Ana içeriğe atla

"Ben devletin yemeğini nasıl yerim?" ***


Evlendirdiğim oğlum tarafından hısım olduğumuz 90 yaşın üzerindeki bir anneanneyi bir ay önce defnettik. Ölüm çatmadan önce rahatsızlığından dolayı kızı, annesini Meram Tıp Fakültesi Hastanesinin yoğun bakım ünitesine yatırır. Doktorlar teyzeyi burada birkaç gün misafir ederler. Öğün vakti diğer hastalara olduğu gibi bu hastaya da yemek servisi yapılır. Fakat teyze "Ben devlete ne yaptım da yemeğini yiyeceğim" diyerek gelen yemeği geri çevirir. Kızı, dışarıdan annesi için yemek getirtmek zorunda kalır.

Teyze vefat etti, darı bekaya uçtu. Biz gelelim biz sağlara. Bu teyzenin duyarlılığının "d" si biz sağlarda var mı? Çok tanımıyorum ama belki bu teyze okur-yazar bile değil. Olsa olsa ilkokul mezunudur. Hastanedeki yemeği yemesi kadar doğal bir şey yoktu hâlbuki. Ama kendisi öldü gitti, belki kendisine göre devlete bir şey yapmadı. Ama çekip giderken bile yoğurdu üfleyerek yedi gitti. Hayatım boyunca unutmayacağım ender kişilerden biri olarak kalacak bu teyze hep. Bir ayağı çukurdayken bile geride kalan bizlere ders vermeyi ihmal etmeyen bu teyze, kendisini sürekli tanıyan yakınlarına ne dersler verip gitti kim bilir? Öyle zannediyorum bu teyze bu duyarlılığıyla çocuklarına haram lokma yedirmemiştir.  Şanslı aileymiş vesselam! Aslında her ailede bu teyze gibi birileri olacak ki çoluk çocuğuna ne yedirdiğini takip edecek ve yaşantısıyla çevresine örnek olacak. Allah gani gani rahmet eylesin, mekânı cennet olsun bu teyzenin.

Bu teyze fî tarihinde yaşamış biri değil,  2018'de vefat etti. Yani asırdaşız. Bugün biz neredeyiz? Ne yediğimize, ne içtiğimize; yediğimiz ve içtiğimizin nereden geldiğine dikkat eden birileri miyiz? Şayet böyleysek yediğimiz ve içtiğimizde hiç şüphe yok demektir. Helal olsun, ne mutlu bize! 

Şimdi bu teyze kalkıp gelse devletin üyeleri için ödediği aidatlarla bir STK'nın, yönetim kurulu üyeleriyle birlikte bir beş yıldızlı otelde seminer yaptığını duysa, sınırsız yeme ve içmenin sendika tarafından yani devletin parasıyla karşılandığını öğrense  en hafifinden "Vah kuzum! Sizin yediğiniz, içtiğiniz öbür dünyada burnunuzdan fitil fitil gelir" demez miydi? Bence derdi. Hatta bu seminerin iş-güç zamanı olduğunu, yöneticilerin esas işlerini bırakarak bir tatil beldesinde seminer adı altında tatil yaptığını duysa "Vah kuzum! Sizin öbür dünyada yatacak yeriniz olmaz" der miydi demez miydi? Bence derdi. "Ben cahil halimle(!) Allah'tan korkarım, en iyisi siz de korkun" bile derdi.

Ezcümle hasta haliyle ölümle pençeleşen teyze gibi hastane yemeğini yemeyecek kadar hassas olmayalım ama kamu malı konusunda özellikle üyeler adına gelen parayı kendimize doğru yontarak gerekli-gereksiz yerlerde harcamayalım. Bilelim ki üyeler adına gelen bu paralar bize birer emanettir, yerli yerince kullanalım. Bu para yenecekse üyelerle birlikte yiyelim. 

*** 11/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde