28 Şubat 2019 Perşembe

Ekonomik Krizlerimiz

1980 öncesi 70 sente muhtaç bir ekonomimiz vardı. Stokçuluk had safhadaydı. Halk hep zamları konuşurdu. Halkın pek alım gücü yoktu. Hoş olsa da mal bulunmazdı. Bazı ürünleri almak için kuyruklara girmek gerekiyordu.

24 Ocak 1980 ekonomik kararlarıyla birlikte piyasa, bol enflasyonlu dönemi yaşadı. Ama vatandaşın cebi para da gördü.

1994 ekonomik krizini hatırlarım. Çünkü bizzat yaşadım. İliklerime kadar hissettim. Güçlükle geçindim. 94 krizinden hatırımda kalan, askere gitmeden önce Mark borç almıştım. Yanlış hatırlamıyorsam 100 Mark 5 bin lira iken iki ay sonra askerden geldiğimde 100 Mark 20 bin lira olmuştu. Paramızdan sıfırların atılmasıyla birlikte bin veya milyonu karıştırabilirim. Ama iyi bildiğim, paramızın Mark karşısında 4 kat erimiş olmasıydı. (O zamanlarda halk arasında Mark, Dolardan daha fazla yaygındı.) 

2001 krizi öncesi piyasada yaprak kıpırdamadığını söyleyebilirim. Paramız pul olmuş, dolar karşısında erimiş, fiyatlar uçmuş, işsizlik artmış, iflaslar baş göstermişti. Televizyonlarda çalışanların maaşlarını gününde alıp alamayacakları konuşulur olmuştu. Bu krizde dönemin başbakanına yazar kasa atılmıştı. Cumhurbaşkanı Sezer'in toplantıda Başbakan Ecevit'e Anayasa kitapçığını fırlatması, geliyorum diyen krizin fitilini ateşlemişti. Sonrası ortalık toz duman olmuştu.

Kriz ortamı demek maliyetlerin artması demektir. Fırsatçılara gün doğması ve daha fazla para kazanma hırsı demektir. Böyle ortamlarda bugün aldığımız ürünü ertesi gün aynı fiyattan almak mümkün değildi. Öyle de oldu. Çünkü fiyatlar yukarıya doğru durmadan değişiyordu. Krizi kucağında bulan veya gelecek krizi daha önce ön göremeyen veya tedbir almayan/alamayan hükümet ne yapacağını bilemez veya bir acizlik içine girer, para bulup piyasaya para süremezse fiyatlar uçar gider. Bu demektir ki piyasa hükümete güvenmiyor.

2001 krizi olduğunda ekonomiyi ayağa kaldırsın diye Dünya Bankasında çalışmakta olan Kemal Derviş'i ekonomiden sorumlu devlet bakanı yaptık.

2001 krizi yıkıcı etkisini iyice hissettirdiği dönemde "Bu aşamadan sonra oy kullanmada ideolojik yaklaşmayacağım. Eğer bir parti, bugünkü aldığım ürünü, yarın aynı fiyattan alabileceğim garantisini verirse oyum o partiyedir. İstersen bu partinin ideolojisi dinsiz-imansız olsun, oyumu o partiye vereceğim" demiştim.

Öcalan'ın paketlenip bize verilmesinin ardından oy patlaması yaparak koalisyon hükümeti olan partiler, ekonomik krizin ardından erken seçim kararı aldı. Krizi iyice hisseden ve krizle boğuşan halk, ekonomik krizin faturasını başta koalisyon ortağı partiler olmak üzere diğer merkez sağ partilere de çıkardı. Hepsini baraj altı yaptı. Meclis'e sadece iki parti girebildi.

2001 yılında yeni kurulmasına rağmen  aynı yıl girdiği ilk seçimde halkın teveccühünü kazanarak tek başına iktidara gelen parti; kolları sıvadı, ekonomiyi döndürülebilir noktaya getirdi. Hem enflasyonla mücadele edildi, hem yatırımlar yapıldı, ülke şantiyeye döndü.  Bütçe disiplininden ödün verilmedi. Enflasyon tek haneye indi. Vatandaşın parası bereketlendi, alım gücü arttı. Ürünlerin fiyatı değişmedi, uzun yıllar yerinde saydı, hatta geriledi.

2007 dünya krizi girdi araya. Fakat bu kriz bizi çok etkilemedi, teğet geçti.

Hükümete güvenen dış piyasa, ülkemizi sıcak paranın cenneti yaptı. Ülkeye para aktı. Zaman zaman inişli, çıkışlı bir seyir izlese de son üç beş seneye gelinceye kadar yatay seyir izleyen oturmuş bir ekonomimiz vardı.

