14 Kasım 2018 Çarşamba

Etki ve Tepki Meselesi *


Şunu iyice anladım ki bu ülke normal bir ülke değil. Bu ülkede yaşamak zor mu zor! Çünkü bu ülkede hiçbir şey enine boyuna doğru dürüst tartışılmaz, farklı fikir dinlenmez. Niçin dinlenmez? Çünkü ya kendi düşündüğümüz fikrin doğruluğuna kendimizi o kadar inandırmışız ki muhatabımızı dinlemeye ihtiyaç duymuyoruz ya da kendi görüşümüze çok güvenmiyoruz. Bu yüzden rakip veya rakiplerimizi susturmaya çalışıyoruz.

Rakibimiz konuşmaya kalkarsa ne olur? Ne olacağını kestirmek zor ama  her ihtimal kapıdadır: Kavga, gürültü, kargaşa, kaos, kriz çıkarma; algı oluşturma, belden aşağı vurma, eski defterlerin açılması ve iftira atma gibi her yol mubahtır. Duruma göre tüm bu yollar bir bir denenirken halk olarak bizler de krizi çıkaranların arkasında saf tutarız. Biz saf tuttukça krizi çıkaranlar ve krize çanak tutanlar bizden güç alarak olayları daha fazla kaşımaya devam ederler. Bu işte maalesef sağduyu yok, basiret yok, feraset yok, ortak doğru yok, kamu yararı yok. 

Biz kamu yararını gözetmeden taraftar kazanmaya devam ettikçe göz ardı ettiğimiz bir husus var: Yaptığımız her şey etki ve tepki sonucunu doğurmaktadır. Kendi doğrumuzu rakibimizin durduğu yere göre belirliyor, rakibimizin tepkisine göre bir tepki veriyoruz. Çoğu zaman da ağzımızdan çıkanı kulağımız duymuyor. Alın size bir örnek: Biri çıkıyor "Atatürk ilah değildir" diyor. Öbürü kalkıyor "Evet ilâhımızdır" diyor. Burada ilah değil etkisine, ilahtır tepkisi veriliyor. Bu etki ve tepkiyi doğuranlar cahil birileri değil. Biri gözde bir mesleğin bölümünü okuyor, diğeri fakülteyi bitirmiş ve gazetecilik mesleği icra ediyor.

Güncel olduğu için bu örneği verdim. Etki-tepki meselesine yüzlerce örnek verilebilir. Nedense hiçbir meseleyi soğukkanlı bir şekilde karşılayamıyoruz. Tartışmanın veya tepkimizin neye mal olup nelere etki edeceğini bir türlü hesaba katmıyoruz. Gözümüz dönmüş gibi rakiplerimizi ezmeye çalışıyoruz. Hesap kitap yapmadan yaptığımız bu şeylerin kime ne faydası var? Siz hiç böyle etki ve tepki durumunda "Bu adam doğru söylüyor, ben yanlış düşünüyormuşum, sayesinde aydınlandım, kendisine teşekkür ediyorum" diyen birini gördünüz mü? Suçlayıcı ve saldırgan tutumumuzun tek faydası rakiplerimizin bulunduğu yerde daha bilenmesini ve kenetlenmesini sağlamaktır.

Etki ve tepki durumlarına katkı verenler aslında birbirinden besleniyor, yaşamaları buna bağlı. Bizler de onların safında yer alarak onlara destek veriyoruz. Aslında yapılması gereken herhangi bir konuda makul davranmayan ve gerginlikten beslenen bu kişilere ne halin varsa gör deyip desteği çekmek onları makul olmaya zorlamaktır. En iyisi etki ve tepki kutuplarının ortasında yer almak, ikisinin içinde yer almamaktır. Bu, orta yoldur ve olması gerekendir.

* 16/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


13 Kasım 2018 Salı

Atatürk’ü Anma Törenleri ***


10 Kasım töreni dolayısıyla tüm yurtta olduğu gibi Edirne’de de Atatürk’ü Anma programı icra edilirken oradan geçmekte olan bir üniversite öğrencisinin “Atatürk ilah değildir, putlara tapmayın” demesi Türkiye gündemine oturdu. Kız çocuğu yaka paça alınarak içeri atıldı ve hakkında tutuklanma kararı verildi. Kimi bu hareketi Atatürk’e yapılmış bir hakaret olarak algılarken kimi de kızın sözlerinde bir hakaret unsuru olmadığını ve kızın haksız yere tutuklandığını yazıp çiziyor. Bana göre de kızın söylediği sözler ne Atatürk’e ne de başkasına bir hakaret içermektedir. Ama konu Atatürk olunca maalesef bu ülkede hakaret olmayan sözler de hakaret kapsamına alınıyor.


Kızın söylediklerinde aslında Atatürk’ün kendisine değil, eğer Atatürk’ü ilah olarak gören varsa uyarısı onlaradır. Birileri Atatürk’ü ilah olarak görüyorsa “yapmayın, etmeyin. Çünkü o bir ilah değildir” uyarısıdır bu. Yok ilah olarak gören yok denirse kimsenin üzerine almasına gerek yok. Bir deli saçması olarak görülebilir.


