Ana içeriğe atla

Bu Yazımı Cami Görevlileri de Okur Umuduyla! (2) *


Yıl 2012 veya 2013. Bir ramazan bayramı günü ailenin diğer efradı ile birlikte beldemde bayram namazından sonra bayram yemeği yiyeceğim. Sabah namazından sonra çıkarsam 75 km’lik mesafenin birçoğunu kat ederim, böylece bizi bekleyenleri de fazla bekletmem dedim. Çıktık çıkıyoruz derken bayram namazı vakti yaklaştı.

Yolcu yolunda gerek, namaza kadar epey yol alır, vaktin girdiği bir meskûn mahalde namazımızı kılarız diye düşündüm. Yol üzeri bir camiye girdik ben ve dört çocuğum. Cami imamı vaaz veriyor tüm camilerimizde olduğu gibi.  Dinlemeye koyulduk ailecek. Vakit geldi. Şimdi keser, az sonra keser derken sayın hocamız bir ramazan boyu içinde biriktirdiğini cemaate boşalttı. Benim derdim kasabama yetişmekti, onun derdi bir başkaymış.  “30 ramazan boyunca daha hızlı kılıyor diye buradaki camimizi çiğneyerek birçoğunuz daha uzaktaki camiye gitti. Arada kaç dakika oynadı? Olur mu böyle şey? Burada cami varken öteye gitmek yakışır mı” şeklinde cemaatini bir güzel fırçaladı güzel üslubuyla.

Hocamız hızını alamadı, coştukça coştu. Çünkü tam cemaatini, özellikle kendisinden kaçan mahallelisini bir arada bugün bulmuştu. O konuşuyor, ben ise durmadan kolumdaki saate bakıyorum. Şehrimiz için belirlenen bayram namazı vaktinden 15-20 dakika geçti. Maalesef bitirmedi. Sonra ne oldu derseniz baktım olmayacak: Az sonra nerede kaldınız, bekliyoruz telefonları ardı arkasına acı acı çalacaktı. Nihayet çocukluğumda babamın “Kılmadan çıkıp gelseydin” dediğini bu bayram namazında yaptım. Çocuklarıma bir el işareti yaparak bayram namazını kılmadan maalesef camiyi terk ettim. Kendimi bildim bileli terk ettiğim ilk bayram namazıydı belki de. (Umarım benden sonra o cami cemaati bayram namazını kılabilmiştir.)
*
Yazımda anlatmak istediğim maksadımı sanırım anlatabilmişimdir. Yazımı uzattım biliyorum. Hatta içinizden senin de bunlardan geri kalır tarafın yok dediğinizi de duyar gibiyim. Hani ben de yukarıda anlattığım iki anekdottaki biri müftü, diğeri imamdan geri kalır tarafım yok. Onlar kürsüye çıktığı ve mikrofonu aldıkları zaman nasıl ki uzatıyorlarsa ben de klavyenin başına oturunca sanki kendimi kürsüde sanıyorum. Yaz babam yaz! Onlar konuşuyor, ben ise yazıyorum. Aramızdaki fark bu! Ne de olsa ben de onlarla aynı familyadanım. Çekmez isem ölürdüm zaten. (Dua edin konuştuklarından hatırladıklarımın hepsini yazmadım. Oldu olacak bir de onları yazayım deseydim çekeceğiniz vardı.)

Şimdi gelelim sadede! Bu anlattığım iki olay şaz iki örnektir. Tüm din görevlilerini bağlamaz ve genele teşmil edilemez. Haklarını yemeyelim, içlerinde dakik olanları da çok!  Üstelik böyle örnekler de kalmadı.

Günümüzde böyle örnekler kalmasa da sağdan soldan, çalıştığım ortamdaki mesai arkadaşlarımdan cuma öncesi vaaz veren din görevlileriyle ilgili serzenişler duyuyorum. Çoğu insanımız günlük beş vakit namazını kılmasa da cuma günü soluğu camide alır. İçlerinde öğretmeni, işçisi, doktoru, esnafı, öğrencisi vs var. Çoğu da zamanla yarışıyor. Ya işini bırakıp camiye gelmiştir, ya da cumadan sonra işine yetişecektir.  İstedikleri, vaaz veren hatibin veya vaizin dış ezan biter bitmez namaza geçit vermesidir. Aslında görevli uzatsa uzatsa üç-beş dakika uzatıyor. Ama üç-beş dakika da olsa çoğu insanımız (Özellikle hastane ve okul bölgelerindeki cami cemaati) zamanla yarışıyor. Doktordur; hastasını muayene edecek, öğretmendir; dersine yetişecek. Yani herkesin kendine göre bir derdi var. Hocalarımızdan beklediğim ezanın bitmesi falan değil, ezan okunmaya başlar başlamaz sözlerini bağlamaları. Hep birlikte okunan ezanı görevli imam ve cemaatin birlikte huşu içerisinde dinlemeleridir. Hem ezan okunurken işi-gücü bırakıp ezan dinlenmeli diyen bizler değil miyiz? Tamam cemaat vaazı dinlemek için zamanında camiye gelmiyor. Namaz niyetiyle geldiklerinde üç-beş önemli cümle daha söyleyelim iyi niyetini taşıyor görevliler. Ama koyun can derdindeyken biz et derdinde olmazsak daha iyi olur. Unutmayalım ki marifet iltifata tabidir, müşterisiz meta zayidir. (Sakın cami görevlilerimiz maça gidince iki saat orada bekliyorsunuz, ha camiden bir beş dakika geç çıkalım örneği vermeye falan kalkmasın! Bu tür örneklere de cemaat sapla-saman karıştırılıyor diye kızıyor, haberiniz olsun!)

Sonuç olarak cami ve din görevlileri hakkında yazmak zor. Üstelik cesaret ister. Çünkü işin ucunda yanlış anlaşılmak veya yanlış anlaşılmaya sebebiyet olmak da var. Bunun sonucunda topa tutulmak, tu kaka yapılmak da var. Siz buna cahil cesareti de diyebilirsiniz. Ama burada niyetim yapıcı bir eleştiridir. Bize hep İslam’ın hoşgörüsünden örnekler veren bu kardeşlerimizin engin hoşgörülerine sığındım yazarken.

Din kardeşim! Uzatmıyorsan hiç üzerine alma ve alınganlık gösterme. Sözüm meclisten dışarı. Ama ezandan sonra inatla hala konuşmaya devam ediyorsan işte sözüm sana. Yani sözüm meclisten içeri!

* 22/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde