16 Mart 2019 Cumartesi

Yeni Zelanda'daki Cami Katliamından Çıkarmamız Gereken Dersler ***

Yeni Zelanda'da cuma namazı vakti iki camiye otomatik silahla yapılan silahlı saldırı sonucunda ortaya çıkan bilançoda 49 ölü, 48 yaralı var. Menfur olayın video görüntüleri yürek yakan cinsten. Üzücü ve lanetlenecek bir olay.

Görüntülerden anladığımız kadarıyla cami dışında başlayan tarama, cami içerisinde de devam ediyor. Yüzüstü yatan insanların üzerine mermileri yağdırıyor. Tüm bu görüntüleri sosyal medyadan canlı olarak yayımlıyor katliamcı. Yine sosyal medyada propagandasını yapmak üzere 73 sayfalık da bir manifesto yayımlıyor insanlıktan nasibini almamış katil veya katil sürüleri. Manifestoya bir göz attığımızda vıcık vıcık ırkçılık koktuğu ve İslam düşmanlığı yapıldığı görülecektir. Yeni Zelanda başbakanının açıklamasından anlaşıldığına göre namaz için camiye gelenler Yeni Zelandalı değil, "birçoğu yeni bir yuva kurmak için bu ülkeyi mesken edinmiş yabancılardan oluşuyor. Saldırganları da aşırı sağcı kişiler olarak" tanımlıyor.

Saldırganlar hem aşırı sağcı, yani ırkçı hem de Hıristiyan. Avrupa ve ABD'lilerin diliyle yazacak olursak bir Hıristiyan terörü ile karşı karşıyayız. Bu tek dişi kalmış canavarlar yatıp kalkıp İslam-Müslüman terörüne vurgu yaparak nefret tohumu ektiler durmadan. İslam ve Müslüman'ı düşman gösterdiler hep. Nihayet kendi devlet terörlerinden sonra Hıristiyan terörünü de piyasaya sürmüş oldular. Kına yaksınlar artık. Çünkü terörün, teröristin dini-imanı olmaz, nereden gelirse lanetlenmelidir bakış açısını göz ardı ettiler hep. Üç-beş oy uğruna yabancı düşmanlığını ve kafatasçılığı tetiklediler sürekli.

Menfur olay sıcaklığını korurken dünya insanının ve devletlerin bu olaydan çıkarması gereken dersler vardır. Devletler, terörün kökünü kurutmada samimilerse mutlaka ders almaları ve akabinde tedbirler uygulamaları gerekiyor.
1.Irkçılık, aşırı sağcılık Fransız İhtilâlıyla beraber gün yüzüne çıkmış, günümüzün yükselen yıldızıdır. Tedbir alınmaz, bu yıldız söndürülmezse asabiye ve din taassubundan dünya çok çekecektir. Irkçılığı besleyen musluklar kapatılmalıdır. Çünkü ırkçılık mücadele edilmesi gereken bir Cahiliye Dönemi âdetidir. Nitekim Peygamberimiz bir hadisinde bu belâya işaret eder ve şöyle buyurur: "Ümmetimde dört şey vardır ki cahiliye işlerindendir, bunları   terk etmeyeceklerdir:
* Haseple (yani ırk ve kabile üstünlüğüyle) övünme,
* Nesebi yani soyu sebebiyle insanlar kötüleme,
* Yıldızlardan yağmur bekleme,
* (Ölenin ardından) matem ve ağıt yakma!"
Hadisten anlaşıldığına göre bu cahiliye âdeti olan ırkıyla övünme ve ırkından dolayı başkasını kötüleme terk edilmeyecektir. Burada devletlere ve dinlere düşen ırkçılığı, yabancı düşmanlığını körüklememek, en azından pasif halde tutmaktır.
2.Sosyal medyanın mutlaka bir etik kuralı olmalı ve denetlenmelidir. Şayet bu yapılmazsa sosyal medya devletlerin başına bela olacaktır. Sosyal medyaya veya sanal âleme kural koymak basın özgürlüğünü ve ifade hürriyetini engellemek değildir. Bu âlem teröristlerin manifesto yayımlayacağı ve katliamlarını yayımlayacağı âlem olmamalıdır. Önüne gelen oturduğu yerden  cep telefonu marifetiyle istediğini denetimsiz bir şekilde paylaşabiliyor. Denetim çok zor olmasa gerek. Bugün bir yazının altına bir yorum yazılsa yorumun yayımı için gazetenin onayı gerekiyor. Her türlü yorumu yayımlamazlar. Pekala sosyal medya veya sanal âlem paylaşımları, etik değerler çerçevesinde onaya tabi tutulabilir. Bu konuda anlaşabilmek devletlere zor olmasa gerek.
3.Savaşlarda kullanılması gereken otomatik silahların teröristlerin elinde ne işi var? Bunlar bu silahları nereden, nasıl temin ediyorlar. Bir av tüfeğine ruhsat vermek için kılı kırk yaran devletlerin gücü, otomatik silahlara yetmiyor mu? Tüm devletler silah sanayine ve silah tüccarlarına söz geçiremiyor mu? 
4.Bu olay üzerine camilerin güvenliğini sorgulamalıdır. Yüzlerce insanın elini kolunu sallayarak ibadet niyetiyle gittiği bu mabetler her türlü saldırıya açıktır. Cami ve mabetler toplantı ve yürüyüş çerçevesinde değerlendirilip en azından cuma ve bayram namazlarında güvenlik tedbiri alınmalıdır. Çünkü camilere saldırı sadece bu olaydan ibaret değildir. Zaman zaman değişik ülkelerin farklı camilerine bu tür terör saldırısı yapılmaktadır. Camilere x-ray cihazı konabilir, namaz boyunca kapının önünde kolluk gücü tertibatı alınmalıdır.
5.Dünya devletleri teröre karşı birlikte hareket edip her nereden, kimden gelirse tedbir aldıkları gibi terörü lanetlemelidir. Bölücülüğe, düşmanlığa davetiye çıkaran İslam terörü, Hıristiyan terörü söylemlerinden kaçınmalıdır.
6.Ülke vatandaşları, kendi ülkelerini babalarının mülkü olarak görmekten vazgeçmelidir. En az kendisi kadar başka insanların da kendi ülkesinde -ama gönüllü, ama zorunlu- yaşamaya hakkı olduğunu bilmeli. Günümüzde ulus devletlerin çoğunda terör, göç, işsizlik, savaş vb. nedenlerle ama işçi, ama mülteci konumunda milyonlar var. Ülkelerinde her ne sebeple olursa olsun azınlık durumunda olanlara beslenen düşmanlık, istenmeyen sonuçlara sebebiyet verebilir. Kimsenin yabancı düşmanlığı yapma hakkı yoktur. Farklı renk, ırk ve inançta olmayı gökkuşağının renkleri gibi görmek lazımdır.

