5 Aralık 2018 Çarşamba

İster misiniz Devlet Bir de Atık Poşet Bedeli Alsın? ***


Doğaya ve sağlığımıza verdiği zarardan ötürü naylon veya plastik poşetlerin normal şartlarda hiç üretilmemesi ve piyasada olmaması gerekir. Zararlı olduğu bilinmesine rağmen yıllar yılı naylon poşetlere alıştık, alıştırıldık. Poşet kullanımını azaltmak, tüketiciyi bilinçlendirmek ve caydırıcı olsun diye çıkarılan yasa ile poşetler 1 Ocak 2019'dan itibaren poşetlerin beheri marketlerde 25 kuruşa satılacak. 

Poşet deyip de geçmeyelim. Yılda kişi başı ortalama 440 poşet kullanıyormuşuz. Uygulama ile 40 poşete indirme hedefleniyormuş. 25 kuruşa satılacak poşetler ne derece caydırıcı olacak? Bunu da kullanıma başladıktan sonra anlayacağız. Parayla alınacak poşetleri kullanımında daha dikkatli olacağımız kesin. Fakat tam çözüm olacağı kanaatinde değilim. Çünkü zararlı da olsa poşetler bizim elimiz-kolumuz. Hem market alışverişini koyar, hem de evde oluşan çöpleri çöp kutusuna atmak için kullanıyorduk. Yine bir eşyayı tamire götürmek için poşetlerden faydalanıyorduk. Keşke parayla satma yolunu denemeden önce naylon poşetin işlevini görecek çevre dostu alternatif ambalajlar üretip piyasaya sürebilseydik. Elimizde kullanabileceğimiz fazla bir alternatif olmadığı için paralı ve zararlı da olsa öyle zannediyorum plastik poşetleri zorunluluktan yine kullanmaya devam ederiz gibi geliyor bana. Bu da tüketiciye az da olsa artı bir yük getirecektir. Firmalar bedava verdiği poşetten para kazanacak. Hatta devlet de kazanacak bu uygulama ile. Olan dar gelirliye olacak. Yani fatura vatandaşa çıkarılacaktır.

Bereket devlet şimdilik bu zararlı atıkla mücadeleyi öngörüyor. Umarım bu işi ticarete dönüştürmez. Çünkü devlet bazen nereden, nasıl vergi koyarım hesabı yapar. Suda yaptığı gibi! Nitekim önceleri sadece kullanılan suyun bedelini alan devlet -kim akıl verdiyse- son yıllarda kullandığımız suyun bir de atık bedelini alıyor kaç yıldır. Hâlbuki kullandığımız suyu zorunlu olarak atacağız. Başka ne yapabilirdik ki? Devlet attığımız suyun da hesabını yapıyor ve hesabımıza yazıyor. Anlayacağınız sineğin yağı gibi bir şey bu. Aynı su işinde olduğu gibi yarın devlete biri akıl verirse bakarsınız devlet "Atık Poşet Bedeli" adı altında yeni bir vergi türü icat edebilir. Neden olmasın? Poşeti ne yaptın diye sorabilir. Devlet bu! Eşeğin aklına karpuz kabuğunu getirmede olduğu gibi yeter ki devlete biri bunu akıl versin. 

Devlet, atık su bedelinde olduğu gibi yarın bir de "Atık Poşet Bedeli" adı altında vatandaşa yük çıkartırsa bize düşen devlete bu aklı verene rahmet okumak olacaktır. 

*** 08/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


4 Aralık 2018 Salı

Hapishaneleri Boşaltmanın Yolu


Türkiye'de zaman zaman adına af denmese de cezaevinde yatan hükümlü mahkûmları dışarı salıvermenin bir yolu bulunur. Çünkü seçim vaadi olarak ya söz verilmiştir ya da hapishaneler kapasitesinin üzerinde bir doluluğa sahiptir. İçeri boşaltılmalı ki yeni suç işleyenler cezaevine girebilsin. Böyle giderse biz bol bol yeni hapishaneler açmaya devam ederiz. Zaten salsak da çözüm değil. Çünkü saldığımız yeniden suç işliyor. Yeni suç işleyenleri içeri alamıyoruz. Çünkü dolu. Bunun yerine Adli Kontrol Şartını uyguluyoruz bol bol. Anlayacağımız cezaevlerimiz adalet dağıtmıyor: Birer medreseyi Yusufiye değil. Tıpkı adaletimizin adalet dağıtmadığı gibi! 

Aslında bunun çözümü bende. Hem hapishaneleri boşaltırım hem de yeni suç işleyenler cezaevine girmez. Nasıl mı? Normalde bu formülümü Adalet Bakanı olunca uygulamaya koymayı düşünüyordum ama bu iş beklemeye gelmeyecek. Bir an evvel formülümü uygulamaya koyalım ki hapishanelerimiz sinek avlasın.

