Ana içeriğe atla

Başkası Kötülenerek Bir Yere Varılamaz *


Sosyal medyayı açınca sayfama düşen bazı takipçiler vardır. Yaptıkları tek şey düşman veya rakip gördüklerini durmadan kötülemek. Yoluna baş koyduğu bu iş için nerede bir yazı, bir paylaşım varsa işime yarar düşüncesiyle paylaşma yoluna gidiyor. Çünkü işleri bu! 

Düşüncesine, fikrine ve zikrine uygun olmayan icraatlar elbette eleştirilecek. Buna bir diyeceğim yoktur. Hamama giren terleyecek. Tasvip görmeyen icraat ve tasarruflar muhalifleri tarafından tenkide tabi tutulacaktır. Bazı eleştirilerinde haklılık payı da olabilir. Ama bu tipler bana inandırıcı gelmiyor. Çünkü hayata ve olaylara tek gözlükle bakmayı itiyat edinmişlerdir. Zaman zaman da muhalif oldukları zihniyetin bir icraatını "Bunu doğru yapmışlardır" deseler bir hakkı teslim edeceğim: Bu adamlar objektif takınıyor diyeceğim. Ama ne mümkün! Gözlerini öyle kin bürümüş olmalı ki iyi olanı görmeleri, görüyorlarsa da tasvip etmeyi kendilerine yediremez, mutlaka altında bir Çapanoğlu ararlar. Sanıyorlar ki muhalif olmak her şeye karşı çıkmaktır.

İnandırıcılıklarını her şeyi eleştirerek kaybeden bu kişiler bir konuda ne yapılması gerektiğini eleştirdiklerinin altına ilave etseler diyeceğim ki ajandaları dolu. İcraatın başına geldikleri zaman ne yapacaklarını biliyor, alternatifli düşünüyorlar. Bir şey olmaya, bir yere gelmeye göz kırpan bu tipler ömrünü başkasının icraatını kötülemeye verdikleri kadar ne yapacaklarını anlatsalar aslında bir mesafe alırlar, bir mevzi kazanırlar. Ama gördüğüm kadarıyla dertleri bir yere gelmek değil. Zira olsaydı projeleriyle ortaya çıkar; başkasını değil, kendilerini ve olması gerekenleri anlatırlardı. Bulundukları statüleri muhalifliklerinden kazanmış olmalılar ki bir adım ileri gitmeden mevcudu korumaya çalışıyorlar.

Ömrünü muhalifliğe, başkasını kötülemeye adamış, kişi siyaseti yapan bu kişiler rakibinin her yaptığına ön yargılı olduğu için rakiplerinden alabilecekleri bir şey yok, rakiplerinin de bunlara verebileceği bir şey yok. Sürekli kişi siyaseti yaptıkları için kendilerinin ne yapacağını kamuoyu da bilemiyor. Bilinen tek yönleri: Çarşı, her şeye karşı olmaları! Böyleleri gelir mi bir yere? Çok zor! Bu insanların kendilerine saygısı varsa, bir yere gelmede samimilerse, ülke için bir şeyler yapma gibi bir dertleri var ise başkalarını hep kötüleme yerine kendi yapacaklarını anlatarak bu işe baş koyabilirler. Bu ülkede iş yapacaklarsa her şeyden önce halkın teveccühünü kazanmanın yollarını bulmalılar. Yoksa müzmin muhalif olarak hep yerinde sayar ve kendilerine teveccüh göstermeyen halkı kötüler dururlar. 

Bunların yaptığı bir sınavda yüz alan öğrenciyi kötülemek gibidir. Hâlbuki yüz alanı kötüleme yerine kendileri de yüz alma yoluna gitseler mesafe alacaklardır. Bunun için taşın altına ellerini uzatmaları gerekiyor. Çalışmada gözleri yok. Sadece mevcudu eleştiriyorlar. Bu yaptıklarıyla kimseye de pozitif enerji vermiyorlar. Ah bu durumu bir bilseler!



* 15/05/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde