8 Şubat 2019 Cuma

Hali Pürmelalimiz Niçin Böyle? *


Toplum olarak birbirimize suç isnat etmede hiç üstümüze yoktur. En iyi yaptığımız, bir alanda ne kadar eksiklik ve kötülük varsa tüm suçu bir kesimin üzerine yıkmaktır. Böyle yapmakla gerçeği çözme gibi bir niyetimizin olmadığı aşikârdır. Kastımız, topu taca atarak kendimizi temize çıkarmaktır. 

Aslında bir toplum bozulmuşsa toplumun tüm bireylerinin payı vardır bunda. Yine bir toplum düzelmişse toplumun tüm bireylerinin hakeza payı vardır. Dejenere olmuş bir toplumda kimse temiz kalamaz. Örnek vermek istersek, eğitim ve öğretimdeki tüm aksaklıkların faturası öğretmenlere çıkarılır. Yine okullardaki veya toplumdaki ahlaki çöküntü ve ahlaki bozukluğun müsebbibi olarak imamlar ve ilahiyatçılar görülür, "Efendim! Bunlar görevini yapmıyor" denir. Bu konuda ben ne dersem boş! En iyisi meramımı anlatacak şu masaldır. Okuyup kendimize pay çıkaralım: 

"Vakti zamanında padişahın biri, ülkenin ileri gelen kâhinlerini çağırmış. Demiş ki, “ben rüyamı kaybettim. Onu bulun. Yoksa hepinizin kellesini alırım.”

Kâhinler korkmuş, bunun imkânsız olduğunu anlatmaya çalışmışlar ama padişah ikna olmamış.

Şehirde bir şeyh varmış. Çevresi onun ‘evliya’ olduğuna inanırmış. Kâhinler kapısını çalmış. “Hazret, padişahımızın bir buyruğu var. Rüya görüyormuş ama rüyasını kaybetmiş. Eğer onu bulmazsak hepimizin kellesi gidecek. Bize yardım et de rüyayı bulalım” demişler.

Şeyh demiş ki, “Ben bu işlerle uğraşmıyorum. Derdinize çare bulamam.” Kâhinler ağlamış, yalvarmış. Bunun üzerine şeyh kabul etmiş. Ormanda bir mağaraya çekilmiş. Dua etmiş, tefekkür etmiş, Allah’tan yardım istemiş.

İki gün sonra mağaraya bir yılan gelmiş. Şeyhe demiş ki, “Allah dualarına icabet etti, beni sana gönderdi. Padişaha git de ki, rüyasında kurt gördü. Kurt dünya malına tamah etmektir, bozulmaya delalet eder. Ülkenizdeki halk bozulmuş. Padişah vergileri iki katına çıkarsın. Sana da 40 altın verecek. Onun yarısı senin, yarısı benim. Tamam mı?” Şeyh tamam demiş söz vermiş.

Şeyh hemen yola koyulmuş padişahın huzuruna çıkmış: “Padişahım rüyanızda kurt gördünüz. Kurt aç gözlülüktür. Halkınız bozulmuş, vergileri iki katına çıkartın ki, halk aç gözlülüğün bedelini ödesin” demiş.

Padişah, “Doğru ben rüyamda kurt görmüştüm, demek anlamı buymuş. Vergileri iki katına çıkartın, bu şeyhe de 40 altın verin” demiş.

Şeyh altınları almış evine gitmiş. Düşünmüş, bu yılan altını ne yapacak? Gerek yok yarısını vermeye. Yılanın yanına gitmemiş.

Bir süre sonra padişah yine rüyasını kaybetmiş, şeyhi çağırtmış. Şeyh gelen kâhinlere, “Yahu o bir kere olur, artık yapamam” demiş. “Gelmezsen padişah buyruğuna karşı gelmiş olursun. Cezasını çekersin” demişler. Mecbur kabul etmiş.

Şeyh utana sıkıla mağaraya gitmiş. Beş gün yalvarmış, yakarmış. Aynı yılan yine gelmiş: “Derdini anladık. Padişaha de ki, rüyasında tilki gördü. Bu halkın kurnazlığa ve üçkâğıtçılığa meylettiğini gösterir. Vergileri en üst seviyeye çıkarsın ki bedelini ödesinler. Sana da iki kese altın verecek biri senin, biri benim. Söz mü?” Şeyh yeminler edip söz vermiş.

