23 Ocak 2019 Çarşamba

Yapılan İyilik Unutulur mu? (1)

Lise üçüncü sınıftayım. İlk yazılıların tarihleri ikisi dışında bir bir açıklandı. Sınavlara çalışmaya bugün başlarım, yarın başlarım derken yazılı haftası geldi çattı. Tarihi açıklanmayan iki dersin öğretmeni sınıfa gelerek salı gün sınav olduğumuzu duyurdu.

Pazartesi gününe konmuş iki sınavı olduktan sonra akşamında dalı günü yapılacak sınavlara çalışayım diye oturdum. Bir günde üç sınav var. Hangi birine bakacaksın? Son güne bırakırsam olacağı buydu. Ne yapayım, ne edeyim derken kendimi ikna edecek bir fikir belirdi zihnimde: Ramazan, sen üç derse birden bakarsan içinden de zayıf alırsın, en iyisi ikisine çalış, diğerini bırak. Bu yol ile en azından iki dersten yüksek not alırsın. İyi de hangisini bırakayım? Zor olanını bırak. Çünkü sadece bu zor derse baksan, zaten bu dersi halledemezsin. Bu ders de benim için Biyoloji dersi idi. Öyle yaptım o akşam. İsimlerini unuttuğum iki derse çalıştım. Biyolojinin yüzünü açmadım. Benim için canıma minnet idi. Çünkü bu ders sayısal bir ders idi. Bu tür sayısal derslerle aram hiç iyi olmadı. Biyolojiden boş kağıt vermeye karar verdim.

Ertesi gün üç sınava birden girdim. Diğer iki dersin sınavı iyi geçti. Kafama koyduğum gibi Biyolojiden boş kağıt vermek üzere adımı soyadımı yazdım, ders boyunca sınıf, bildiğini yazarken ben boş boş bekledim. Yarım yamalak bildiğim soruları da cevaplamadım. Ders öğretmeni Osman Kırlar, hiçbir şey yazmadığımı görünce "Bu bir tavır mı" dedi. Hayır hocam, çalışmadım dedim. 

Sınav sonuçları açıklanınca Biyoloji, beklediğim gibi 1(bir) geldi. Diğer iki dersin sonucu iyi geldi. Benim gibi sınav gecesi dersin başına oturan ve üç sınava da hazırlanmaya çalışan arkadaşların üç sınavı birden kötü kötü geldi. Hatta bazı arkadaşlar, "Sen boş kağıt verdin, bir aldın; biz doldurup verdik, yine bir aldık dediler.

İkinci sınavlarda Biyolojiden 5 aldım. Beş derken onluk sisteme göre beş. Şimdinin 2'si yani. Hacı beş derlerdi o zamanlarda. Üçüncü sınavda da yine 5 aldım. Zaten en iyi alacağım not da bu idi. Dedim ya sayısal özürlüyüm.

Dönemin son haftası karneyi almadan çekip gittim köyüme. 25 tatilinde bir arkadaşım, "Konya'ya gidiyorum. Verirlerse karneni alayım mı" dedi. Olur dedim. "Zayıfın var mı" dedi. Biyoloji zayıf dedim.

Dönüşte "Ne yalan söylen, zayıfın olmadığı gibi takdirin bile var" dedi. Notlarına baktım, Biyoloji dönem notum beş idi. Şaşırmıştım. Nasıl olur? 3.5 düşen ortalamama öğretmenimiz sözlüden kanaat kullanarak beş vermişti. O anda madem Osman Hocam bana güvenip beş verdi, ikinci dönem sınıfta Biyolojiden en yüksek not benim olacak dedim.

İkinci dönem başladı. Osman Hoca derse girdi. İçinizde takdir alan var mı" dedi. Herkes birbirine baktı, ben de baktım herkese. Kalkan parmak yoktu. Olmazsa ben kaldırayım dedim, parmağımı kaldırdım. Hafifçe gülümsedi ve başını salladı. Ne var bunda demeyin. Osman Hocadan bahsediyorum. Pek gülmesi görülmezdi. Ben bu gülme ve başını sallamadan iki anlam çıkardım: 1.Ben sana ortalaman 3.5 düşerken kanaat kullanıp beş vermeseydim, sen o takdiri rüyanda bile göremezdin. 2.Vay be! Demek ki biz o beşi tam adamına vermişiz, verdiğimiz beş de bir işe yaramış.

İkinci dönemin sonu geldi çattı. Benim Biyoloji bütün sınıfta yedi idi. Sınıfın en yüksek notu da bu idi. 

Sevmediğim ve başarmakta zorlandığım bir dersten sınıfta en yüksek notu almamda öğretmenin bana güvenmesi etkili oldu ve beni teşvik etti. Osman Hocamın 1984-1985 öğretim yılında yaptığı bu iyiliği hiç unutmam. Hatırıma geldikçe kendisini hayırla yad ederim. Bugün karşılaşsam saygıda kusur etmem, elini öperim.  Yaşıyorsa kulakları çınlasın, vefat ettiyse Allah rahmet eylesin.