*** 19/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

15 Mart 2019 Cuma

Akşam Paraya Kıyıp Bir Soğan Kestim

Akşam menüsünde baktım nohut yahni ve bulgur pilavı var. Dedim bunun yanında soğan iyi gider, şöyle acılısından. Hanıma soğan var mı dedim. Birkaç tane olacak dedi. Küçüğünden bir tane seçtim. Elime alıp tam keseceğim. İçimden bir ses "Ramazan! İyi düşünmüşsün. Zira bu yemeklerin yanında sofrada soğan yemek iyi gider, üstelik iştahını da açar. Ama soğanın fiyatından haberin vardır umarım. Mesela şu elindeki küçük soğan kaça geliyor biliyor musun? Şayet onu keser, yersen belki iştahın açılacak ama içinin yandığıyla kalmayacak, aynı zamanda cebini de yakacak" dedi.

İçim doğru söylüyordu. "Ramazan içindeki sesi dinle, iştah açacak diye geçici bir heves için yapma bunu. Şayet nefsine ket vuramayıp soğanı kesersen verdiği acıyla birlikte iştahın açılacak, yedikçe yiyeceksin. Ya Rabbi şükür deyip sofradan kalkacaksın. Ağzındaki soğanın verdiği acı geçer ama yarın soğan bitince eşin soğan alınacak derse midene oturur. Çünkü alacağın soğan reyonlarda cep yakıyor" dedim kendi kendime. Ama nasıl ki gönül ferman dinlemezse bir elimde soğan, diğerinde bıçak yarını düşünür mü? Kestim hemen. Bir öğünlük de olsa krallık krallıktı. Soğanı ikiye şaklayıp yarısını aldım. Diğer yarısını da az sonra yerim diyerek masaya koydum. Önüme de tuzu döktüm. Batırıp batırıp yiyeceğim. O da ne? Az sonra yerim diye masaya koyduğum soğanın yerinde yeller esiyor. Ağzına soğan almayan bizim bücür yarım soğanı alıp yemeye başlamıştı bile. Hayret ki hayret! Ucuzken soğanın yüzüne bakmayan bizim küçük şimdi soğan yiyor. Bu durumda ne diyebilirsin? Getir oğlum. Ben yiyeceğim, ben geldim gidiyorum, bir ayağım çukurda. Daha senin önünde uzun yıllar var. Sen soğanı ileride yersin. Hep böyle gidecek değil ya...hazar bu soğan bir gün ucuzlayacak demek geçti. Ama söyleyemezsin ki! Çünkü adın soğanı bile kıskanan babaya çıkar.

Neyse efendim! Sevincim kursağımda kaldı, iştahım kaçtı. Olanda bir hayır var dedim. Önümdeki soğanı yemeye başladım. Giden gitmişti artık. Birden de bitti soğan. Mübarek, pahalı olunca ne de çabuk bitti dedim kendi kendime.

Sofradan kalktım. İçimde buruk bir sevinç vardı. Nasıl sevinmem ki! Aylar sonra yemeklerin içine konan soğanın dışında soframız ilk defa bir soğan görmüş, felekten bir gün çalmıştım. Ama bu işin bir de yarını vardı. Çünkü elde kalan birkaç soğan bitecekti bir gün.

