2 Aralık 2018 Pazar

Yeniçeri misiniz Mübarekler?

Yeniçeri Ocağı, kurulduğu andan itibaren Osmanlı'da uzun süre önemli bir işlev ifa etmiştir. Devlete fetih üzerine fetih kazandırmıştır. Ne zaman ki Osmanlı Duraklama ve Gerileme dönemine girdi, yeniçeri sorunu başladı. Ne laftan anladı ne de sözden. Padişah güçsüz ise seslerini daha gür çıkardılar. Kah kazan kaldırdılar,  kah istemezük deyip kelle aldılar. Ne maaş beğendiler ne de para. Asli görevleri dışında her şeye burunlarını soktular. Siyasetin tam içine girdiler. Yani yozlaştılar.  Kendilerini Hint kumaşı gören bu ocaktan Osmanlı lağvetmek suretiyle kurtuldu. Zayiatı da büyük oldu. Yerine kurulan ordular da Osmanlı'yı yıkılmaktan kurtaramadı.

Yeniçeri ıslah edilebilir miydi? Denendi aslında bu. Ama hep isyanlara oynayan yeniçeriyi ıslah ne mümkündü! 

Yeniçeri kaldırıldı, tarih oldu ama yeniçeri tıyneti değişmedi hiç. Bugün yeniçeri zihniyeti birçok meslek grubunda aynen devam ediyor. İstisnalar kaideyi bozmaz ama işçi, öğretmen, memur, esnaf vb. Bu şekilde. Hepimiz mevcut durumumuzdan memnun değiliz ama tutturmuş bir yol gidiyoruz. Kim bu düzenimizi değiştirmeye kalkıyorsa “olur mu öyle şey” diyerek karşı çıkıyoruz. Çünkü mevcut rahatımızın kaçacağı endişesiyle rahatımızdan ödün vermeye yanaşmıyoruz. Herkes iyi gitmeyen durum değişsin istiyor ama bu değişim kendisine dokunmadan olsun istiyor. Ne demek istediğimi örneklendirmek istiyorum: Din Öğretimi Genel Müdürlüğü'nün öğretmenlerin gelişimine katkıda bulunmak amacıyla Din Kültürü öğretmenlerine yönelik ayda bir ders vaktinde düzenlediği seminerlerin zamanlamasını eleştirmiş, bu tür aktiviteler yapılacaksa haziran ve eylül seminer döneminde yapılmasının daha uygun olacağını veya yaz dönemi yapılabileceğini “Din Öğretimi Genel Müdürlüğü İyi Yapmıyor” başlıklı yazımda önermiştim. 1.5 sayfalık yazımda Din Öğretimini bu tasarrufundan dolayı eleştirmiş, bir şeyi yaparken bir başka şeyi yıkmaması ve önceliğinin ders olması gerektiğine değinmiştim. Yazımı doğru bulan çoğunluğun yanında azımsanamayacak bir kesim de tepki gösterdi. Tek suçum seminerlerin gerekirse yazın yapılabileceğini söylememdi. Uzun yazının içeriğinden çıkardıkları bu idi. Seminerden rahatsız olan bu kişiler “Olur mu öyle şey! Yaz tatili öğretmenlerin tatili. Tatile dokunulamaz. Seminer hafta sonu yapılamaz, mesaiden sonra olmaz, cumartesi ve pazar olmaz, yazarın önerisine katılmıyoruz” şeklinde eleştiriler geldi. Üzüntüm eleştiriye değil. Yazıyorsan övgü kadar yergi de olacak. Ayrıca herkes benimle aynı görüşte olmak zorunda değil. Beni üzen meslektaşlarım ne seminer istiyor, ne tatiline dokunulsun istiyor, ne de değişeyim istiyor. Gördüğüm kadarıyla herkes durumundan memnun. İstedikleri bana ve rahatıma dokunulmasın. Teşbihte hata olmaz ama nedense bir kısım meslektaşımın istemezük tavrı bana Yeniçeri Ocağındaki yeniçerilerin tavrını hatırlattı. Üzüntüm buna. Umarım bu arkadaşlar hafta sonu benim tatilim der ve okullarında hafta sonları açılan yetiştirme kurslarında görev almamışlardır. Çünkü tatilleri ne de olsa! Ama ücreti iyi diye hafta sonu kurs istemişler ve derse geliyorlarsa işte burada çelişki görürüm ve buna daha fazla üzülür; bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu derim.