Küçük veya büyük yapılan iyilik unutulur mu? Unutulmaz. Ben de unutmayanlardanım. Unutanlar yok mu? Var elbet! Onu da diğer yazımda anlatayım.

Not: Onluk sisteme göre en yüksek notun 10 olduğu not sisteminde 7, yüksek bir not değil. Yüzlük sisteme göre 70 demektir. O zamanlarda bir dersten yüz almak, hele Osman Hoca gibi gramla not veren bir hocadan 7 almak kolay değildi. Öğretmenler idealist idi, haybeye not vermezlerdi. Öğrenci not dilenmezdi. Veli okulu aşındırmadı. Takdir kaçla alınır, kimse bilmezdi. Sınıfta şimdilerde olduğu gibi hemen hemen herkes gibi takdir almazdı. 40-45 kişilik sınıfta takdir alan en fazla üçü gezmez, bazı sınıflarda hiç alan olmazdı. 7-8 kişi ortalama teşekkür alırdı. Verilen notun da, alınan notun da bir değeri var idi.






Ben Hala O Kimseyim. Ya Sen? *

"Eski tarihlerde bir medresede okuyan üç idealist arkadaş varmış. Medreseden mezun olduktan sonra nerede ve hangi işte, hangi görevde olurlarsa olsunlar, birbirleri ile irtibatı kesmeyeceklerine, doğru yoldan, adalet ve hakkaniyetten ayrılmayacaklarına, İslâm davasına hizmetten asla geri durmayacaklarına dair söz vermişler. Fakat o dönemlerde iletişim araçları yetersiz ve sınırlı olduğundan, sonraki yıllarda karşılaşmaları halinde birbirlerini tanımakta zorluk çekmemeleri için aralarında bir şifre belirlemeye karar vermişler. Çok kısa ve hatırda kalıcı bir şifrede anlaşmışlar: “Ben O’yum!”
Aradan uzun yıllar geçmiş, bizim üç idealist dava arkadaşının her biri bir köşeye savrulmuş: Biri müderris (hoca), diğeri tüccar, bir diğeri de mutasarrıf (vali) olmuş. Tüccar şehir şehir dolaşırken bir şehirde arkadaşının mutasarrıf olduğunu öğrenmiş ve hemen kadim dava arkadaşını ziyaret ve tebrik etmek istemiş. Lakin güvenlik ve bürokrasi çarkını aşmak kolay olmamış. Görevlilere kendini tanıtıp vali beyin medrese arkadaşı olduğunu, yıllar öncesinden tanıştıklarını anlatmışsa da sırasını beklemek zorunda kalmış. Vakit geçmiş, lakin kendisine bir türlü sıra gelmemiş.
Nice sonra bizim tüccarın aklına o yıllarda belirledikleri şifre gelmiş. Derhal küçük bir kâğıt parçasına “Ben O’yum” yazmış ve görevliye uzatarak bunu vali beye iletmesini istirham etmiş. Onun bu ricasını isteksizce yerine getiren görevli az sonra geri dönüp aynı kâğıdı tüccara uzatmış. Bizimki şaşırmış. Ama asıl şaşkınlığı kâğıdın arkasını çevirince yaşamış: “Sen O olabilirsin ama… Ben O değilim!” (Abdullah Yılmaz-Yeni Akit gazetesi)
Yukarıdaki hikayenin bir benzerini hepimiz çoğu zaman yaşarız. Çünkü zaman, şartlar, makam, mevki ve şöhret yıllardır tanıdığınız insanı değiştiriveriyor. Bu hikayeyi en iyi başına böyle bir şey gelenler anlar. Çünkü eşekten düşmüştür. Eşekten düşmeyenler "Benim tanıdıklarım, dostlarım yapmaz böyle bir şey" der. Çünkü daha başına gelmemiştir. Yine bu hikayeyi okuyan biri "Ben ileride makam sahibi olursam asla eski dostlarımı ve onlarla geçen hukukumu unutmam, bir makam için insan değişir mi" der. Ama bir zaman gelir ki o da makam ve mevki sahibi olunca daha önce ayıpladığını kendisi de yapabilir. Zira bunun örnekleri çok.
Tüm makam sahipleri böyle eski dostlarını unutur, onlara sırtını döner, görmezden gelir mi? Değil elbet. Eğer bir kişi bir makama hak ederek gelmişse makamdaki görevini layıkıyla yerine getirdiği gibi eski dostlarına da zaman ayırır, onları makamında ağırlamaktan onur duyar. Bu tipler makamla, koltukla değişeceklerden değildir. Ama bulunduğu makama birilerinin elini, eteğini öperek hak etmeden gelmişse işte bu tipler geçmiş hukuku unutur, dostlarını hatırlamaz. Onun gözü bulunduğu makamı garantiye almak ve daha da yukarılara çıkmak. Bunun için üstlerine göz kırpar, onların gözüne girmeye çalışır. İşte bunlar koltuğun değiştirdiği tiplerdir. Bunlardan dost falan olmaz. Değiştiğini gördüğün zaman geçmişine hayıflanır, tanıyamamışım der, yoluna devam eder, geçer gidersin. İçinde bir burukluk, bir kırgınlık olur sadece. Sen de seni hesaba katmayan bu eski dostunu unutmaya çalışır ve onunla gurur duymazsın. Çünkü sen hala o'sun, fakat tanıdığın o, o değildir artık.