Nedir önerin derseniz? Yeni suç işleyenlere durmadan Adli Kontrol Şartı uyguluyoruz ya, işte bu kuralı genişleterek cezaevlerindeki mahkûmlar için de uygulayalım diyorum. Mahkûmun suçunun büyüklüğüne ve küçüklüğüne bakmadan içerideki suçluları Adli Kontrol Şartıyla tahliye edersek hapishaneler boşalır, girmek isteyene de “Dur bakalım, cezaevi bu kadar ucuz değil. Ceza olarak seni içeriye almayacağız, serbestsin deriz, olur biter. Bu durumda mahkûmlar hürriyetine kavuşur, siyasilerimiz af çıkarmak zorunda kalmaz. Bu kriz döneminde üstelik bu yol ile devlet ekonomik yönden rahatlar. Yeni cezaevleri yapmaz, hatta mevcutları satar. İnfaz memurlarını istihdam etmez, onlara maaş vermez. Adliyelerin yükü hafifler, devlet cezaevlerindeki mahkûmların yeme, içme, barınma ve güvenlik işi ile uğraşmaz ve harcama yapmaz. Adliyelerin yükü hafifleyeceği için fazla hâkim, savcı, mübaşir ve zabıt kâtibine ihtiyaç kalmaz. Devlette görev alacaklara "Adli Kontrol Şartı ile salıverilmemek" şartını da koyarız. Daha bitmedi. Polise de suçluyu yakalama görevi verilmez. Kim suç işlerse gıyabında "Adli Kontrol Şartı ile hakkında işlem yapılmıştır" kararı verileceğinden fazla polis istihdamına da gerek duyulmaz. Avukatlık mesleği tarih olur. Devlet ve vatandaş avukatlara para ödemek durumunda kalmaz. Aileler yakınımı ziyaret edeceğim deme yoluna gitmez, masraf ve vakit harcanmaz.

Biliyorum bu önerimi beğenmediniz. Hatta bıyık altından "Öneriye bak, hizaya gel" dercesine gülüp garipsediniz. Bence bu öneri yabana atılacak bir öneri değildir. Uzun uğraş sonucu patenti bana ait olarak kayıtlardaki yerini alacaktır. Bu önerim uygulansın, sonucu hep beraber görelim günümüzü. Hoş herkesi içeriye dıktık da sonuç ne oldu? Onca masraf ve çabaya rağmen suçluyla mücadelemiz sıfır elde var sıfır değil mi? Hem benimki masrafsız. Denemesi de bedava. Patent parası falan istemiyorum. Haydin yetkililer! Alın size yol ve yöntem! Uygulayın, ne kaybedeceksiniz ki?


"Ben devletin yemeğini nasıl yerim?" ***

Evlendirdiğim oğlum tarafından hısım olduğumuz 90 yaşın üzerindeki bir anneanneyi bir ay önce defnettik. Ölüm çatmadan önce rahatsızlığından dolayı kızı, annesini Meram Tıp Fakültesi Hastanesinin yoğun bakım ünitesine yatırır. Doktorlar teyzeyi burada birkaç gün misafir ederler. Öğün vakti diğer hastalara olduğu gibi bu hastaya da yemek servisi yapılır. Fakat teyze "Ben devlete ne yaptım da yemeğini yiyeceğim" diyerek gelen yemeği geri çevirir. Kızı, dışarıdan annesi için yemek getirtmek zorunda kalır.

Teyze vefat etti, darı bekaya uçtu. Biz gelelim biz sağlara. Bu teyzenin duyarlılığının "d" si biz sağlarda var mı? Çok tanımıyorum ama belki bu teyze okur-yazar bile değil. Olsa olsa ilkokul mezunudur. Hastanedeki yemeği yemesi kadar doğal bir şey yoktu hâlbuki. Ama kendisi öldü gitti, belki kendisine göre devlete bir şey yapmadı. Ama çekip giderken bile yoğurdu üfleyerek yedi gitti. Hayatım boyunca unutmayacağım ender kişilerden biri olarak kalacak bu teyze hep. Bir ayağı çukurdayken bile geride kalan bizlere ders vermeyi ihmal etmeyen bu teyze, kendisini sürekli tanıyan yakınlarına ne dersler verip gitti kim bilir? Öyle zannediyorum bu teyze bu duyarlılığıyla çocuklarına haram lokma yedirmemiştir.  Şanslı aileymiş vesselam! Aslında her ailede bu teyze gibi birileri olacak ki çoluk çocuğuna ne yedirdiğini takip edecek ve yaşantısıyla çevresine örnek olacak. Allah gani gani rahmet eylesin, mekânı cennet olsun bu teyzenin.

Bu teyze fî tarihinde yaşamış biri değil,  2018'de vefat etti. Yani asırdaşız. Bugün biz neredeyiz? Ne yediğimize, ne içtiğimize; yediğimiz ve içtiğimizin nereden geldiğine dikkat eden birileri miyiz? Şayet böyleysek yediğimiz ve içtiğimizde hiç şüphe yok demektir. Helal olsun, ne mutlu bize! 

Şimdi bu teyze kalkıp gelse devletin üyeleri için ödediği aidatlarla bir STK'nın, yönetim kurulu üyeleriyle birlikte bir beş yıldızlı otelde seminer yaptığını duysa, sınırsız yeme ve içmenin sendika tarafından yani devletin parasıyla karşılandığını öğrense  en hafifinden "Vah kuzum! Sizin yediğiniz, içtiğiniz öbür dünyada burnunuzdan fitil fitil gelir" demez miydi? Bence derdi. Hatta bu seminerin iş-güç zamanı olduğunu, yöneticilerin esas işlerini bırakarak bir tatil beldesinde seminer adı altında tatil yaptığını duysa "Vah kuzum! Sizin öbür dünyada yatacak yeriniz olmaz" der miydi demez miydi? Bence derdi. "Ben cahil halimle(!) Allah'tan korkarım, en iyisi siz de korkun" bile derdi.

Ezcümle hasta haliyle ölümle pençeleşen teyze gibi hastane yemeğini yemeyecek kadar hassas olmayalım ama kamu malı konusunda özellikle üyeler adına gelen parayı kendimize doğru yontarak gerekli-gereksiz yerlerde harcamayalım. Bilelim ki üyeler adına gelen bu paralar bize birer emanettir, yerli yerince kullanalım. Bu para yenecekse üyelerle birlikte yiyelim. 

*** 11/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.