Nihayet geldi geliyorum, epeydir geciktim diyen ekonomik kriz -biz her ne kadar kriz olarak kabul etmesek de- 2018'de geldi, bizi buldu. Şimdi 2019'dayız ve iliklerimize kadar hayat pahalılığını hissediyor ve yaşıyoruz. Bizi ne zaman terk eder, kanımızı daha ne kadar emer ve bizi ne kadar soyar, bize neye mal olur, bilinmez. Şimdiki krizin en büyük avantajı her şeye hakim tek başına bir hükümetin olması. Hükümet piyasaya müdahale edebiliyor, denetim yapabiliyor. Düşünün ki böyle bir krizde güçsüz bir koalisyon hükümeti olsun; piyasa alır, başını giderdi.

Kriz, vurucu etkisini iyice hissettirmeden genel seçimleri erkene alan hükümet, şimdi mahalli de olsa yine bir seçim sınavında. Ekonomideki iyileştirmelerinden dolayı bu partiyi kaç defadır iktidara taşıyan halk, bakalım bu seçimde ne yapacak? Önceki krizlerin faturasını hükümetlere çıkararak kırmızı kart gösteren halk, bu seçimde hükümete kart gösterecek mi yoksa bir şans daha verecek mi? Çünkü ekonomi, siyasette belirleyicidir. Vatandaşın cebine dokunursa kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Bekleyip göreceğiz.

Allah bizi, altından kalkamayacağımız ekonomik krizlerle imtihan etmesin!

27 Şubat 2019 Çarşamba

Şemsiyem


Gördüğünüz şemsiye şahsıma ait bir şemsiye. Şemsiye deyip de geçmeyin. Adıyaman Kahta'da görev yaparken 1998 veya 1999 yılında Zafer Kırtasiye’den satın almıştım. Nereden bakarsanız 20-21 yıllık bir şemsiye. 

Zafer Kırtasiye hala aktif olarak kırtasiyecilik yapıyor mu, yapıyorsa da şemsiye satıyor mu ya da elinde aynı şemsiyeden var mı bilmiyorum. Bildiğim tek şey kaliteli şemsiye satmışlar. Ne kadara aldım, hatırlamıyorum. Hatırladığım fiyatının yüksek olduğuydu. Hatta alırken kırtasiyeci "Hocam, fiyatı yüksek olmaya yüksek. Bir defa almış olursun. Çünkü kaliteli bir şemsiye. Şu, şu özellikleri var. Yıllar yılı kullanırsın" demişti. Gerçekten dediği gibi bir şemsiyeymiş. Gördüğünüz gibi hala kullanıyorum. Üstelik sapasağlam. Aynı şekilde kullanmaya devam edersem menkul ve gayrimenkul mal varlığım olmadığına göre bu şemsiye, çocuklardan birine miras kalacak. Eşimin evde bana ait bir şey bırakacağını adım gibi bildiğim için kuvvetle muhtemel çocuklardan birine verir. Alın, götürün, gözüm görmesin der mi der.

Şemsiyem evden hazırlıklı çıktığım her yağışta bana eşlik etmiştir. Unuttum, geri döndüm, aldım veya ertesi gün gidip yerinden aldım. Bazı zamanlar unuttuğum yerde bir hafta kaldığı olmuştur. Unutmamak mümkün mü? Çünkü yağmur var diye eline şemsiyeyi alıp çıkarsın. Dönüşte yağmur yoksa bıraktığın yerde kalır. Bazen unuttuğum yere telefon açarak bir kenara kaldırmalarını da söyledim. Şükür bugüne kadar kaybolmadı, eskimedi, yırtılmadı, rüzgardan uçup gitmedi. Dile kolay 21 yıl gördüğünüz gibi bir ve beraberiz. O da, ben de dimdik ayaktayız. Ne o benden ne de ben ondan bıktım. O bana vefa gösterdi, ben de ona.

Normalde ben böyle pahalı şeylere para vermem. Benim alacağım ne çok iyisi olacak ne de kötüsü. Ortası ve makul olanıdır benim tercihim. Marka takıntım yok. Çünkü markada fahiş fiyat vardır, ucuz olanın ise yahnisi bile yenmez.