* 10/05/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yalnızsın Bey Baba! ***


—Allah'tan isteyip de elde edemediğin, hayal edip de gerçekleştiremediğin var mı?
—Yok elhamdülillah! İstemediğimi ve hayal edemediğimi de verdi. Görmediğim zirve kalmadı desem yeridir. Hala ayakta ve zirvedeyim. 
—Her insana nasip olmayanı Allah sana bahşetmiş. Çevren de çok genişlemiştir, dostların çoğalmıştır. Bu durumda sırtın yere gelmez desene.
—Çevrem geniş, sevenlerim çok, düşmanlarım da. Hatta benim için ölüme koşanlar bile var. Gördüğün gibi sırtım da yere gelmiyor. Çevrem de kalabalık. 
—Daha ne istersin? Şükret haline!
—Şükür de, yalnızım.
—Az önce sevenlerin çok etrafım da kalabalık demiştin.
—Orası öyle de yine yalnızım.
—Desene kalabalıklar içerisinde yalnızsın. Niçin yalnız kaldığını en iyi sen bilirsin o zaman. Şayet bilemiyorsan birlikte baş koyduğun yoldaşlarına sor. Çünkü kişiyi en iyi yola çıktıkları bilir.
—Bilemedim ki! Onlar yok şimdi etrafımda. 
—Niçin, ne yaptılar da seni yalnız bıraktılar? Ya da sen mi onları bıraktın?
—Ben hiç onları yalnız bırakır mıyım? Onlar beni terk etti. Otobüsten iner gibi birer birer çekip gittiler.
—Kaç kişi bunlar?
—Çok! Hangi birini sayayım.
—Anlaşılan kırmış olmalısın onları.
—Ne kırması! Her biri bugün varlarsa, isimleri anılıyorsa hepsi benim sayemde tanınır oldular, makam sahibi yaptım hepsini. Benim onlara yaptığım iyiliği ana-babaları yapmamıştır. Ben olmasaydım onlar bir hiç idi.
—Yaptığın iyilikleri başa kakıyorsun. Başa kakılmayı kulu sevmediği gibi Allah da sevmez. Allah'ın gücüne gider bu.
—Doğruya doğru. Ama doğrusu bu… Bugün varlarsa benim onlara verdiğim imkanlar sayesindedir. Bana bunu yapmayacaklardı.
—Birlikte yola çıktığın, kendilerine iyilik yaptığın ve bugün otobüsten indiler dediğin kişiler, sen bir şey yapmadan mı çekip gittiler?
—Hepsinin hatası vardı. Nankörlermiş meğer!
—Yahu yanından çekip giden bir kişi olsa eh diyeceğim; iki, üç, dört, beş olsa olabilir diyeceğim. Hepsi gitmiş, sen hala benim hatam yok diyorsun. Kusura bakma ama bu gidişte senin de payın var, belki de fazlası sende, ekibi tutamamışsın yanında.
—Onları her bir makama ben getirdim.
—Diyelim ki sen getirdin, senin sayende makam, mevki ve şöhret sahibi oldular ve nankörlük yapıp çekip gittiler. Adama sormazlar mı, sen insan sarrafı değil misin, bu kadar kadir kıymet bilmeyen nanköre zamanında nasıl/niçin makam verdin?
—Sen beni suçluyorsun. Benim yanlışım yok hiç.  
—Sen ki birçok konuda yaptığın hatalarınla yüzleşebilen birisin. Bu konuda da kendinle yüzleşmelisin. Eski dostlarının gönlünü almalısın. Yoksa gittikçe yalnızlaşırsın. Benden sana bir dost nasihati. Bir de sana bir soru soracağım. Dostların tek tek çekip giderken onların yokluğunu ne ile doldurdun? Çünkü sorumlu bir makamdasın. Bunun için ekip gerek.
—Onların yerine yenisini buldum.
—Yani yola çıktıklarını yolda bulduklarınla değiştirdim desene.
—Hayır, ben vefalıyım. 
—Çekip gidene niçin gidiyorsun dedin mi? Onların gönlünü aldın mı?
—Hayır, ben niye gönüllerini alacağım. Benden uzaklaşan onlar. 
—Kusura bakma da ben bunca kalabalıklar arasında senin niye yalnız olduğunu, yalnızlık çektiğini galiba buldum: Yola çıktıklarını yolda ekmek, yerine yenisini almak. Maalesef gittikçe yalnızlaşacaksın bey baba! 

***26/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.