8 Şubat 2019 Cuma

Göle Maya Çalma Partisi ***

—Efendim! Yıllardır her yolu denedin, ya tutarsa deyip her göle maya çaldın, maya tutsun diye bekledin. Bekleyen derviş muradına ermiş misali sanki bu defa olacak gibi!
—Ne demek istediğini anlayamadım. Biraz açar mısın?
—Malum bir siyasi partinin başındasın. Üstelik genel başkanlığını yaptığın parti Türkiye'nin en köklü partisi. Ama partiniz hep müzmin muhalif kaldı bugüne kadar. Kurtarıcı diye size bel bağlamıştı partilileriniz. Çünkü seçmeniniz yıllar yılı iktidar olamamanın, her seçimden yenik çıkmanın psikolojisini yaşıyor her seçim. Bu durum düne kadar böyleydi. Bugün rüzgar sizden yana esiyor. 
—Nasıl?
—Efendim! Siz siyasetin duayenlerindensiniz. Piyasayı bir koklayın. Ülkeyi 16 yıldır yöneten iktidarda bir yıpranma söz konusu. Seçmen güvenilir bir liman arıyor. Bu yerel seçimler sizin için bir fırsat. Çünkü yerelde rüştünü ispatlayan bir siyasi partiyi seçmen en yakın genel seçimde iktidara taşıyor. Bence sizin için bir fırsat bu. Sevinmelisiniz bu duruma. Böylece seçmeninizin yüzü gülecek. Sizin de çaldığınız mayalar meyvesini verecek. Nihayet yenile yenile yenmeyi öğrendiniz. Şimdi yapacağınız tek şey iyi ve doğru belediye başkanı adaylarıyla bu seçime asılmak.
—Deme ya! Bize iktidar yolu göründü mü? Böyle bir şeyi beklemiyordum. Halbuki bu ülkenin muhalefete de ihtiyacı var. Zira demokrasinin olmazsa olmazıdır bu. Biz kendimizi sürekli muhalif kalacak şekilde konumlandırmıştık. Tecrübelerimizden bu millet faydalanmalıdır. Ülkeye hizmet sadece iktidarda iken yapılmaz.
—Anladığım kadarıyla rüzgarın size doğru esmesinden pek memnun olmamış görünüyorsun. Siyasi partiler niçin vardır? İktidar olmak için değil mi? Sanki siz iktidara talip değilsiniz. Meydan ve toplantılarda esip gürlediğinizi görünce iktidarı çok istediğinizi sanmıştım.
—İstemek ayrı efendim! Mecburen istiyoruz. Değilse seçmen bize niye oy versin? Ama iktidar olmayı kolay mı sanırsın? Çünkü iktidar olmak sorumluluk ister. Halbuki muhalefette iken bol keseden atıyor, hükümetin yaptığı her şeyi eleştiriyorduk. İktidar olunca biz kimi eleştireceğiz?  Çünkü biz aka kara demeden rahat edemeyiz. 
—Şimdi ne düşünüyorsun? 
—Ne düşüneceğim? Yapacağım belli. Partimi iktidara taşıyacak belediyeleri almamak için bir taktik geliştireceğim. Partililerin beklemediği ve istemediği adayları aday yapacağım. Yani partimi kaynatacağım. Ne yapıyorsun diyenlere de "Bu, parti içi demokrasi" diyeceğim. Kimi küsecek, kimi darılacak, kimi bizden kaçacak. Bizdeki parti içi demokrasiyi gören, bize yönelmek isteyen seçmen bizden kaçacaktır. Kaçsın! Benim de istediğim bu.  Çünkü ben genel bir başarı istemiyorum. Partim küçük olsun, benim olsun istiyorum. Sonra ben ne yaparsam yapayım bu ülkenin 1/4 seçmeni hep bana oy veriyor. Bunların verdiği oylarla bazı belediyeler bizde kalıyor. Ötesini de istemiyorum. Hepsine talip olup da niye ağrımaz başımı ağrıtayım?
—İlginç! Sizi anlamıyorum efendim.
—Boş ver, anlama daha iyi. Ben kendimi, partim kendisini bugüne kadar anlamadı ki sen anlayabilesin. Zaten biz de anlaşılsın diye yapmıyoruz bu siyaseti.
—Bu siyasetin adını söyle bari!
—Herkesi memnun etmeye çalışan ama kimseyi memnun edemeyen siyaset.
—Bu durumda partinizin adını değiştirin bari!
—Ne olsun?
—Göle maya çalma partisi.
—Niye böyle bir ismi layık gördün bize?
—Çünkü yaptığınız hiçbir şey tutmuyor da ondan.
—Bence yanılıyorsun. Biz başarılıyız. Çünkü yaptığımız her şey başarılı olmamak üzerine kurulu. İşte bizim başarımız da bu. Başarısızlıktır bizim başarımız.
—İşte ben de bu yüzden partinizin adını "Göle Maya Çalma Partisi" koyun diyorum. Niye dersen? Nasrettin Hoca da “ya tutarsa” deyip göle maya çalmış, ama göl maya tutmamış, tıpkı sizin yaptığınız gibi.

***19/02/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




Omuz/Kas Ağrısı


Omuz ağrısı deyip de geçmeyin. Girdi mi vücuda geçinceye kadar rahat ettirmiyor. Ne elini kaldırabiliyor ne de vücudunu oynatabiliyorsun. Boyun dersen zaten döndüremezsin. Döndürmek istersen tüm vücutla birlikte dönmen gerekiyor.

Bu hastalık diğer hastalıklara benzemiyor. Nasıl bir hastalık ise rahat ettirmiyor. Ne yatırıyor ne de kaldırıyor. Yattığından ve kalktığından zevk almıyorsun. Buna yakalanan rapor alıp istirahat de etmiyor. İşine yine devam ediyor ama kolay kolay işe kendini veremiyor. 

Halk arasında kulunç diye bilinen bu ağrıya şimdilerde kas ağrısı deniyor. Birden de gidivermiyor. Kemiklerine varıncaya kadar sızlatıyor. Ne attığın hapın faydası var ne çiğnetmenin ne de tutturmanın. Çekiyorsun günlerce. Ne zamana kadar devam ediyor? Vücudun yumuşayıncaya kadar devam ediyor. Ne zaman ki elini çenene tutup başını sağa sola çevirip kulunç kırılmaya başlayınca yavaş yavaş rahatlamaya başlıyorsun, küt küt kırıldıkça rahatlıyorsun ama birden bırakıp gitmiyor.

Kas tutulması ve diğer hastalıklara yakalanmamak en güzeli. Kişi kendisinin doktoru olması gerekir. Hastalanmadan önce hastalanmamak en iyisi. Ama olmuyor. Bazı hastalıklar geliyorum, dikkat et, dese de kas tutulması geliyorum demiyor. Sen farkına vardığın zaman bu hastalık istenmeyen misafir olarak vücuduna yerleşmiş oluyor. Yeter ki terledikten sonra kendini dışarıya veya soğuğa at, cereyana kapıl, yatarken üzerini örtmeden yat veya üzerini aç. Sinsi bir şekilde vücuduna girer ve vücudunu kütük gibi yapar. Tedavisi sana bir müddet çektirmek ve sürüm sürüm süründürmek. Ne öldürür ne de ondurur.

Nereden mi biliyorum bu kas ağrısını? Çekiyorum şu anda. Bunu ancak çeken bilir. Üstelik bendeki bu kas ağrısı vücuduma misafir olalı üçüncü haftaya girdi. Sol tarafım yumuşadı, sağ tarafım ise direniyor. Atlattım galiba, bak yumuşamış diyorum. Ama bir müddet sonra sevincimi kursağımda bırakacak şekilde daha buralıyım, hemen sevinme diyor. Zaman zaman da bu bendeki, kas ağrısının dışında bir başka hastalık mı dedirtiyor insana. Bu kas ağrısı başka gidecek yer bulamamış gibi vücudumdan gitmemek üzere inatlaştıkça ben de inadına inat! Ben de bunun için doktora gitmeyeceğim diyorum.

Allah kimseye hiçbir hastalık vermesin ama doğru dürüst hastalık kabul edilmeyen omuz/kas ağrısını da vermesin kimseye. 


6 Şubat 2019 Çarşamba

Muhtar Çakmağı

Küçüklüğümde sigara içenler başta olmak üzere evlerin mutfağında genelde üzerinde "Vasati 40 çöp" yazılı kibritler olurdu. Az sayıda varlıklı insanlarda çakmak olurdu. Beyaz tütün tabakasıyla birlikte özene bezene saklarlardı çakmağı. Demek ki ya bu çakmaklar yaygın değildi ya da pahalıydı. Milletin alım gücü yoktu. 

