, bir de gözetmen açıktan okuyan öğrencileri sınav salonuna alırken salona giren öğrencilerin kimlik kontrollerini yaparlar. Kontrol ederken aday bu salonun öğrencisi mi diye önce sınava giriş belgesine bakarlar. Eğer salonun öğrencisi ise adayı sırasına oturturlar. Ardından adayın teşhis edilmesi için nüfus cüzdanına ve beraberinde yüzüne bakarlar. Çünkü adayın teşhis edilmesi gerekiyor. Salona alma iş ve işlemleri bu şekilde yürütülürken salona çarşaflı biri gelir. Kızımız yerine oturtulur. Gözetmen kızın kimliğini eline alır, yüzüne bakar. Kızın sadece gözleri görünür. Bu durumda gözetmen ne yapsın? Başkan ve gözetmen sadece gözünden hareketle adayı teşhis edebilirse ne âlâ! Kızım yüzünü aç dese kızın tepki gösterme durumu var. Hatta sınavda psikolojimi bozdu diye şikayet bile edebilir.

Hasılı sadece gözleri görünen öğrencimiz teşhisi yapılmadan bir güzel sınavını olur. Sınava giren kendisi mi ya da kızımız bir başkasının yerine mi girdi bilinmez. Aday belki de erkekti. Nereden bileceksiniz? Çünkü çarşaf gözü dışında her yerini kapatmış. Maharetin varsa gözünden teşhis edeceksin.

Yukarıda bahsettiğim gibi isteyen istediği şekilde giyinsin ama sınavlarda yüz açık olmalı. Görevlilere sınava gireni teşhis etme imkanı vermeli. Özel hayatında isterse gözlerini de kapatsın. Buna hiç diyeceğim olmaz.

Merak ettiğim bu şekil giyim kuşamın dinde yeri nedir? "Başörtünü omuzlarının üzerine sarkıt" buyuran Allah, gözlerin hariç yüzünü de kapat diyemez miydi?

Normalleşelim artık. Ne anadan üryan açılıp saçılalım ne de her yerimizi kapatalım.