Padişaha aynı şekilde anlatmış. Padişah, “Evet doğru ben tilki görmüştüm. Demek anlamı buymuş. Vergileri en üst düzeye çıkartın, şeyhe de iki kese altın verin” demiş.

Şeyh altınlarla birlikte yılanın yanına giderken, “Yav yılan bu, altını yiyemez ki, en iyisi vermeyeyim” demiş ve evine gitmiş.

Bir vakit sonra padişah yine ferman buyurmuş. Şeyh bu kez korkudan itiraz etmemiş. Utana, sıkıla yılanın mağarasına gitmiş. Mahcup bir edayla yalvarmış, yakarmış. On gün sonra aynı yılan çıkagelmiş.

Sakin sakin yine anlatmış: “Padişaha de ki, rüyasında kuzu gördü. Bu halkın düzeldiğine delalet eder. Kuzu gibi olan halkın vergilerini en alt düzeye indirsin. Hazinesi altınla dolmuş. Sana iki katır yükü altın verecek. Biri senin, biri benim. Söz mü?” Şeyh yeminler etmiş ve söz vermiş. Padişahın huzuruna çıkmış.

Padişah şeyhe, “Gerçekten kuzu görmüştüm, demek anlamı buymuş. Halkımın vergilerini en alt düzeye indirin. Şeyhe de iki katır yükü altın verin” demiş.

Şeyh, evine gitmeden doğru yılanın mağarasına gitmiş.

“Yılan efendi, sana mahcubum. Daha önce verdiğim sözleri tutmadım. Şimdi bu altınların hepsi senin olsun. Ama bana niye hiç kızmadın onu anlamadım” demiş.

Yılan, “Şeyh Efendi, ben bir yılanım. Ne yapacağım altını? Seni denedim. Şunu anladım, bir ülkede toplumun ahlakı bozulmuşsa, şeyhi de bozuk oluyor. Toplum düzgün olunca, şeyhi de düzeliyor.”


Kıssadan hisseyi de siz çıkartın." (01/02/2019 Kemal Öztürk Yenişafak)

*11/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Sen misin Beni Eleştiren? *


Personeline "Ben nasılım? Olumlu olumsuz yönlerim nasıldır?" içerikli bir anket yapar bir amir. Aslında aslını inkar gibi bir şeydi bu. Çünkü bugüne kadar yapmadığı bir şeydi personeline sormak. Belki de personelini muhatap aldığı ilk geri dönüt idi bu. Ama mecburdu. Çünkü "Güneş çarığı sıkarsa çarık da ayağı sıkacaktı.

Emir yukarıdan gelmişti bir kere. Emir demiri keserdi zira. Ona kalsa sormazdı personeline böyle bir şeyi. Aman! Personel de eşek değil ya! Hazar anlayacaktır bunun formalite olduğunu, kendisiyle ilgili olumlu yönleri yazacaktır. Yoksa da uyduracaktır.

Personel anket formunu alır. Olumlu ve olumsuz yönlerini yazar. Birbirinden habersiz çoğunluk, sanki birbiriyle anlaşmışçasına ortak olumsuz yönlere yer verir. Hayda! Oldu mu ya, şimdi bu? Suç aslında sizde değil, o formu muhatap alıp da alın doldurun diye veren de. Bir insanın hiç mi iyi yönü olmaz? Ben bu kadar kötü müyüm yahu? Sonra köre kör dendiği nerede görülmüştür? Amiri eleştirmek ha! Görürsünüz siz! 

Tatil de iyi geldi. Düşünmeliyim. Ne yapabilirim? Eleştiriye eleştiri! Hatta suçlama. Zira en güzel savunma saldırıdır. Görsünler bakalım günlerini! Ama ne yapmalıydım? Düşünürken hemen imdadına şu fıkra yetişir. Şu anda sizin okuduğunuz fıkrayı bir daha bir daha okur. Neymiş bir bakalım?

"Amerikan büyükelçisi bir dizi ikili görüşme için Rusya'ya gider. Görüşme sonrası büyükelçiye Rus metrosu gösterilir. 'Bu metro, belirlenen vakitte gelir. Gecikmez. Gecikse gecikse en fazla 3 dakika gecikir' açıklaması yapılır. 