Var mı içinizde benim gibi 21 yıldır aynı şemsiyesini kullanan ve taşıyan? Sanmam. Varsa da o da benim gibi cins biri olur ancak. Gerçi sadece şemsiye değil, aldığım bir şey görev yapıyorsa ne kadar yıl geçtiği önemli değil, kullanmaya devam ederim. Kolay kolay atmam; ister ayakkabı olsun, ister giyim eşyası, ister kullandığım bir ev eşyası olsun, miadını tamamlayıncaya kadar kullanırım. Bu hassasiyetim, yeni bir şey almaya gücüm yetmediğinden değil, bir şey hala işe yarıyorsa onu atmayı veya kaldırıp kenara koymayı israf olarak görmemdendir. Hiç kullanmayacaksam kimin içine yararsa ona vermeyi yeğlerim.

Benim 21 yıldır aynı şemsiyeyi kullandığımı bir şemsiye satıcısı görse "Git başımdan! Senden müşteri falan olmaz" der, bana şemsiye satmaz. Satarsa da "Nasılsa bir daha satın almaya gelmez" diyerek yüksek fiyat çeker. En iyisi duymasınlar ve görmesinler. Bu şemsiye yazısını da okumasınlar...



Trenden İndim


—Adaylık için sırada bekleyen…gelsene kardeşim! Buraya beklemek için mi geldin?
—Şey efendim...
—Şey ne? Getir şu evrakını!
—Efendim, ben vazgeçtim?
—Niye? 
—Efendim, partinize adaylık müracaatı için gelmiştim. Ama görüyorum ki şartlarım tutmuyor.
—Nereden çıkardın bunu?
—Sıra beklerken cama astığınız yazıyı gördüm.
—Ne yazıyor orada?
—"Trenden inen aday yapılmaz" uyarısı.
—Ha o mu? Evet, var öyle bir şey.
—Sen trenden mi indin?
—Evet!
—Ne zaman inmiştin? Geçen seçim mi?
—Az önce.
—Ne demek az önce? Madem trenden indin, ne diye geldin buraya?
—Efendim nereden bilebilirdim partinizin böyle bir prensibi olduğunu? Bilseydim sabah sabah trene binmez, özel otomla veya otobüsle gelirdim adaylık müracaatına.
—Sen neden bahsediyorsun? Anlayamadım.
—Anlamayacak ne var efendim! Belediye başkanı aday adayı olmaya karar verdim. Süresi içinde adaylık evrakımı teslim edeyim diye yüksek hızlı trenden bilet aldım. Trene binince mecbur iniyorsun. Madem trenden ineni kabul etmeyecektiniz, o zaman ne diye bu hızlı trenleri hizmete soktunuz? Bu trenler, yolcusu olmadan mı gidip gelecek böyle? Neyse geçti artık... Keşke bindiğim trenden inmeseydim.
—Sen şimdi "Trenden inen adaylık başvurusunda bulunamaz" sözünden ulaşım için binilen treni mi anladın? O trenden mecburen ineceksin. Partimizin kastettiği bu değil ki? 
—Ya neyi kastetmişti? 
—Daha önce partimizde vekil veya belediye başkanı olarak görev yapmış, sonraki dönemde aday yapılmayınca küsüp başka partiye geçenler var ya...işte partinin kastettiği bu tipler.
—Şimdi anladım. O zaman tren bu işin neresinde? Treni niye karıştırıyorsunuz? Şu meseleyi niye açık açık anlatmıyorsunuz?
—Ne bilirdik senin gibi birinin çıkacağını? Ama bu demektir ki bundan sonra işin içine treni karıştırmayacağız. Senin anladığın dilden konuşacağız.
—İyi yaparsınız. O zaman şartlarım tuttuğuna göre adaylık evrakım buyurun...
—Tamam, ver bakalım. Ama bu anlayışla aday adaylığın, adaylığa dönüşmez.
—Anladım. Siz yine de kayda girin.
—Tamam, hayırlı olsun...
—Bu arada bir şey söyleyebilir miyim?
—Söyle!
—Bu kural ya da prensip herkes için mi geçerli? Yani trenden inen bir daha binemez mi? İstisnası var mı?
—Evet, bu kural herkes için aynı.
—Ama benim ilçemde aday adaylığı müracaatı yapan kişi daha önce trenden inmişti. Partinizin il teşkilatı onu yeniden aday yaptı.
—Nasıl yani?
—Bu kişi, daha önce partinizden belediye başkanlığı yapmış, ikinci dönem tercih edilmeyince bir başka partiye geçerek belediye başkan adayı olmuş biridir. O kişi şimdi partinize gelerek yeniden aday gösterildi. Bu kişi trenden inmekle kalmamış, treni ateşe vermiş...
—Suç, seni muhatap alanda! Çıkabilirsin. Sıradaki!