13 Aralık 2018 Perşembe

Kazı Çalışmaları *


Türkiye'nin birçok şehri geçmişte önemli medeniyetlere ev sahipliği yapmış şehirlerimizdendir. Bu yüzden çoğu ilimiz geçmiş medeniyetlerin izini taşır. Çorum dendi mi Hititler, Konya dendi mi Anadolu Selçukluları, Bursa-İstanbul dendi mi Osmanlı devleti akla gelir. Diğer birçok şehrimiz Beylikler dönemine ait tarihi eser ve kalıntılarla doludur. Birçok medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu'yu tarih kokan medeniyetler topluluğu olarak değerlendirebiliriz.

Geçmişte kıymet ve değerini yeterince bilemediğimizden birçok şehrimizde var olan eski tarihi eserlere pek sahip çıkamadık. Çoğu yıkıldı gitti, çoğunu da hor kullandık. Az sayıda kalan tarihi kalıntıları da restore etmek suretiyle sanat değeri olan bu tarihi yerleri daha sonraki yüzyıllara taşımaya çalışıyoruz. Aslına uygun bir şekilde yapılan bu restore işi pahalı ve masraflı, aynı zamanda uzun zaman dilimine ihtiyaç duymaktadır. Pahalı da olsa olması gereken budur. Çünkü özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait tarihi eserlerimiz gelecek kuşaklara aktarılması gerekir.

Geçmiş tarihimizi yaşatmak için yapılan restorelerin yanında görünmeyen ve bilinmeyen tarihi kalıntıları ortaya çıkarmak için kazı çalışmaları yapılmaktadır. Hemen hemen birçok şehrimizin meydanında üstü asfalt ile veya kilitli taş veya toprak ile kapatılmış, üzerine bina yapılmış yerlerde yapılan kazılar var. Her zaman gelip geçtiğimiz bir yer, bir bakmışsın ki etrafı çevrilmiş kazı çalışması yapılıyor. Yapılan bu kazıların çoğu da tesadüfen ortaya çıkmış veya çıkarılmış yerlerdir.

Şehrin göbeğinde, üstü zamanında kapatılmış yerlerde yapılan kazı çalışmalarını görünce bir taraftan“Yeni tarihi kalıntılar gün yüzüne çıkarılacak” diye seviniyorum, diğer taraftan “Yazık değil mi şimdi şu yapılan kazıya! Devlet, yerin altına gömülmüş bu tarihi ortaya çıkarmak için ne de çok para harcayacak, arkeologlar gecesini gündüzüne katarak özene bezene emek sarf edecek, üstelik üstü kapatılmak suretiyle tarihi kalıntılara zarar da verilmiş olabilir, keşke buraları kapatmadan önce kıymetini bilseydik” diyorum.

Üzüldüğüm, nice tarihi medeniyetlere beşiklik eden bugünkü ülkemin elinde eski medeniyetlere ait tarihi eser ve kalıntıların olduğu bir haritanın olmayışı. Yeni bir bina yapmak için hafriyat çalışması yapmaya kalktığımız zaman yerin altından hazine fışkırdığını görünce ayıkıyoruz ve hemen yapılan kazıyı durdurup burada arkeolojik bir kazı çalışması yapmaya karar veriyoruz. Ondan sonra yıllar yılı uğraş dur artık. Giden zamana mı acırsın, yapılan masrafa mı acırsın artık!

Yapılan bu kazı çalışmalarıyla ilgili değinmek istediğim bir başka husus, geçmişin tarihi kalıntılarını gün yüzüne çıkarmak, yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine sunmak için ülkeyi bir şantiye haline getirirken bizim ardımızdan gelen yeni nesle bugüne mahsus medeniyetimizden bir eser bırakamayacak olmamız. Çünkü günümüzde yaptığımız hiçbir eserin, binanın yüzyıl sonrası yok. Yaptığımız her şeyin ömrü en fazla yüzyıllıktır. Zaten kalsa bile tarihi değeri olmayan birer beton yığını hepsi.

Bugün geçmişi ortaya çıkarmak için uğraştığımız kadar gelecek nesillere kalıcı tarihi eserler bırakmanın zamanı gelmedi mi hala? Bol bol bina diken mimarlarımız bu konuda ne der acaba? İçinizde Mimar Sinan’dan sonra ikinci bir mimar çıkmayacak mı? Yoksa günü kurtarmaktan tarihe mal olma gibi bir düşünceniz yok mu?

* 26/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

YHT Kazası *


Perşembe sabahı Ankara-Konya arası ilk seferine çıkan tren kazasıyla gözlerimizi açtık. YHT ile aynı rayda olmaması gereken kılavuz lokomotifin çarpışması sonucu 3'ü makinist olmak üzere toplam 9 kişi vefat ederken 86 kişi de yaralanmış durumda. 

Kazayla ilgili yetkililerin yaptığı ilk açıklamaya göre tren teşkil memuru ve tren hareket memuru olmak üzere toplam üç TCDD çalışanı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gözaltına alındı.  Gözaltına alınanların kazada bir ihmal veya kastının olup olmadığı Başsavcının gerekli soruşturmayı yapmasının ardından ortaya çıkacak ve hazırlanan iddianameye göre mahkeme kararını verecek. Ama görünen, bu kazada bir ihmalin olduğu su götürmez bir gerçektir.

Soruşturma ve kovuşturma sonucu kazaya sebebiyet olanlara gerekli cezalar verilir verilmeye. Ama ölen dokuz kişi geri gelecek mi? Maalesef gelmeyecek. 