Yazımı yazımın başlığıyla bitireyim: Yeniçeri misiniz mübarekler!

1 Aralık 2018 Cumartesi

“Gizlilik denen bir şey var de mi?” ***


Cumartesi günü şehir içi toplu taşıma araçlarından dolmuştayım. Çarşıya doğru gidiyorum. Ben bindikten sonra oturaklar dolduğu gibi dolmuşun ortası da ayakta yolculuk yapan yolcularla doldu. Anlaşılan herkes benim gibi hafta sonu tatilini geçirmek için kendini çarşıya atmaya çalışıyor. 

Yolda binen bir hanımefendi ayakta yanıma tutundu. Benden genç olduğu için yer verme gereksinimi duymadım. Ne de olsa ihtiyar sınıfındanım. Kadın bir eliyle koltuklara tutunurken diğer eliyle telefona sarıldı. Başladı konuşmaya. Daha doğrusu konuşmaya, telefonun öbür ucundaki kişi ile konuşmaya çalışıyor. Nereden başladıysa “Annem nasılsın” dedi. Karşı taraftaki niye sordun, ne yapacaksın, ne istiyorsun demiş olmalı ki sordum dedi. Birkaç defa tekrarladı bunu. Sonradan konuştuklarından anladığıma göre telefondakinden birinin işyerini aramasını, bugün çalışıp çalışmadığını öğrenip kendisine dönmesini istiyordu. Kendisi arayamadığına göre sanırım karşı tarafla görüşemeyen biri. Görüşmek istediği pazartesi buradan ayrılacağından diğerlerinin haberi olmadan son kez görüşecekti. Anlaşılan bir araya gelmeleri ve görüşmeleri de yasak olmalı ki bulunduklarından kimsenin haberi olmaması için farklı duraklardan da binebileceğini söyledi durdu. 

Telefonun öbür ucundaki ses nereye gittiğini sormuş olmalı ki dolmuşta aşina olduğum kişi; çarşıda durmayacağını, Kozağaç tarafına geçebileceğini veya herhangi bir yer bulabileceğini söyledi. Sorunu nedir pek anlayamadım ama büyük ailevi sorunları olduğu, hatta sorunun aile dışına taştığı da belli. Çünkü konuştukça açılmaya başladı.

Nihayet benim yaşlarımda bir teyze “Bunların yeri burası değil, burada böyle konuşulmaz bu işler. Gizlilik denen bir şey var de mi? Kapat artık! Ayıp ayıp!” deyince bizimki hiç tepki vermeden telefonu kapattı.  Yanımda az daha dikildikten sonra boşalan bir koltuğa oturdu. Ardından ben dolmuştan indim. Kızımız nereye gittiğini ve ne yapacağını bilmeden gitmeye devam etti.

Zaman zaman toplu taşıma başta olmak üzere yolda, çarşıda, pazarda bu şekilde zorunlu konuşmalara kulak misafiri oluyorum. Böyle herkesin duyabileceği şekilde rahat rahat uzun uzun konuşup da pek huzurlu olanı görmedim. Kurban olduğum Allah'ım hiç huzurlu olanı görmeyecek miyim şu fani dünyada dedim içimden. Maalesef hiç sorunsuz insana rastlamadım. Hepsinin kafası bir yerlerde takılı. Sorunuyla yuvarlanıp gidiyor. Acaba mutluluğa kapı aralayacak bir ışık bulabilir miyim derdinde. Belki de çıtayı çok yüksek tuttuğumuz için aradığımız mutluluk ve huzuru bulamıyoruz. Allah kimseye dermansız dert vermesin.

Dert çok olunca veya normal bir meseleyi büyüttüğümüzden midir kimsenin haberi olmadan özelde yapmamız gereken konuşmaları toplu taşıma araçlarına da taşımaya devam ediyoruz. İyi ki görmüş geçirmiş teyzemiz “Burası yeri değil, gizlilik denen bir şey var de mi” dedi de dertli hanımefendi telefonu kapatıp kendi kabuğuna çekildi. Yoksa daha ne konuşacaktı kim bilir? Keşke toplu taşımalarda herkesin duyabileceği şekilde bu şekil konuşma yapanları uyaracak her araçta bu teyze gibi bir tane olsa dedim yine içimden. 

İnsan olup da sorunsuz bir hayat olur mu? Bu hayatı dikeniyle birlikte yaşamaya alışmak zorundayız. Merak ediyorum durumunu herkese duyuracak şekilde ulu orta faş edenlerin amacı ne olabilir ki? Ben çok dertliyim ve doluyum mesajı vermek istiyor, bana yardım edin demek istiyorsa kusura bakmasın dolmuşta kimse onun elinden tutmaz. Sadece gürültüsüyle insanları rahatsız etmiş olur. Amacı bu ise bunu fazlasıyla yerine getiriyor.  Eğer amacı cümle aleme derdini duyurmak ise dünya, küçük  bir dolmuştan ibaret değil, dolmuşlar dünyanın merkezi de değil. Pekala bu kişiler sesini duyurmak için sosyal medyayı kullanabilir. Bu vesileyle daha çok kişiye derdini ulaştırabilir. Hem bu yol ile de kimseyi rahatsız etmemiş olur.

En iyisi teyzenin dediği gibi derdini özelde halletmeye çalışırsa çok iyi olur. Çünkü özel hayat kalabalıkta masaya yatırılamaz. Keşke insanımız dertlenmeden önce derdini nasıl, nerede, ne şekilde çözebileceğinin yolunu bir güzel öğrenmiş olsa... Belki de işe buradan başlamamız gerekiyor.

*** 13/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




Bu Yazımı Cami Görevlileri de Okur Umuduyla! (2) *


Yıl 2012 veya 2013. Bir ramazan bayramı günü ailenin diğer efradı ile birlikte beldemde bayram namazından sonra bayram yemeği yiyeceğim. Sabah namazından sonra çıkarsam 75 km’lik mesafenin birçoğunu kat ederim, böylece bizi bekleyenleri de fazla bekletmem dedim. Çıktık çıkıyoruz derken bayram namazı vakti yaklaştı.

Yolcu yolunda gerek, namaza kadar epey yol alır, vaktin girdiği bir meskûn mahalde namazımızı kılarız diye düşündüm. Yol üzeri bir camiye girdik ben ve dört çocuğum. Cami imamı vaaz veriyor tüm camilerimizde olduğu gibi.  Dinlemeye koyulduk ailecek. Vakit geldi. Şimdi keser, az sonra keser derken sayın hocamız bir ramazan boyu içinde biriktirdiğini cemaate boşalttı. Benim derdim kasabama yetişmekti, onun derdi bir başkaymış.  “30 ramazan boyunca daha hızlı kılıyor diye buradaki camimizi çiğneyerek birçoğunuz daha uzaktaki camiye gitti. Arada kaç dakika oynadı? Olur mu böyle şey? Burada cami varken öteye gitmek yakışır mı” şeklinde cemaatini bir güzel fırçaladı güzel üslubuyla.

Hocamız hızını alamadı, coştukça coştu. Çünkü tam cemaatini, özellikle kendisinden kaçan mahallelisini bir arada bugün bulmuştu. O konuşuyor, ben ise durmadan kolumdaki saate bakıyorum. Şehrimiz için belirlenen bayram namazı vaktinden 15-20 dakika geçti. Maalesef bitirmedi. Sonra ne oldu derseniz baktım olmayacak: Az sonra nerede kaldınız, bekliyoruz telefonları ardı arkasına acı acı çalacaktı. Nihayet çocukluğumda babamın “Kılmadan çıkıp gelseydin” dediğini bu bayram namazında yaptım. Çocuklarıma bir el işareti yaparak bayram namazını kılmadan maalesef camiyi terk ettim. Kendimi bildim bileli terk ettiğim ilk bayram namazıydı belki de. (Umarım benden sonra o cami cemaati bayram namazını kılabilmiştir.)
*
Yazımda anlatmak istediğim maksadımı sanırım anlatabilmişimdir. Yazımı uzattım biliyorum. Hatta içinizden senin de bunlardan geri kalır tarafın yok dediğinizi de duyar gibiyim. Hani ben de yukarıda anlattığım iki anekdottaki biri müftü, diğeri imamdan geri kalır tarafım yok. Onlar kürsüye çıktığı ve mikrofonu aldıkları zaman nasıl ki uzatıyorlarsa ben de klavyenin başına oturunca sanki kendimi kürsüde sanıyorum. Yaz babam yaz! Onlar konuşuyor, ben ise yazıyorum. Aramızdaki fark bu! Ne de olsa ben de onlarla aynı familyadanım. Çekmez isem ölürdüm zaten. (Dua edin konuştuklarından hatırladıklarımın hepsini yazmadım. Oldu olacak bir de onları yazayım deseydim çekeceğiniz vardı.)

