2 Mart 2019 Cumartesi

Aferin Savcıya! ***

Diyarbakır Çermik'te bir halı saha maçı, Türkiye gündemine oturdu. Öğretmenlerden oluşan bir grubun maç saati 21.00-22.00; içlerinde cumhuriyet savcısının da olduğu diğer grubun maç saati ise 22.00-23.00 saatleri arasında imiş. Öğretmenler bir saatlik sürelerini değerlendirmek ve ter atmak için sahada yerlerini aldığı esnada sahaya bir başka grup daha girer. 14 kişilik saha, olur 28 kişi.

Sahaya sonradan giren grup, önceki grubu sahadan çıkarmak ister, dağdan gelen bağdakini kovar misali. Sıra sizindi, yok bizimdi tartışmasını kim kazanmış olabilir sizce? Tabi ki Savcı Bey kazanır. Hemen polisi arayarak şu top oynayanlara bir kimlik kontrolü yapmasını ister. Hayret ki öğretmenlerin hiçbirinin şortunda kimlikleri olmaz. Ekip otosuna bindirilerek emniyete götürülen öğretmenler, koşarak atacakları terin yerine emniyette ecel terleri döker. Sahayı boşalttıran savcı da ekibiyle beraber sahaya inerek savaşı kazanmış bir komutan edasıyla istediği saatte terini atar.

Gazetelerin üç beş satırla haber yaptığı bu olayı gördüğünüz gibi ben uzattım. Huyumdur maalesef. Hem uzatır hem de sulandırırım. Aslında konuyu uzatmaya gerek yok. Halı saha maçı yapan iki güzide grup da amacına ulaşmış. Çünkü amaç ter atmak değil miydi? Sonuçta sahada başlayan düello ile tüm taraflar terini atmıştır. Bu arada öğretmenlere bir çift sözüm olsun:

Be kardeşim! Siz kim, savcı kim? Madem savcı geldi, ha kenara çekilip bir saat daha bekleseydiniz olmaz mıydı? Devletin savcısı bekler mi? Hatta beklerken savcı beyin maçını da izleyip tezahürat yapsaydınız savcıya da moral olurdu. Üstelik cebinizde kimliğiniz yok. Bir insanın cebinde kimliği olmaz mı? Haydi yok diyelim. Buna rağmen bu saat biz oynayacağız diye niye dikleniyorsunuz? Hem suçlu, hem güçlüsünüz. Sonra siz kim oluyorsunuz? Kozunuzu paylaştığınız savcı, bir defa protokolde 4.sırada. Sizin protokolde yeriniz bile yok. Hoş olsa da kim takar Yalova Kaymakamını! Ayrıca bugün 24 Kasım değil. Diğer günlerde de aynı ilgiyi beklemeyin. 24 Kasım'da sizden övgüyle bahsediliyor diye şımarıp astarını istemeyin. Sıranızı bekleyin. Çünkü daha gününüze çok var. Biz sizi çocuklarımızla ilgileniyor diye taltif ederken bu defa baltayı taşa vurdunuz. Karşınızdaki devletin savcısı bir defa.  Devlet, beklemediği gibi savcısı da beklemez. Mevzubahis olan üst olunca burada haklılık aranmaz. Siz öğretmenlik okurken öğrenmediniz mi bunu? Ben bunu daha lisede okurken Allah rahmet eylesin Süleyman Uğur hocamdan öğrenmiştim. Bir konuda "Ama hocam bu, haksızlık" dediğimizde "Üst daima haklıdır, bilhassa haksız olduğunda" derdi. Diyelim ki savcının sırası 22.00'de başlıyordu ama daha öne çekmek istedi. Centilmenlik yapıp sıranızı verseydiniz kıyamet mi kopardı? Belki Sayın savcı, maçı öne alıp terini atacak, ardından duşunu alacak, ertesi günkü işine yoğunlaşacaktı. Bunu çok gördünüz savcıya.