Hepimiz öleceğiz elbet. Sırası gelen ölüyor. Bundan kaçış yok. Her birimizin ölümü de farklı farklı. Buna hepimiz hazırlıklıyız. Ama burada olduğu gibi bazı ölümler vardır ki birden kabullenmemiz zor. Bize, beklenmeyen bir ölüm gibi gelir bu tür ölümler. Hele bir de başkasının kasıt veya ihmaliyle ölüme gitmek nasıl olur, olur mu böyle şey, dedirtiyor insana. 

Ölen dokuz değerli insanımız geri gelmeyecek. Yaralılardan durumu ağır olanlardan belki hayatını kaybedenler olacak. Diğer yaralılardan bir kısmı da geri kalan ömrünü engelli geçirecek. Bir kısmı da kazanın psikolojisini yıllar yılı taşıyacak. Kazada ihmal ve kastı olanlar ise idari ve adli cezalara çarptırılacaklar. Bunun sonucunda belki hapis yatacaklar. Sonra? Cezamızı çektik diye ellerini kollarını sallayarak çıkıp hayatlarına devam edecekler. Yani nefes almaya devam edecekler. Maalesef dünyanın adaleti bu! Merak ediyorum bu kazada ihmali bulunanlar geri kalan ömürlerini nasıl geçirecekler, vicdanları sızlamayacak mı, rahat uyuyabilecekler mi? Yüzlerce insanın, canlarını emanet ettiği bu kişiler aramızda rahat bir şekilde gezip dolaşacaklar mı? 

Anladığım kadarıyla yaptıkları işin önemini kavrayamamış bu kişiler. İhmal gibi bir lüksleri var mıydı? Saniyelerin bile önemli olduğu görevlerini savsaklamaları taammüden adam öldürmeye girer. Bunun başka lamı-cimi yok.

Kazada ölenlere Allah’tan rahmet, arkalarında kalan ailelerine başsağlığı, yaralılara acil şifalar dilerken -ölenleri geri getirmese de- kazada ihmal ve kastı olanlara en ağır cezaların verilmesi en büyük temennimizdir. Öyle cezalara çaptırılmamalılar ki bundan sonra bu tür yerlerde görev yapacaklara ibret olmalı ve gözlerini dört açmalılar. Allah bir daha böyle kazaları göstermesin bize.

* 15/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Farkında mıyız? Bazen 180 Derece Dönüş yapıyoruz

Önce bir fıkra ile başlayalım yazımıza:
“İki kadın yolda karşılaşmışlar. Biri sormuş:
--Kızın ne yapıyor?
--İki sene önce evlendirdik, damadımız çok iyi çıktı, bizim kızdan önce kalkar kahvaltıyı hazırlayıp yatağına getirir, işe gider. Bizimki öğlende kalkar, temizlikçi kadın gelir evi toparlar, çayını ayağına getirir. Akşam eve bir buket çiçekle gelir ve beraber yemeğe çıkarlar. Çok mutlu çok!
--Ya oğlun?
--Ah hiç sorma kardeş, öyle çirkef birine denk geldi ki Allah düşmanımın başına vermesin! Bizim oğlan erkenden kalkıyor. Seninki hala yatakta! Zavallıya kahvaltıyı hazırlatıp yatağına kadar getirtiyor. Öğlene kadar yatıyor, uğursuz! Bir de eve temizlikçi tuttular, çayını bile temizlikçi kadın ayağına getiriyor. Akşam gelirken de illa sevdiği çiçeklerden getirecekmiş, yoksa sinir krizleri geçirip apartmanı ayağa kaldırıyor. Zaten yumurta kırmayı bile bilmediği için mecburen dışarıda yemek zorunda kalıyorlar. Hayatı karardı zavallı oğlumun!”

Nasıl buldunuz fıkrayı? Öyle zannediyorum okuyunca gülümsediniz, belki de olur mu bu kadarı da deyip garipsediniz veya katıla katıla güldünüz. Gülsek de kahkaha atsak da garipsesek de gündelik hayatımızda bu şekil birbirine taban tabana zıt duruşlar sergileyebiliyoruz. Olaylara göre pozisyon alabiliyoruz. Çelişkiye düştüğümüzün farkına bile varamıyoruz çoğu zaman. Farkına varsak bile ayıplanacağımızı hesaba katmıyoruz. Çünkü günübirlik yaşıyor ve günü kurtarmaya çalışıyoruz. Bu tür davranışımızda empati yok. Sadece kendimizi düşünüyoruz. Hayata kendi perspektifimizden bakıyoruz. Aslında bu yaptığımız bir "u" dönüşüdür, 180 derece geriye dönüştür, kendi kendimizle çelişkiye düşmedir, omurgasız bir duruştur, bencilliktir.

Anlatmak istediğim prensip sahibi olmamızdır. Bu demek değildir ki bir konuda hep aynı fikirde olup hiç fikir değiştirmeyeceğiz. Elbette dün farklı değerlendirdiğimiz bir duruma bugün farklı bir açıdan bakabiliriz. Hatta taban tabana zıt bir fikri benimseyebiliriz. Ama bu işi yaparken "Ben geçmişte bu konuda şöyle düşünüyordum, bugün bu konuda daha farklı bir bakış açısına sahibim. Dün bu konuda yanlış düşünüyormuşum" erdemliliğini göstermek gerekir. Bu bir özeleştiridir, kişinin kendiyle yüzleşmesidir. Çok da zor olmasa gerektir.