Beklenen tren, süresinden 5 dakika sonra gelir. Amerikan Büyükelçisi, '5 dakika gecikti' deyince Rus Büyükelçi, 'Ama efendim, siz de Kızılderilileri öldürdünüz' der."

Fıkra bu kadar. Hemen bu kıssadan hisse çıkarmalıydı. Hay aklınla bin yaşa Rus büyükelçi! Biliyorum senden dost olmaz ama şimdilik bu aklını senden satın alacağım. Senin, haddini bilmeyen ABD büyükelçisine gösterdiğin tepkiye benim de ihtiyacım var. Tıpkı senin çiftliğinde horozlanıp seni eleştirmeye kalkan ABD elçisi gibi benim emrim altında da haddini bilmeyenler az değil. Hemen iç hattan yardımcılarını olağanüstü bir toplantıya çağırır. Onlara "Biz bir ekibiz, bana yapılan size yapılmış demektir. Malumunuz ankette bizi yerden yere vurmuşlar. Şimdi vurma sırası bizde. Biz öyle onlar gibi vurup bırakmayacağız. Öyle bir şey yapmalıyız ki bakalım er mi yaman yoksa bey mi? Sizlerden istediğim müflis tüccarın eski defterleri karıştırdığı gibi siz de personelin cemaziyelevvelini didik didik edeceksiniz, onları yere serecek ne bulursanız kabulümdür. Öyle hatalarını bulacaksınız ki belgeli olacak. Bu eksikliklerini birbiri görecek şekilde gözlerine bakarak yüzlerine vuracaksınız. Öyle vuracaksınız ki bir daha bizi eleştirme  cüretini kendilerinde bulamayacaklar. Haydin aslanlarım! Gazanız mübarek olsun şimdiden!

Emri alan yardımcıları masalarının başına geçerler. Kendilerini düşman bilen personelin şeceresini didik didik ederler. Sonunda iki şeyi birbiriyle kıyas yaparak karşı eleştiriyi suçlama boyutuna getirmeye karar verirler. Bunu da en iyi istatistik bilimi yapardı. Çünkü yalanlar en güzel şekilde istatistiklere söyletilebilirdi. 

Her bir yardımcı, her bir personelin uhdesinde olan görevlerin birini diğerine kıyaslatmak suretiyle personelin başarısız olduklarını excel üzerinden gösterime hazırlar ve günü gelince ekrandan "Bak, sen burada başarısızsın, gerilemişsin" diyerek birer sunum yapar.  Bunu hazırlarlarken yoruldular ama değdi. Neyle suçlandığını gören personel oflayıp puflasa da durum aynen böyleydi. Çünkü Halep oradaysa arşın buradaydı, Güneş balçıkla sıvanamazdı. Hemen hemen çoğu personel böylece ağzının payını aldı. Bu da onların kulaklarına küpe olsun. Bir daha olur olmaz yere hiç hak etmediğimiz halde bizi eleştirmeye kalkmasınlar.

*Yazı, kişi ve kurumları bağlamaz. Hayal mahsulüdür.