Haydi anlamadınız savcı mecbur kaldı, olaya müdahale etti. Bu meseleyi basın ve kamuoyuna taşımaya ne gerek vardı? Maalesef bu had bilmediğiniz yüzünden savcı hakkında soruşturma başlatıldı. Olacak şey değil. Başta Adalet Bakanı olmak üzere savcı sahipsiz bırakıldı. Ne işe yaradı şimdi? Bir ilçede devleti temsil eden, devlet adına iş yapan birini küstürmek ve yalnız bırakmak demek, devleti sahipsiz bırakmak demektir. Çok gördünüz bir savcının masum bir isteğini. Bir defa ilçede kaç savcı vardır? Ya birdir ya da iki, üç kişi. Sizin gibi sayısı fazla değil ki! Haydi deyince hemen bulunabilen bir şey değil. Sonra devlet az mı uğraşıyor bir savcı yetiştirmek için? Halbuki siz öğretmenler öyle mi? Küçük bir ilçede bile ordu kadar varsınız. Ayrıca görev yapanların dışında görev bekleyen yüz binlerce öğretmen adayı var. Yine çokluğunuza bakarak bir savcıyı aleme mat etmeye kalkmanız doğru mu? Haydi bugün şansınız yaver gitti, savcıya karşı galip geldiniz. Unutmayın ki bu ülkede adalet herkese lazım. Yarın bir veli veya öğrenci yüzünden bu savcının eline düşmeyeceğinizin bir garantisi var mı? Sizin bu yaptığınız ham davranışa rağmen siz yatın, kalkın, savcıya dua edin. Çünkü savcı, elindeki tüm koz ve yetkileri kullanmamış. Pekala üzerinizde kimlik taşımadığınız için tutuklama talebinde bulunabilirdi. Ama bunu yapmamış. Yine maçınızı izler, tam siz oyuna kendinizi kaptırdığınız ve birbirinize “pas ver” diye bağırdığınızda çevreye verdiğiniz gürültüden dolayı hakkınızda iddianame bile hazırlayabilirdi.

Haydi hepsinden geçtim. Sizin top oynamak neyinize? Evinizde oturup ertesi günkü anlatacağınız derse hazırlanacağınıza ve adınızı eğitim ve öğretimle duyuracağınıza şu haber olduğunuz konuya bakın. Bu arada halı saha sahibinin parasını da vermemişsiniz. Adam mağdur olmuş. Lütfen gidin borcunuzu ödeyin. Neyse size söylenecek çok şey var öğretmenim! Eğer biraz utanma kaldıysa bu yaptığınızdan utanın. Sizi kınıyorum.

***05/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

1 Mart 2019 Cuma

28 Şubat ve Biz (2)


*Dün zulüm gördüğümüzü söylüyorduk. Ki doğrudur. Ama bugün biz başkalarını mağdur ediyoruz. Adalet ve güven duygusunu yok ettik. Bugün adaletle beraber toplum güven problemi yaşıyor. Başkasını mağdur ede ede doymuş olmalıyız ki hızımızı alamayarak bugün birbirimizi, kendimizden olanları da mağdur ediyoruz. Dünün mağduru bizler, bugünün mağruruyuz.
*Dün 28 Şubat sürecini eleştirebiliyor, eylemler yapabiliyorduk. Bugün bizi kimse eleştiremiyor. Yapıcı eleştiriye bile tahammülümüz yok. Kim buna cüret ederse hemen damgalıyoruz: Ya hain ya FETÖ'cü ya nankör ilan ediyoruz. Bize yapıcı eleştiri getirenler bile gazetelerde yazamıyor. 28 Şubat sürecinde "Bunlara haksızlık yapılıyor" diye bizi savunan yazar ve çizerler bile bugün hiçbir yerde yoklar.
*Dün zayıf idik, elimiz kolumuz bağlıydı. Bugün çok güçlüyüz, her şeye hakimiz. Çıkardığımız kanunlarla bir kesimi mağdur edebiliyoruz. Toptancı davranıyoruz. Bir kanunla bütün müdürleri alaşağı yapabiliyoruz.
*Dün bankamatik memurları var bu ülkede diye eleştiriyorduk. Bugün ürettiğimiz bankamatik memurlarının sayısı geçmişten fazla.
*Dün, bize vebalı muamelesi yapılıyor, dışlıyorlar diyorduk. Bugün biz dışlıyor ve küçümsüyoruz. Çünkü 17-25 ve 15 Temmuz dengemizi bozdu, kimseye güvenmiyoruz. Herkesten şüpheleniyoruz.
*Dün, ülkeyi ekonomik krize sürüklediler, bunlar bu ülkeyi yönetemiyor diyorduk. Bugün biz de ülkeyi bir ekonomik krize sürükledik, uzun süre iktidar olmamıza rağmen. Üstelik kimse bu ülkede ekonomik kriz var diyemiyor. Çünkü bize göre bir kriz yok.
*Dün bizi savunan, görüşlerimizi temsil etme imkanımız olan tek bir TV kanalımız vardı, bugün bütün kanallar bizim. Aleyhimize tek yayın yapamıyor, tespitte bile bulunamıyor. Yanlışımıza yanlış diyemiyor. Farklı görüşe yer yok. Her yerde biz varız. Tüm kanalları besliyoruz.
*Dün 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimden şikayetçi idik, bugün biz eğitimi 12 yıla çıkardık.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Ki faydası da yok. Görünen o ki biz mağdur edile edile mağdur etmeyi öğrenmişiz. Hocalarımız da bizi mağdur edenler. Çünkü biz onları örnek almışız. Ayıpladıklarımızın hepsini bugün biz yapıyoruz. Ölümümüz yakın demek ki... Çünkü ayıpladığı başına gelmeden ölmezmiş bir insan. En kötüsü dün, bir ve beraber olduğumuz kendi insanımızı da kaybediyoruz. Kendi insanını kaybeden, kendi insanını küstüren bir başkasını memnun edebilir mi? İşin bir diğer yanı kimseye güven vermiyoruz. Kimse bize güven vermiyor. Zira bize güvenenlerin umutlarını hoyratça harcadık. Hoş, biz de kimseye güvenmiyoruz.

