5 Ocak 2019 Cumartesi

İnsanımızın Cuma ile İmtihanı


—Bugün günlerden ne?
—Bilmiyorum.
—Nasıl bilmezsin? Hayatını nasıl idame ettiriyorsun? Mesela okula gideceksin, cumaya gideceksin...
—Bugün hangi gün diye bir takıntım yok. İhtiyaç olursa cep telefonumdan ayın kaçı, hangi gün diye bakıyorum. Çoğu zaman buna da ihtiyacım kalmıyor.
—Nedenmiş o?
—Eş-dost hatırlatıyor, sağ olsun.
—Nasıl?
—Okul günü ise okuldan mesaj geliyor. Diyorum ki bugün şu gün.
—Cumayı nasıl biliyorsun?
—En kolayı o. Hiç zorlanmıyorum. Daha akşamından ardı arkasına cuma mesajları geliyor, hem de resim formatında.
—Çok mu geliyor?
—Çok mu da laf mı? Yığınla geliyor, hem de yağmur gibi.  Sağ olsun dostlarımız cuma mesajlarını hiç sektirmiyor. Hatta aynı kişiden aynı andan iki, bazen üç mesaj birden geliyor.
—O niyeymiş, mesajın içeriği mi farklı?
—Hayır, aynı mesaj. Noktasına, virgülüne dokunmadan aynı şekilde geliyor. Zaten değiştirmek istese de değiştiremez. Çünkü resim formatında.
—O zaman bir tane gönderse yetmez mi?
—Yeter yetmeye de birden fazla gönderdiğini bilmiyor. Çünkü bir yerden hazır bulduğu mesajı telefonundaki kayıtlı tüm numaralara whatsapp aracılığıyla gönderiyor. Çünkü adı geçen kişilerle aynı zamanda whatsapp grubundayız. Hasılı benim cuma dostum gönder tuşuyla bu işi bir defada hallediyor.
—Telefonunun hafızası bu şekilde çabuk dolar.
—Dolmaz olur mu? Belirli periyotlarla cep telefonunun hafızasını temizlemek zorunda kalıyorum.
—Senin bu mesaj gönderenlerle hukukun nasıl, sık sık görüşür müsün?
—Çoğu ile haftada bir cuma mesajı dolayısıyla sanaldan bu şekilde görüşüyorum. Başka da bir iletişimim yok.
—Ne demeli böylelerine?
—Çok şey denebilir. Ama ilk aklıma gelenleri söyleyeyim istersen. Cuma dostu... haftalık dost... beklenmeyen misafir... istenmeyen misafir denebilir.
—Bu konuya bir de şu açıdan bakamaz mıyız? Adam ne güzel haftalık da olsa hayır dileğinde bulunuyor.
—Benim cumamı tebrik edecek kişi adıma hitaben kendi mahsulü bir şeyler yazıp gönderse eh diyeceğim. Gönderilen hazır format. Ne adım var ne de sanım.
—Sen bu mesajlara cevap veriyor musun bari?
—Hayır, hiçbir mesaja cevap vermiyorum. Sadece sabır çekiyorum. Tek faydası bu.


4 Ocak 2019 Cuma

Bu Kafalar Değişmeli Artık! **


"Beraet-i zimmet asıldır" Mecelle kaidesini bilmeyenimiz yoktur. Hatta hiç ağzımızdan düşmez. Mecelle kalkmasına rağmen bu madde darbımesel gibi hala günümüzde kullanılmaya devam etmektedir. Bu maddenin unutulmaması öyle zannediyorum ifade ettiği anlamdır. "Tersi ispatlanmadıkça insanların suçsuz sayılması ilkesi" demektir bu cümlenin manası.

Bugün biz bu ilkenin neresindeyiz? Maddeye riayet ediyor muyuz yoksa sadece dilde mi? Öyle zannediyorum pek azımız bu maddenin manasına uygun hareket ederken çoğunluk ise daha yargılama olmadan masumiyet karinesini çiğneyerek kişiyi baştan suçlu ilan ediyor, tu kaka yapıyor, hayat hakkı tanımıyor. Elinde imkan olsa boğacak. Böyle davrananlara el insaf demek lazım.

Kişiyi baştan suçlu görmemizin yanında bir yaptığımız hata daha var: Üzerine suç isnat edilen insanların hepsine toptancı yaklaşıyor, tümünü aynı kefeye koyuyor, bunların hepsi aynı diyoruz. Kimin hangi saikla orada bulunduğunu, suç işlemişse suçun neresinde olduğunu dikkate almıyoruz. Durmadan niyet yargılıyoruz. Bunlar hep böyledir, bunların elinde imkan olsaydı bize şunları şunları yapardı diyoruz. Bu durumda kendimizi hem hakim hem savcı yerine koyuyor, üstüne de linç etmeye çalışıyoruz.

Kişiyi, yargılanmadan suçlu ilan ettiğimiz yetmediği gibi aileden bir kişi yüzünden tüm aileyi de suçlu ilan ediyoruz. Evlat suçluysa anne-babayı, anne-baba suçluysa çocuklarına da töhmetle yaklaşıyoruz. İşin garibi böyle yaparken Hıristiyanlıktaki "Asli günah"ı unutuyoruz. Unutmuyorsak da aynı şey olduğunu düşünemiyoruz. Halbuki suçun ferdiliği önemlidir. Akrabadan birinin işlediği suçlardan dolayı diğer fertler suçlanmamalıdır.