Meclisin Boğaz Harbi ***

TBMM başkanı iken taşı toprağı altın kabul edilen İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığına aday olan Son Başbakan Sayın Binali Yıldırım, yaptığı bir açıklamada TBMM lokantasında 550 çeşitten fazla yemeğin olduğunu, bu kadar yemek çeşidinin kaliteyi düşürdüğünü, azaltılması gerektiğini söylemiş. Böylece Meclisimizde ne kadar yemek çeşidinin olduğunu öğrenmiş olduk. 
Öğrenmenin yaşı olmazmış. Gözümle görüp tatmasam da en azından 550'den fazla yemeğin olduğu bilgisine bu vesileyle ulaşmış oldum. Bilgi bilgidir. Nasıl ki zenginin parası züğürdün ağzını yoruyorsa görmesem de, tatmasam da bu kadar yemek iştahımı kabartacak. Bir düşüncedir aldı beni şimdiden. Kör talihime kızmaya başladım. Ufukta bir milletvekili seçimi de yok ki oraya kapağı atmak için şansımı deneyeyim. Daha önce bu kadar yemeğin olduğunu bilmiş olsaydım bu yolu her seçimde denerdim. Vekil olmak için uğraşıp didinenlerin bir bildikleri varmış demek ki. Ama bunu bana bugüne kadar seçilip gidenler hiç söylemedi. Hep hizmet dediler bana. Nedense seçilen bir daha bir daha seçilmek için uğraştı, oradan çıkmamak için varını yoğunu ortaya koydu. Seçilemeyeler ise tekrar tekrar denedi. Sakın tüm bu uğraş Meclisteki bu yemekler için olmasın. Bir gün bahtım açılır da Allah yürü ya kulum derse ben vekil maaşı falan istemem. Nasılsa orada cennet misali her türlü yemek varmış. Yediğim önümde, yemediğim arkamda kalırdı. Can boğazdan gelir deyip yedikçe yerdim.
Yaşım elli beş. Yokluk içerisinden geldim bugüne. Bugünden düne geçirdiğim yarım asrı deviren geçmişimi daha doğrusu yediğim, içtiğimi gözümün önüne getirdim. Ne kadar çeşidini yesem de bir elin parmaklarını geçmemiş yediğim içtiğim. Bıkmadan usanmadan birkaç çeşit yemek çeşidini yiyip içerek ömrümü geçirmişim. Kendime değil de midem adına üzüldüm doğrusu. Benim bahtsızlığım yüzünden midem de bayram edemedi hiç. Evet Allah'ın bize verdiği nimetler say say bitmez, bunu biliyorum ama yediğimi, yemediğimi saysam herhalde 50 çeşidi geçmez bildiğim yemek çeşidi. Kazara Meclise gitsem garson yanıma gelip "Efendim! Ne alırdınız" dese herhalde "şundan" derdim. Çünkü bu kadar yemeğin adını bilmeme imkan yok. Belki de yemek çeşitlerini bilmediğim için Meclisin kapısı açılmadı bana bugüne. Doğru ya! Yemek kültürü olmayan bir cahilin ne işi vardı o yüce Mecliste?
Geç de olsa öğrendiğim bu kadar yemek çeşidinden sonra iştahım kabarmıştı ki Meclis başkanlığına veda etmeye hazırlanan Başkan, maalesef iştahımı kursağımda bıraktı. Azaltacakmış yemek çeşidini. Ölür müsün öldürür müsün? Tam layığımı bulacağım derken yemek çeşidini azaltmak da neyin nesi? Ben de Binali Beyi yeniliklere açık biri sanırdım. Yemek çeşidini en azından 600'e çıkartmak için kafa yoracağı yerde indirecekmiş. Niçin 600 derseniz? Efendim malumunuz Meclisin vekil sayısı bu dönem 600'e çıktı. Her vekil için bir yemek çeşidi bence çok iyi olurdu. Hatta her bir yemeğe her bir vekilin ismi verilebilirdi. Birbirlerinin yemeğini yiyerek vekiller arasında bir uhuvvet meydana gelebilirdi. Meclis kürsüsünde ve dışarıda birbirlerini yemek için uğraşacaklarına isimleriyle müsemma yemeklerden yiyerek hem karınlarını doyurmuş hem de göründüğü kadar kötü değilmiş, lezzetiymiş, en azından kendi kötü ama Allah var, yemeği güzelmiş derlerdi. Hatta hınçlarını, kavga etmeden birbirlerinin yemeklerinden yiyerek  çıkarabilirlerdi.
Merak ettiğim, Binali Başkanın 550 çeşit yemeğe niçin taktığı? Çokluktan ne zarar gelmiştir bugüne? Yokluktan değil mi bizim hep çektiğimiz! Yemek çeşidinde Binali Bey'in görmediği bir incelik var. Neden 550? Çünkü daha önce Meclisin vekil sayısı 550 idi. Vekil sayısınca bir yemek çeşidi yani. Zamanında kim düşündüyse iyi düşünmüş. Binali'ye de bu aşamada düşen,  giderayak eski köye yeni adet getirmek değil; madem iyilik yapacak, bıraksın yemek çeşidini azaltmayı, yemek çeşidini 600'e çıkarsın. Çünkü gelenekler böyle yaşatılır. Lütfen pişmiş aşa su katmasın. Birileri bunu Binali Bey'e söylesin. Çünkü bu iş İDO müdürlüğü, vekillik, bakanlık, başbakanlık, Meclis ve Belediye başkanlığı yapmaya benzemez. Mevzubahis ettiği boğaz harbidir. 
Aman dikkat Binali Bey! Milletin vekili vekilin yemeğiyle oynama!
***16/02/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.