Koltuk iktidarı maalesef bize yaramadı. Çünkü biz bu imtihanı kaybettik, bakmayın hala iktidar olduğumuza. Bizim de diğerlerinden bir farkımız yokmuş. Maalesef tüm kazanımlarımıza rağmen biz kaybettik. Çünkü değerlerimizi yavaş yavaş kaybettik, kaybediyoruz. Samimiyetimizi de kaybettik. Maalesef biz ölmüşüz de ağlayanımız yok. Yine maalesef milletin gidebileceği, sığınabileceği bir başka liman yok. Çünkü millet alternatifsiz. Bize güvenmiyor, karşı tarafa hiç güvenmiyor.

Sahi 28 Şubat sürecinin mağdurları bizler, bugün bu sürecin neresindeyiz? Sanki rahatlık, güç, iktidar bizi şımarttı gibi. Allah bize basiret, feraset ve izan versin, kendimizle ve yaptıklarımızla yüzleşmeyi, yeniden milletin gözünde taht kurmayı nasip etsin. Bizi samimiyetten uzaklaştırmasın. Bu rahatlık dönemindeki gevşekliğimizi, rehavetimizi, şımarıklığımızı 28 Şubat sürenindeki samimiyetimize tebdil eylesin.


28 Şubat 2019 Perşembe

Sigara Üzerine Bir Anekdot

İkindi namazı geçti geçiyor. Otobüsten indiğim gibi ikindiyi farzından kılayım diye Zafer'de bir camiye doğru yöneldim. Yürürken bir tane de sigara yaktım. Caminin kapısına geldiğimde sigaradan birkaç daha çektim. Ardından caminin havlusuna girdim.

Caminin havlusunda tek başına oturan ve akşam namazı vaktinin girmesini bekleyen tanıdık bir simayı gördüm. Onu görünce sigara içtiğimi gördü diye mahcup oldum. Çünkü gördüğüm dersimize girmemişti ama liseden bir öğretmenimizdi. 1984-1985 öğretim yılında üçüncü sınıfta iken bir saat boş dersimize gelmiş, bize dopdolu bir ders anlatmıştı. Hatırladığım kadarıyla eline tebeşiri aldı. Tahtanın en üstüne bir işaret koydu. Tahtanın altına da bir ırmak çizdi. "Bu ırmaktan pis su akıyor. Toplumun çoğu bu pis suyun içine girmiş durumda. Sizin göreviniz bu pisliğin içindeki insanları kurtarmak olmalıdır. Ne kadar kişiyi kurtarabilirseniz kar" demişti. Tahtanın en üstüne koyduğu işareti göstererek "Sizin gelmek istediğiniz hedef burası olmalı. Yani hedefinizi en yüksekten belirlemelisiniz. Bu hedefe ulaşmak için çaba sarf edeceksiniz. Hedefinize ulaşamasanız bile o hedefe ne kadar yaklaşırsanız kazançlı çıkarsınız" demişti. İşte o hocamızdı gördüğüm: Mustafa Akdedeoğulları. Saçları ağarmış, nur yüzlü bir piri fani idi gözümde. Okul bahçesinde onu gördükçe aklıma samimiyet gelir, Müslümanlık yaşansa yaşansa ancak bunun gibi yaşanır derdim. Allah rahmet eylesin.

Yanına mahcup bir şekilde varıp selam verdikten sonra halini hatırını sordum. Ardından "Galiba uzun süredir sigara içiyorsun, değil mi" dedi. Evet dedim. Dünya İslam Alimleri Birliği şu dört ayetten hareketle sigaranın haram olduğu hakkında fetva vermiştir. 
1."Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez."
2."Kendi kendinizi öldürmeyiniz." 
3. "Saçıp savuranlar şeytanın kardeşidirler."
4. "Kendi kendinizi tehlikeye atmayınız." Ayet meallerini orijinal metinleriyle birlikte okudu. Ardından "Bırakmak lazım. Ama birden bırakırsan sağlığına zarar verebilir. En iyisi yavaş yavaş azaltarak bırakırsan iyi olur," dedi. İnşallah hocam diyerek namaz kılmaya geçtim.

Son günlerde "Sigara haramdır, değildir" tartışmaları üzerine 1995 yılında Mustafa Akdedeoğulları ile aramızda geçen bu anekdotu hatırladım. Sigara haram mı, değil mi, tahrimen mekruh mu yoksa tenzihen mekruh mu ya da mubah mı? Karar sizin.