Suç işleyenler için yaptığımız bir başka şey de suç işleyeni ayıplıyor ve dışlıyoruz. Ayıpladığımız şeyin bir gün başımıza gelebileceğini maalesef hesaba katmıyoruz. Halbuki ayıpladığı başına gelmeden kimse ölmez derler.

Hasılı insanımız taşıdığı bu kafayı değiştirmeli. Çünkü bu yapılanların dinle, diyanetle, ahlakla alakası yoktur. Ne yargılanıp hüküm giymeden birini suçlamalı, ne suç işleyenlerin hepsine toptancı davranmalı, ne suç işleyen kişi yüzünden ailesini karalamalı, ne de suç işleyeni ayıplamalı. 

** 21.01.2019 tarihinde kahtasoz.com sayfasında yayımlanmıştır.


3 Ocak 2019 Perşembe

Telefonda Şiir Dinletisi *

Akşam biraz haberlere baktım, biraz telefonu kurcaladım. Ne haberlerde bir iç açıcılık var, ne de sanal âlemde. Dinledikçe ve okudukça insanın içinin daralmaması  mümkün değil. Yorgunluğun üzerine üzerime bir de üzüntü çöktü, içim daralmaya başladı. Yeter ki sen iste, o gelir zaten seni bulur. 

Ne yapayım ne edeyim; şu kanal, bu kanal derken 21.00 gibi telefonum çaldı. Arayan, hayatımda olumlu iz bırakan ve unutmadıklarımdandı. Hiç hatırımdan çıkmayan biri desem yanlış olmaz. Hal-hatırdan sonra "Vaktin varsa bir şiir okuyayım" dedi. Var elbet, buyurun" dedim. "Sonuç Ne?" başlıklı kendi yazdığı şiirini okudu. O okudu, ben dinledim. Dinledikçe  içim açıldı, keyfim yerine geldi, içimdeki daralma çekip gitti. Mest oldum desem abartmış olmam. Okuduğu şiirin son kıtasına geldiğini "Manasızım..." deyince anladım. Her ne kadar tevazu göstererek kendisine "Manasız" mahlası verse de hem kendisi, hem de şiiri derin manalar yüklü. Şiirin bitiminde "Bir daha görüştüğümüzde de diğer kitaptan okuyayım" dedi. İnşallah, memnuniyetle dedim. Karşılıklı hayır dilekleriyle vedalaştık. Telefonu kapattıktan sonra kafamda oluşturduğum dertlerim gitti. İlacım şiirmiş meğer.

Yaşı yetmiş olmasına rağmen eğitimden kopmadan şiir yazmaya devam eden bu şairimizin dört kitap olacak bir şiir koleksiyonu var. Dile kolay 600 şiir basılmayı bekliyor. Ama hala bastıramadı. Tam basıldı, basılacak derken eseri sponsora takıldı. Malum ekonomik bir darboğazdan geçiyoruz. İki kitap halinde çıkacak olan kitabını bir emekli maaşıyla bastırması mümkün değil. Az sayıda bastırmayı düşündüğü kitaplarını parayla satmayı da düşünmüyor: Eşe-dosta hediye edecek.  En büyük ideali, şiirlerinin kitap haline getirilmesi ve şiirlerini şiir severlerle buluşturmaktır. Umarım şu anda deneme olarak 2 cilt halinde hazırlanan şiir kitaplarına bir gün kavuşuruz.


Şimdi gelelim telefonda şiir dinlemeye tekrar. Hepimiz okulda, törenlerde, eş-dost ortamlarında ve televizyonlarda şiir dinlemişizdir. Ama telefonda şiir dinleyeniniz olmamıştır herhalde. Ben 2019’un ilk Cuma akşamında bu şerefe nail oldum. Demek ki konuştuğumuz, mesajlaştığımız, yeri geldiğinde oyun oynadığımız ve elimizden bir türlü düşürmediğimiz cep telefonlarını şiir okuyarak da değerlendirebilirmişiz. Yeter ki bu şairimiz gibi biz faydalı yerlerde kullanmak isteyelim.


Duygulu biri olsam da şiirle pek aram yok. Ortaokul çağlarında iken bir ara ben de şiir yazmaya merak sardım. Yazdığım şiirleri okudukça “Bir şair olsa olsa ancak bu kadar olur. Bunları saklayayım, ileride tekrar okurum” der, duygulanırdım. Birkaç hafta sonra şu beni duygulandıran şiirlerimi bir daha okuyayım diye açıp baktığımda şiirlerimi hiç beğenmedim ve hepsini imha ettim. Bir daha da şiir denemem olmadı. Çünkü şiir yazmak, kelimelere anlamlar yüklemek kolay değil, yani -benim gibi- her insanın harcı değil. Şiir yazamasam da bazı şiirleri okumaktan, okuyanı dinlemekten geri kalmam. Hele bir de okuyan ve yazan yaşantısıyla örnek biri olursa dinlemeye doyamam. İşte Cuma akşamı dinlediğim şiir de bu tür şiirlerden biriydi. Şiirlerinin kitap haline getirilmesini dört gözle bekliyorum.

Telefonda sana şiir okuyan kimdi derseniz, benim ilkokul öğretmenim Mustafa Varel’den başkası değildi. Hiçbir maddi menfaat beklemediği kitapları inşallah bir gün basılır ve ileride kendisi için bir sadakayı cariye olur. Allah kendisinden razı olsun.

* 07/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.