14 Aralık 2018 Cuma

MEB'in Merkez ve Taşra Teşkilatlarının Önceliğini Bilen Var mı?

Baştan söyleyeyim MEB'in önceliğinin eğitim ve öğretim değil. MEB'in önceliği seminer ve kurs düzenlemek. Bu tespitimin doğruluğunu araştırmak bedava. Üstelik fazla çaba göstermenize gerek yok. Bunun için okula gitmeye de gerek yok. Okulda okuyan çocuğunuz varsa günde kaç saat dersinin boş geçip geçmediğini sormanız yeterli.

Nerede bu öğretmenler? Raporlu mu? Bir mazereti mi var? Çok az sayıda bir manisi çıkan veya hasta olup dersine gelemeyen öğretmen olabilir. Dersine giremeyen öğretmenlerin çoğunluğu işgüzar yetkili kişiler tarafından ya seminere ya konferansa ya kursa alınır. Boş geçen dersler bu şekilde oluşmaktadır. Sadece bu örnek bile MEB'in derdinin eğitim ve öğretim olmadığını göstermektedir.

Yazık değil mi dersi boş geçen bu çocuklara! Bir öğrenci için dersten daha önemli ne olabilir? Eğitim ve öğretimin içinde öğretmeni girmekle yükümlü olduğu dersten alıp ona kurs vermenin izahı ne olabilir? Veliler, dersleri boş geçsin diye mi çocuklarını okullara gönderiyor? Güya MEB öğretmenleri hizmet içi eğitime alıyor. Bu işi yaparken diğer bir şeyi yıkıyor. MEB yola çıktıktan sonra yolda kervan düzmekten ne zaman vazgeçecek? MEB'in bu yaptığı işe ancak çiş yapma denir.

Anladığım kadarıyla MEB'de işler tepeden aşağıya emir-komuta şeklinde işliyor. Ankara şu şu konularda seminer, kurs, toplantı vs düzenlenecek diye karar veriyor. Taşra, zaman müsait mi deme ihtiyacı duymadan emir demiri keser misali hazır ol vaziyetine geçiyor ve Bakanlığın istediği etkinliği sırf yerine gelsin diye açıyor. İstenilen aktivite dersi etkileyecekmiş, verimli olmayacakmış hiç önemli değil.

MEB'in sayın yetkilileri! Ne yaparsanız yapın ama önceliğiniz eğitim ve öğretim olsun. Bunu dert edinin. Doğruluğuna kendinizin bile inanmadığı boş işlerle uğraşmaktan vazgeçin. Ne olur, kafanızı kumdan çıkarıp etrafınıza bir bakın!

Partiler İttifak Yerine Birleşmeyi Deneseler! ***


Sayısı 90'dan fazla siyasi partimiz var. Adı-sanı duyulmayan irili-ufaklı partilerimizin çoğu tabela partisidir. Seçimlere giren parti sayısı genellikle iki elin parmakları kadar. Diğerleri ne yapar, ne eder, niçin varlar, pek bilinmez. Daha doğrusu ben bilmiyorum. Bazıları da ederinden yani aldığı oydan fazla ses çıkarır, her seçime girer, pusulalarda yer işgal eder. Kayıtlı üyeleri kadar bile oy almamalarına ve her seçim sonucunda "diğer" olarak isimlendirilmelerine rağmen siyasi hayatlarına hala devam ediyorlar. Bu iş olmayacak deyip partilerini kapatmadıklarına göre durum ve vaziyetten memnun olsalar gerek. Hasılı bu ülkede kurulmuş ve siyasi hayatına devam eden partilerin ne yapmak istediğini bir bilirsek bu ülkenin birçok sorunu halledilir gibi geliyor bana.

24 Haziran 2018 genel seçimleriyle birlikte siyasi hayatımıza ittifaklar resmen girdi. Cumhur ittifakı ve Millet ittifakı siyasi tarihimizdeki yerini aldı. Şimdi 31 Mart 2019 mahalli seçimlerine giderken yine ittifaklar gündemde. Ama bu sefer resmen değil, birinin aday çıkardığı yerde diğeri aday çıkarmayacak, aday çıkarmışsa geri çekecek, diğer partiyi destekleyecek. Neredeyse 81 il; şu ilde sen, bu ilde ben aday çıkarayım şeklinde parsellendi. Partiler bu yol ile birbirini örtülü olarak destekleyecek. Sonuçta hangi ili, hangi partinin belediye başkanı kazanır, evdeki hesap ne kadar seçmene uyar, bunu 31 Mart gecesi anlayacağız.

Merak ettiğim madem partiler seçim kazanmak için asgari müştereklerde bir araya gelip nasıl kazanırız hesabı yapabiliyorsa, ortak bir hedef etrafında birleşebiliyorsa, günlerce bir araya gelip toplantı üzerine toplantı yapabiliyorsa ve aralarında çıkar ilişkisine dayalı bir hukuk oluşabiliyorsa niçin tek çatı altında birleşme yolunu denemezler? İttifak için bir araya gelen partiler, partilerini birleştirme için çaba sarf etseler bence daha mantıklı bir iş yapmış olurlar. Hem kendileri yorulmaz, hem günlerce aralarında anlaşabilecekler mi konusu gündeme gelmez. Üstelik partilerini birleştirerek tek parti etrafında teşkilâtlanmaları ülkenin, kendilerinin ve seçmenin yararınadır. En azından ülkede bir sinerji meydana getirmiş olurlar ve kazanmak için seçmenlerine daha güven vermiş olurlar. Bu yol izlendiği takdirde partiler maddi açıdan da rahata kavuşurlar. Her parti her ilde teşkilâtlanacağım, il-ilçe binası bulacağım, buraların kirasını vereceğim külfetine de katlanmak durumunda kalmaz. Kiraya verecekleri parayı seçim propagandasında harcamış olurlar. 

