Ana içeriğe atla

MEB'in Merkez ve Taşra Teşkilatlarının Önceliğini Bilen Var mı?


Baştan söyleyeyim MEB'in önceliğinin eğitim ve öğretim değil. MEB'in önceliği seminer ve kurs düzenlemek. Bu tespitimin doğruluğunu araştırmak bedava. Üstelik fazla çaba göstermenize gerek yok. Bunun için okula gitmeye de gerek yok. Okulda okuyan çocuğunuz varsa günde kaç saat dersinin boş geçip geçmediğini sormanız yeterli.

Nerede bu öğretmenler? Raporlu mu? Bir mazereti mi var? Çok az sayıda bir manisi çıkan veya hasta olup dersine gelemeyen öğretmen olabilir. Dersine giremeyen öğretmenlerin çoğunluğu işgüzar yetkili kişiler tarafından ya seminere ya konferansa ya kursa alınır. Boş geçen dersler bu şekilde oluşmaktadır. Sadece bu örnek bile MEB'in derdinin eğitim ve öğretim olmadığını göstermektedir.

Yazık değil mi dersi boş geçen bu çocuklara! Bir öğrenci için dersten daha önemli ne olabilir? Eğitim ve öğretimin içinde öğretmeni girmekle yükümlü olduğu dersten alıp ona kurs vermenin izahı ne olabilir? Veliler, dersleri boş geçsin diye mi çocuklarını okullara gönderiyor? Güya MEB öğretmenleri hizmet içi eğitime alıyor. Bu işi yaparken diğer bir şeyi yıkıyor. MEB yola çıktıktan sonra yolda kervan düzmekten ne zaman vazgeçecek? MEB'in bu yaptığı işe ancak çiş yapma denir.

Anladığım kadarıyla MEB'de işler tepeden aşağıya emir-komuta şeklinde işliyor. Ankara şu şu konularda seminer, kurs, toplantı vs düzenlenecek diye karar veriyor. Taşra, zaman müsait mi deme ihtiyacı duymadan emir demiri keser misali hazır ol vaziyetine geçiyor ve Bakanlığın istediği etkinliği sırf yerine gelsin diye açıyor. İstenilen aktivite dersi etkileyecekmiş, verimli olmayacakmış hiç önemli değil.

MEB'in sayın yetkilileri! Ne yaparsanız yapın ama önceliğiniz eğitim ve öğretim olsun. Bunu dert edinin. Doğruluğuna kendinizin bile inanmadığı boş işlerle uğraşmaktan vazgeçin. Ne olur, kafanızı kumdan çıkarıp etrafınıza bir bakın!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde