24 Ocak 2019 Perşembe

Olması Gerekeni Söylediğimden Kimse Memnun Kalmadı(3)

Sahil kenarında beş yıldızlı bir otelde üç günlük bir seminere çağrıldım. Katılım yine zorunlu. Yeme, içme, barınma ve yol masrafları sponsora ait.

Okulların açıldığının üçüncü günü öğrenci ve öğretmen okula giderken biz aynı ilden iki yüz kadar yöneticiyle sahile gidiyorduk. Eğitim ve öğretimi beş yıldızlı otelde kurtaracaktık.

Firmanın temin ettiği otobüslere doluştuk, çıktık yola. Hareket noktamızdan 150 km kadar gitmiştik ki otobüsümüz arızalandı. Yeni bakımdan çıkmış otobüs dayanamadı bizim yükümüze. Aklı, iradesi ve vicdanı olmayan otobüs, sizin gittiğiniz bu seminerden ben memnun değilim arkadaş diyordu sanki. Doğru dürüst telefonun çekmediği mesken mahalin olmadığı uçsuz bucaksız bu yerde hizmette sınır tanımayan firmamızın harekat noktamızdan gönderdiği otobüsün gelmesini saatlerce bekledik. Önden giden diğer partnerlerimizden 4-5 saat gecikmeli olarak otelimize intikal ettik. 

Akşamında başlayan seminer, diğer günlerde sabahtan akşama yoğun bir şekilde devam etti. Konuşmacıların biri indi, diğeri çıktı hatip kürsüsüne. Biz ise koltuğumuza oturarak dinledik konuşmacıları. Sıkılıp çıkmak istesek kapıda bizi çıkarmamak için bekleyen milli eğitim müdür yardımcısını aşmak gerekecekti. Mümkün mü bu? Naçar dinledik tüm konuşmaları. Bana bu seminerin faydası ne oldu deseniz, benim için en büyük faydası milli eğitim müdür yardımcısının görev tanımları arasında kapıda bekleyip giriş ve çıkışlara izin vermemesi olduğunu öğrenmek oldu.

Sabah, öğle, akşam ve ara öğünlerle birlikte karnımızı bir güzel doyurduk. Kuş sütü eksik yiyecekleri gördükçe şundan da alayım, bundan da alayım derken gözümün istediğini midemin kabul etmediğini gördüm. Yeter bu kadar eziyet, benim de bir istiap haddim var değil mi serzenişine aldırmadan tabağıma aldığımı bitirmeye çalıştım, bitirdim de. Ki artık bırakmamak gerekiyordu. Yoksa israf olurdu. Davul gibi şişti karnım. Ne eğilebiliyor, ne de kalkabiliyorum. Tuvalete gidince de rahatlayamıyorum. Çünkü arkama bırakmadan  yediklerimden kabız olmuştum. Soda bile fayda etmedi rahatlamama. Durumum bu iken yiyemediklerimi gördükçe kaç defa içimden "Ya Rabbi, ya midemi büyüt, ya da canımı al" diyesim geldi.

Akşam yemeğinden sonra madem buraya geldik, yüzme bilmesem de girmedim demeyeyim diye havuza girdim, çıktım, saunaya girip terledim. Çıkışta lobide oturarak geç vakte kadar sınırsız çay içtim. Niye içmeyeyim ki çayı seviyorum, üstelik beleş. Beleş olunca kaçırır mıyım. Şu durumda eksik olan aradığım boş mezardı. Bulabilseydim oraya da girerdim.

Seminerin son günü cumartesi günü kahvaltıdan sonra yola çıktık, güç bela evimize geldik. 3-4 saatlik bir otobüs yolculuğu karnımın şişini indirmese de acıktırmıştı. 3-4 gün boyunca gördüğüm  sınırsız cennet nimetlerinden sonra evde beni dünya nimeti pırasa karşıladı. Moralim bozulsa da oturdum sofraya, birkaç alayım dedim. Birkaç derken pırasadan nasibimi tattım. Epey de yedim hayatım boyunca ölmeyecek kadar yediğim bu nimeti. Çünkü kaç gün boyunca yediğim sınırsız envaiçeşit yemekten daha lezzetli geldi. Karnımın şişi gitti, bağırsak sistemim düzene girdi. Oh be! Dünya varmış! Pırasa Allah'ın bahşettiği en büyük nimet, dedim.