İlk başta ittifak çerçevesinde bir araya gelip birlikte seçime girebilenler bence ittifaktan ziyade tek parti çatısı altında birleşmeyi düşünmeliler bundan sonra. Bu iş zor; biri Hanya, diğeri Konya demeyin. Denemekte fayda var. Nasıl ki küçük çıkarlarda bir araya gelebilenler niçin daha büyük çıkarda bir araya gelemesin. Eğer bu önerim kabul görmezse daha biz birçok seçimde seçim öncesi durmadan ittifaklar konuşmaya devam ederiz.

*** 20/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


13 Aralık 2018 Perşembe

Bir İmam Profili

Bir cami imamından bahsedeceğim burada. Bu imamla ilgili yazacaklarım camianın diğer mensuplarını bağlamaz. Yazacaklarımı da doğru tespitlerimden ziyade benim yanlış okumam olarak görebilirsiniz.

İşyerime yakın bir cami burası. Öğle namazlarını mümkün olduğu kadar bu camide cemaatle kılmaya çalışırım. Muhitin merkezi bir yerinde olan bu caminin cemaati de kalabalık. Bir mahalle camisinde öğle vakti üç saflık bir cemaat fena değil. Cami bakımlı ve temiz.

Gördüğüm kadarıyla görevli imam vazifesini iyi yapıyor. Sesi güzel, okuması iyi, her zaman görevinin başında görüyorum. Vaaz verirken çoğu zaman çevresinde gördüğü olaylara işaret eder, eleştirir ve nasıl olması gerektiğini açıklamaya çalışır. Kendisini arkasında cemaat olmanın dışında tanımamakla beraber dert edindiği konuları ele alması hoşuma gidiyor. İyi ya, daha ne istersin diyebilirsiniz. Keşke tüm gördüklerim bu kadar olsa. Her kadı kızında olduğu gibi bu görevlide de gördüğüm bazı eksiklikler var. Normal mi? takdirinize sunacağım:

Lojmanı cami bahçesinin içinde olmasına rağmen camiye cemaatten sonra gelir. Diğer meslektaşları ezanı yarılar. Cemaat acaba hoca yok mu diye birbirine bakmaya başladığı zaman hocamız ezan okumak için teşrif ediyor. Okullarda evi en yakın olan öğrenci ve öğretmenin okula en geç geldiği gibi hocamız da gecikmeli geliyor. Nedenini bilmiyorum. Demek ki evi yakın olan geç gelir kuralı, genel geçer bir kural sanki!

Ezanı okuduktan sonra cemaat ilk sünneti kılmak için ayağa kalktığında sarık ve cübbesini giymek için yan taraftaki imam odasına giriyor hocamız. Sünnet kılınır ama hocamız yok piyasada. Ne zamanki biri kalkar müezzinlik yapmaya kalkarsa hocamız odasından çıkıp mihraba geçiyor. Bu da olabilir diyebilirsiniz. Odasını bir görseniz, burada bir gariplik olduğunu anlarsınız. Kendisiyle görüşmek için odasına girdiğim zaman görmüştüm odasını. Odasına giremedim. Çünkü çok küçük. Küçücük odasına bir masa ve sandalye koymuş. Geriye 1*1 bile olmayacak bir yer kalıyor. İlk sünneti burada kılıyor. Garibime giden niçin herkesin görebileceği bir yerde namazını kılmayışı? Üstelik burada namaz kılması için kendisini epey büzmesi gerekiyor. Niçin bu eziyeti kendisine reva görüyor, anlayabilmiş değilim. Bir de bazen odasında durup namaz kılmadığı şeklinde bir kanaate sahip oldum. Çünkü bir gün ezan ben yolda iken okundu. Camiye gecikmeli geldim. Cemaat sünneti yarılamışken ben de imam odasının paralelindeki ön safa doğru geçtim. Geçerken bir kıpırtı dikkatimi çekti. Dönüp baktım. Hocamız ayakta bir şeylerle uğraşıyordu. Ben iki rekat kılabildim ki müezzin kamet getirmeye başladı. Hocamız mihraba geçerek tekbirini aldı. Namaz kıldı mı, kılmadı mı, kıldıysa sünneti ne zaman kıldı anlayabilmiş değilim. Sanki kör şeytan “Hocanız odasında oturup namaz kılmıyor” şeklinde bir vesvese veriyor bana. Doğrusunu bir Allah bilir, bir de hocamız.

Cuma günleri etrafında işine gidecek onca cemaatin olduğunu bilmesine rağmen her cuma vaaz verirken en az üç-beş dakika uzatır. Bunu yapmasa iyi olur diyorum. Bir diğer husus, hutbeyi bitirirken okuduğu Nahl 90.ayetin orijinalini okuduktan sonra ayetin anlamına verdiği anlam, bugüne kadar hiçbir mealde görmediğim bir anlam. Ayet mealiyle ilgili “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor” diyeceği yerde mealin içerisine parantez içi, parantez ekliyor.

Ben bu yazıyı kaleme alırken “Bir kimse Müslüman kardeşinin bir ayıbını örterse Allah da onun öbür dünyada bir ayıbını örter” hadisi gözümün önüne geldi. Bu yüzden yazsam mı, yazmasam mı diye kendimle epey bir mücadele ettim. İmamın kendisiyle hiçbir problemim olmamasına, hatta kıldırdığı namaz hoşuma gitmesine rağmen icra ettiği görev sosyal bir hizmet olduğu için ismine ve camisine yer vermeden ele almayı uygun gördüm. Allah beni affetsin. Umarım yanlış görmüşümdür.