Şimdi gelelim sadede! Bu anlattığım iki olay şaz iki örnektir. Tüm din görevlilerini bağlamaz ve genele teşmil edilemez. Haklarını yemeyelim, içlerinde dakik olanları da çok!  Üstelik böyle örnekler de kalmadı.

Günümüzde böyle örnekler kalmasa da sağdan soldan, çalıştığım ortamdaki mesai arkadaşlarımdan cuma öncesi vaaz veren din görevlileriyle ilgili serzenişler duyuyorum. Çoğu insanımız günlük beş vakit namazını kılmasa da cuma günü soluğu camide alır. İçlerinde öğretmeni, işçisi, doktoru, esnafı, öğrencisi vs var. Çoğu da zamanla yarışıyor. Ya işini bırakıp camiye gelmiştir, ya da cumadan sonra işine yetişecektir.  İstedikleri, vaaz veren hatibin veya vaizin dış ezan biter bitmez namaza geçit vermesidir. Aslında görevli uzatsa uzatsa üç-beş dakika uzatıyor. Ama üç-beş dakika da olsa çoğu insanımız (Özellikle hastane ve okul bölgelerindeki cami cemaati) zamanla yarışıyor. Doktordur; hastasını muayene edecek, öğretmendir; dersine yetişecek. Yani herkesin kendine göre bir derdi var. Hocalarımızdan beklediğim ezanın bitmesi falan değil, ezan okunmaya başlar başlamaz sözlerini bağlamaları. Hep birlikte okunan ezanı görevli imam ve cemaatin birlikte huşu içerisinde dinlemeleridir. Hem ezan okunurken işi-gücü bırakıp ezan dinlenmeli diyen bizler değil miyiz? Tamam cemaat vaazı dinlemek için zamanında camiye gelmiyor. Namaz niyetiyle geldiklerinde üç-beş önemli cümle daha söyleyelim iyi niyetini taşıyor görevliler. Ama koyun can derdindeyken biz et derdinde olmazsak daha iyi olur. Unutmayalım ki marifet iltifata tabidir, müşterisiz meta zayidir. (Sakın cami görevlilerimiz maça gidince iki saat orada bekliyorsunuz, ha camiden bir beş dakika geç çıkalım örneği vermeye falan kalkmasın! Bu tür örneklere de cemaat sapla-saman karıştırılıyor diye kızıyor, haberiniz olsun!)

Sonuç olarak cami ve din görevlileri hakkında yazmak zor. Üstelik cesaret ister. Çünkü işin ucunda yanlış anlaşılmak veya yanlış anlaşılmaya sebebiyet olmak da var. Bunun sonucunda topa tutulmak, tu kaka yapılmak da var. Siz buna cahil cesareti de diyebilirsiniz. Ama burada niyetim yapıcı bir eleştiridir. Bize hep İslam’ın hoşgörüsünden örnekler veren bu kardeşlerimizin engin hoşgörülerine sığındım yazarken.

Din kardeşim! Uzatmıyorsan hiç üzerine alma ve alınganlık gösterme. Sözüm meclisten dışarı. Ama ezandan sonra inatla hala konuşmaya devam ediyorsan işte sözüm sana. Yani sözüm meclisten içeri!

* 22/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.