Niyetim beş yıldızlı otelde eğitim ve öğretim seminerini konu edinmekti. Gördüğünüz gibi ben eğitimden ziyade yediğim ve içtiğimi anlattım. Şimdi gelelim sadede.

Seminer dönüşünden bir ay sonra yöneticiler, seminere katılan ilçemiz müdürlerini bir yerde toplayarak semineri değerlendirmemizi istediler. Bu sefer toplandığımız yer yıldızı olmayan bir okulun konferans salonuydu. 40 kadar müdür vardık toplantıda. Herkese tek tek söz verdiler. Her sözü alan "Çok iyiydi, değişiklik oldu, tekrarını bekleriz" dedi. Sıra bana geldi. Sayın hocam, beş yıldızlı otelde yapılan bu semineri içerik yönünden beğendim. Zira dolu dolu bir programdı. Yalnız seminer yerini tasvip etmedim. İsraf diz boyuydu. Bu seminer özel sektöre ait beş yıldızlı bir otelde yapılacağına devletin değişik illerde hizmetiçi eğitim enstitüleri var. Keşke bu seminer oralarda yapılsaydı, tam büfe yemek yiyeceğimize tabldot usulü yemek" der demez cümlemi tamamlamadan milli eğitim müdürü, eliyle işaret ederek "sıradaki" dedi ve sözü ona verdi. Yanımdakiler de ne söyleyeceklerini daha önceden belirlemişcesine "Çok iyi oldu, memnun kaldık, tekrarını bekleriz, teşekkür ediyoruz" dediler. Herkes memnuniyetini ifade ettikçe yönetici ve bu semineri organize edenler dört köşe oluyordu. Memnuniyetleri ağızları açık dinlediler.

Körler ve sağırlar birbirine pas atarak birbirlerini ağırlarken memnuniyetini ifade etmeyen tek kişi olarak sap gibi orta yerde  kalmıştım. Sıra en son konuşmacıdaydı. "Ramazan abiyi es geçtiniz, ben de tıpkı onun gibi düşünüyor ve bu seminer yerini tasvip etmiyorum, israf görüyorum" dedi. Tek başına kaldığım, kimseye derdimi anlatamadığım bir ortamda benim gibi düşünen ikinci bir cinsin daha çıkması beni fazlasıyla memnun etti. Allah razı olsun kendisinden.

Yeme, içme, konaklama ve yol ücretlerinin bir belediye tarafından karşılandığı bu semineri, tasvip etmediğimi söylediğimden gördüğünüz gibi bir kişinin dışında kimse memnun kalmadı. Ne diyelim, buna da şükür! Bir kişi de olsa beni anlayan çıktı. Çoğunluk ise yediği üzümün bağını sormadı ve sorgulamadı. Tekrarını bekleriz diyerek memnuniyetlerini ifade etmekle yetindiler.



Olması Gerekeni Söylediğimden Kimse Memnun Kalmadı(2)

Bir okulda yönetici olarak çalışırken beş yıldızlı bir otelde yemekli bir toplantıya davet edildim. Sadece ben değil, şehrimdeki 40-50 kadar okul da var davetliler arasında. Davet dedimse zorunlu davet bizimkisi. Önce telefon açtılar, sonra davetiye gönderdiler, ardından milli eğitim müdürü imzalı "katılım zorunlu" yazısı geldi.

Gönülsüz de olsa çağrıldığımız otele gittim. Masalar yemek servisi için hazırdı. Oturdum, başkaları da oturdu yanıma. Oturanların çoğu, toplantılardan tanıdığım yüzler idi. Arkadaşlar, bu yemeği kim veriyor dedim. Ses gelmedi. Sorumu tekrarladım. Biri "Proje karşılığı" dedi. Ne projesi, yemeğin projesi mi olur, sonra niçin bu yemek  devlete ait bir kurumda, mesela öğretmenevinde değil de beş yıldızlı bir otelde yapılıyor? Haydi yapıldı. Niçin yemekli? Pekala ben evimde karnımı doyurduktan sonra bu toplantıya gelebilirdim, dedim. "Kurumlar kendi arasında bu şekil projeler geliştirerek aralarında birbirlerine sponsor oluyor" dedi.

Biz böyle konuşurken daha doğrusu benim ortaya attığım sorulara kısa, net ve zoraki cevaplar alırken ardından servise geçildi. Önümüze konanları ardımıza bırakmadan afiyetle yedik. Ardından toplantı başladı, bildik protokol konuşmalarının ardından toplantı sona erdi.

Yapılan proje karşılığı sponsorun çektiği bir yemekli toplantıya belki de ilk defa katılan ben karnımı doyurdum. Bu durum nefsimin de hoşuna gitti. Ama vicdanım el vermedi. Bunu da yanımda oturanlara bu bağın üzümü nereden diye sorarak gösterdim. Ama ortaya attığım bu kılçıktan yanımdakiler memnun kalmadı. Hal ve tavırlarından sezdim bunu.

Yapılan İyilik Unutulur mu? (2)

Öğretmenliğe başladığımın 2.yılı. İdealist bir öğretmeniz o yıllar. Öğretmenlerimizden gördüğümüz gibi gramla not verdiğim dönemler.

Yıl 1993 veya 94. Bir İHL'de öğretmenim. Lise 3.sınıflardan bir sınıfın Arapça derslerine giriyorum. Lise 3'ün Arapçası da diğer sınıflara göre daha zor. 

Girdiğim 11 A sınıfı diğer sınıflara göre başarılı öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir sınıftı. Bir öğrencim var, Arapçası iyi idi. Herkes zorlanırken yaptığım üç sınavda hep 10 almıştı. (Onluk sisteme göre) Sözlüsüne de 10 vererek dönem notu 10 düştü. Bu notu da hakkıyla aldı. Yani ben vermedim.

İkinci dönem başladı. İlk dönemde derse katılan ve her sınavda 10 üzerinden 10 alan öğrencim, ikinci dönemde derse katılmayı bıraktığı gibi sınavlardan da 7'nin üzerinde not alamadı veya almadı. Çünkü dersi tamamen bırakmış ve hazırdan yiyordu.

İkinci dönem sonuna yaklaştık. Sözlüleri vereceğim. Sözlü notunu verirken de yazılıları göz önünde bulunduruyoruz elbet. Derse katılana yüksek sözlü notu takdir ederken katılmayana yazılı ortalamasını etkilemeyecek bir not veriyordum. Verdiğim sözlü sayısı da bir tane. Prensip olarak her öğrenciye sadece bir sözlü notu verirdim.

En yüksek not 10'dan ikinci dönem ortalaması 7 düşecek bu başarılı, efendi ve saygılı öğrenciyi ne yapmalıydım? Evet dersi bırakmıştı ama 10 alacak kapasitede bir öğrenci idi. Prensibim tek sözlü notu notunu 10 yapmazdı. Elime hesap makinesini aldım. Kaç sözlü verirsem notu 10'a çıkardı tekrar? Vereceğim üç sözlü notu, öğrencinin Arapça notunu tekrar 10'a yükseltebileceğini gördüm. Döşedim üç tane 10 sözlü notunu. Değerdi bu başarılı öğrenci için. Ona verince tüm sınıfa da üç sözlü girdim, sadece o sınıfa has.

O zaman ki yıllar not girmek şimdiki gibi değildi. Önce silinti ve kazıntı olmadan not defterine yazacaksın, ardından not fişine tüm yazılı ve sözlüleri tek tek tükenmez kalemle yazacaksın. Not fişinde de silinti ve kazıntı olmayacak. 30-35 kişilik sınıfta not fişini tüm dikkatinle özene bezene yazıyorsun. Kazara son öğrencide bir hata yaptın, sil baştan not fişini yenileyeceksin.

Öğrencimizin 7 olan ortalaması, verdiğim üç sözlü notu ile ikinci dönem de 10 düştü. Benim için külfetli oldu ama değdi. Çünkü gelecek vadeden bir öğrenci için değerdi. Bundan sayesinde sınıfı da faydalandı. Onun adına sevinmiştim.

Gelecek vadeden ve yaşantısıyla örnek olan bu öğrencimiz liseden sonra yükseğini de okudu, çalıştı, çabaladı. Bugün çoğu kimseye nasip olmayan bir yere geldi. Kendisinden randevu talep ettim, dönüş yapmadı. Demek ki bana ayıracak üç beş dakikası yokmuş. En azından "Kusura bakma! Randevu ajandam dolu" diyebilirdi. Hiç hatırım yokmuş demek ki. Umarım makam değiştirmemiştir kendisini.

Nedense ona verdiğim üç sözlü notu aklıma geldi. Lise 3'de Biyoloji öğretmenimin bana verdiği sözlü notunu unutmadım. Ama görüyorum ki benim notum kendisinin hiç aklında kalmamış. Canı sağ olsun! Ne diyelim?