Günümüzde kibritten ziyade çakmak kullanmak daha yaygın. Bir ara taşı ve gazı biten çakmakları doldurtmak modaydı. Çarşı merkezlerinin çoğu köşe başlarında bu işi yapan kimseler eksik olmazdı. Şimdilerde çakmağına hava dolduran pek kalmadı. Havası bitince atılan, yerine yenisi alınan kullan-at çakmakları daha çok kullanılıyor. Bir çakmak çeşidi var ki kullanılıp atılmıyor. Havası bitince tekrar tekrar kullanılan çakmaktır bu. Adı da muhtar çakmağı. Bu çakmağı üretip piyasaya sürenin bu çakmağa muhtar çakmağı adını vermediğini, diğer çakmak çeşitlerine göre pahalı olduğunu biliyorum.  Ama bu çakmağa niçin muhtar çakmağı dendi, bu adı kim verdi bilmiyorum. Sanal alemde basit bir araştırma yapınca bu çakmakla ilgili “Almanya’dan izinli gelen gurbetçilerin köyün ileri gelenlerine bu çakmağı hediye ettikleri, çakmağın bu şekilde yaygınlaştığı” bilgisine ulaştım. Bir diğer bilgi de “Köyün muhtarlarının şehre sık sık gidip gelmesi nedeniyle dönüşte bu çakmağı satın alıp geldikleri, genelde bu çakmağı muhtarlar kullandığı için halkın bu çakmağa muhtar çakmağı adı verdikleri” şeklindedir. Verdiğim bu bilgileri yaşı biraz ilerlemiş herkes bilir.

Garibime giden bu çakmağa niçin Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, başkan çakmağı denmedi de muhtar çakmağı dendiği? Bunu da anlamak zor olmasa gerek. Çünkü köylünün sürekli gördüğü, bir işi için uğradığı en büyük devlet yetkilisi muhtardır. O günün şartlarında daha büyük bir makam sahibini görmesi çok zor. Ama çakmağa muhtar çakmağı adı vererek halkımız yüksek öngörüsünü göstermiş. Çünkü muhtarlık bugün son yıllarda hiç olmadığı kadar revaçta ve önemli hale geldi. Hiçbir bütçesi olmamasına rağmen her seçimde mahallesine muhtar olmak isteyenlerin sayısı da az değil. Hatta çoğu yerlerde en büyük tartışma ve rekabetler muhtarlık seçimlerinde olmaktadır. Eskiye oranla imkanları artırıldı. Hiç olmadığı kadar itibarları da var muhtarların. En büyük itibarı da Sayın Cumhurbaşkanı verdi: Kah Beştepe’de misafir ediyor, kah İspanya’ya gönderiyor, kah umreye. Önümüzdeki günlerde bahtlarına nereler çıkacak bilmiyoruz. Seçildiği mahallede kullanabileceği bir bütçesi ve sorumluluğu olmamasına rağmen vali, kaymakam, belediye gibi yerlere rahat bir şekilde randevu alıp gidebiliyorlar. Her türlü davet ve toplantıda boy gösterebiliyorlar. Üstüne de kendi yaptıkları iş, ticaret ne varsa yapmaya devam ediyorlar. Bir yerde bulunmaları gerekmiyor, mesai kavramları da yok.

Tüm bunlara ilave olarak adamların kendi adlarına bir de çakmakları var. Hangi faniye, hangi makam sahibine, hangi şöhret sahibine nasip olur böylesi nimetler? Allah yürü ya kulum demiş sanki! Adlarıyla anılan çakmaklar da kaliteli ve pahalı. Çakar çakmaz çakan çakmak gibi. Üstelik kullanılıp gazı bitince atılmıyor, eskimiyor da. Çünkü sağlam mı sağlam. Taş yerinde ağır misali diğer çakmaklara oranla biraz kaba ve ağır.

Tüm bu yazdıklarımdan “Senin muhtar olasın var, galiba” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Muhtarlardaki bu imkanları ve çalışma şekillerini görünce insanın muhtar olası geliyor. Ben şimdilik muhtarlık özlemimi bir dostumun hediye ettiği muhtar çakmağını kullanarak gideriyorum. Belki muhtar olamadım ama çakmağım var. Adı da muhtar çakmağı.