Akşam çayımı içtim, meyvemi yedim. Yatacağım ama midemde bir ağırlık var. Çok mu yedim. Hayır. Her zamanki gibi. O zaman ne bendeki bu ağırlık. Neyi hazmedemedi midem? Fazla düşünmeden sebebini buldum. Her günden farklı olarak bu akşam sadece soğan yemiştim. Demek ki aylardır sofrada soğan yüzü görmeyen midem kaldıramamıştı soğanı.

Sabah oldu. Haftalık ihtiyaçları karşılamak için semt pazarına gideceğim. Ama neye ihtiyaç var diye hanıma birden soramadım. Çünkü soğan yok, soğan alınacak dese mideme oturacak. Sonunda tüm cesaretimi toplayıp ne alınacak dedim. Bereket listede soğan yoktu. Bu hafta yetermiş. Soğanın kardeşi patates alınacakmış. Patates de fiyat yönünden soğandan geri kalır tarafı yok ama en azından soğandan biraz ucuz. Koşarak gittim pazara. Hafta bitsin istemiyorum. Çünkü korktuğum başıma gelecek, eve soğan alınacak.

Kitap Yüklü Merkeplere Ne Kadar Benziyoruz? *

Günümüzde eskiye oranla dini bilgisi artan insanımızın oranı oldukça çoğaldı. Eskiden bir konuda  dinin görüşünü öğrenmek için bir hocanın kapısı çalınırken şimdi hepimiz birer hocayız. Bana göre şöyledir, şöyle olmalıdır deyip dini konuda görüşümüzü serdetmeye başladık. Hatta görüşümüzü desteklemek için ayet ve hadis bile okuyoruz. Bazen de ayet ve hadisi yorumlayarak yerine göre müfessir veya muhaddis rolünü üstleniyoruz. Hızımızı alamayıp fetva bile verebiliyoruz. Çoğumuzun başvurduğu kaynak da google arama motorudur. Bu şekliyle durumumuz "Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder" sözüne tam uyuyor.

Çoğumuz yarım hoca rolünü üstlenmiş durumda iken bir kısım insanımız daha vardır ki bunlar, dini bilen ve her konuşmasını ayet ve hadisle süsleyen, konuşurken ağzından bal damlayan kimselerdir. Bunların dışında bir kısım insanımız daha vardır, bunlar dini referans olarak kullanmayan ve dine mesafeli olan kesimdir.

İster yarım hoca, ister dini bilen, ister dine mesafeli olalım. Hepimiz iyinin, güzelin, doğrunun ne olduğunu biliriz.  İstisnalarımız olmakla beraber çoğumuzda bir sorun var; dini biliyoruz veya bildiğimizi sanıyoruz ya da kendimizi düzgün birer kimse olarak görüyoruz. Fakat bildiklerimiz veya savunduğumuz din, birer söylemden ibaret kalıyor. Kısaca yaşama yok. Yani söz var, icraat yok. Bilgimiz yaşama geçmiyor. Bu durumumuz Tevrat’ın hükümleriyle yükümlü tutulup da onun hükümlerini yaşamayanların durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin hâline benzer." (Cuma 5) ayetine benzetilebilir mi? Çünkü bu ayette Allah bildiklerini yaşama geçirmeyenleri "kitap yüklü merkebe (eşeğe) benzetiyor." 

Bir eşek düşünün ki üzerine dünyanın en nadide kitaplarını yükleyelim, eşek bu kitapları hep sırtında taşısın. Bu kitapların eşeğe bir faydası olur mu? Olmaz, hatta üzerine yük bindiği için zararı bile olur. Bizim durumumuz daha doğrusu bildiğimiz doğruları yaşamayan bizler, tıpkı eşek gibi her türlü bilgiyi belleğimizde tutuyoruz. Farkı var mı bunun? Bence hiç farkı yok. Tek farkı eşek, sırtında taşıyor, biz ise belleğimizde. Ayet, Yahudi din adamlarını kastediyor, onlar hakkında gelmiştir. Bu ayet Yahudileri bağlar deyip kendimizi temize çıkaramayız. Allah, Yahudi din adamları böyle yaptı. Yani yapmaları gerekeni yapmadıklarından dolayı merkepliği hak etmişlerdir. Siz de böyle yaparsanız siz de eşek olursunuz demek istiyor. Zaten ayetteki "Tevrat'ın hükümleriyle yükümlü tutulup da" kısmını kaldırıp yerine "Kur'an’ın hükümleriyle" koyduğumuzda ayet bizi yüzde yüz bağlıyor. Teşbihte hata olmasın, sanki Allah bizim tabirimizle "Kızım, sana söylüyorum, gelinim sen anla" diyor. 

Hasılı, bildiğini yaşamayan bizlerde bu merkeplik hep baki mi kalacak? Biz eşeklikten hiç kurtulamayacak mıyız? Sanki bu görüntümüzle laftan, sözden anlamayan, ayetleri göz ardı eden bizlerde eşeklik baki gibi. Allah bildiklerimizle amil olmayı nasip etsin bize. Yoksa eşek gibi olmaya devam edeceğiz. Yaşayanları tenzih ederim.


*22/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.