Kızın sözlerinde bir yanlışlık olmamasına rağmen kızımız doğru mu yapmıştır? Bana göre zaman ve ortam uygun değildir. Bu öğrenci neyi, nerede, ne zaman söyleyeceğini iyi seçememiştir. Çünkü her doğru her yerde söylenmez. Eğer kendisine bir ceza verilecekse “İcra edilmekte olan bir töreni sabote etmeye yönelik hareketinden dolayı” kendisine Kabahatler Kanununa göre kendisine uygun para cezası verilebilirdi. Ötesi kanunu çiğnemek olur. Atatürk ismi geçtiği zaman lütfen hop oturup hop kalkmayalım ve soğukkanlı olalım.


Bu 10 Kasım’da olduğu gibi bu ülkede her 10 Kasım günü yapılan törenlerde törenleri sabote etmeye yönelik bilinçli ve bilinçsiz hareketler olmaktadır. Bence töreni masaya yatırmamızda fayda var. Gerçi konu Atatürk olunca üzerinde yazıp çizmek kolay değil. Çünkü asılıp kesilmen, yargısız infaza gitmen ve tu kaka yapılman mukadderdir. Katılır veya katılmazsınız, izninizle anma törenleri ile ilgili görüşlerimi ifade özgürlüğü çerçevesinde burada bu vesileyle serdetmek istiyorum: Atatürk’ü anma ve diğer resmi törenlerde mevzuat gereği yapılan çelenk koyma, saygı duruşunda bulunma ve ardından İstiklal Marşı okunma şeklinde ifa edilmektedir. Burada sormak lazım, vefat edene çelenk koyma ve ona saygı duruşunda bulunma bizim örf, adet, inanç değerlerimize uygun mu? Bildiğim kadarıyla bizim değerlerimizde ölmüşe çelenk konmaz, saygı duruşunda bulunulmaz. Hangi insanımız anası, babası veya bir yakını öldüğü zaman ona çelenk sunar? İnsanımız gider ziyaret eder ve ellerini açar, onun için dua eder, Fatihalar okur. Kimi hatim indirir, kimi de mevlit okutur, ardından duası yapılır. Bir anma yapılacaksa bu programın kültürümüze uygun olması, kanun veya yönetmeliğin bu şekilde düzenlenmesi daha uygun olmaz mı?


Yine burada Atatürk’ü anarken 1938 olan vefatındaki 8’i ∞ şeklinde yazmak suretiyle “O ölmedi, sonsuza kadar yaşayacak, içimizde yaşıyor” demek istiyoruz. Merak ettiğim niçin Atatürk’ün doğumu kutlanmaz? Aslında doğumu üzerinden törenlerin yapılması daha yerinde olurdu. Doğumu her yönüyle sevinçle kutlanırken ölümü ise salon toplantıları şeklinde düzenlenerek yaptıkları anlatılmak suretiyle anma yolu seçilebilir.


Bu vesileyle tören alanında sarf ettiği sözler dolayısıyla kız çoğu hakkında 5816 Sayılı Kanun gereği işlem yapılmıştır. Yetkililer ve Atatürk’ü sevenler eğer ona saygı göstermek istiyorlarsa ilk önce Atatürk’ü Koruma Kanunu diye bildiğimiz 5816 Sayılı Koruma Kanunu”nu kaldırmalıdırlar. Çünkü Atatürk kanunla korunmaz, ona saygı böyle gösterilmez. Ki Atatürk bu ülkenin bir değeridir. Değerlerimiz kanunla sağlanmaz.



*** 17/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.






Herkes Atatürk'ün Üzerinden Ellerini Çekmeli Artık! *

Vefatının üzerinden 80 yıl geçmiş olmasına rağmen bu ülkede Atatürk hala tartışma konusu yapılıyor. Seveni de çok, sevmeyeni de.  Hoş, sadece Atatürk değil; bu ülkede kim ön plana çıkmış, kim devleti yönetmiş, kim halka mal olmuş ise ikiye bölünmüş durumda. Sevenler bir tarafta, sevmeyen ve nefret edenler diğer tarafta. II. Abdülhamit, Vahdettin gibi. Bir kesime göre II.Abdülhamit pinti, cimri, istibdatçı; diğer kesime göre Ulu Hakan, cennetmekan biri. Vahdettin kimine göre hain, kimine göre Mustafa Kemal’i milli mücadele için Samsun’a gönderen kişi.

Şöyle geriye doğru ön plana çıkmış bir insanımız olup da tartışılmayan, hakkında ileri geri konuşulmayan var mı diye düşünüyorum. Aklıma kimse gelmiyor. Maalesef bize mal olmuş, bu ülkeye ait hiçbir kişi yoktur ki öven ve seveni olmasın.

Aslında bu yaptığımız kişi siyasetidir, işi şahsileştirmedir. Nedense bir türlü bir işi, bir kişiyi hatasıyla sevabıyla prensipler çerçevesinde konuşamıyoruz. Sevdiğimize söz söyletmeyiz, nefret ettiğimize ise Allah ne verdiyse hakaretin her türlüsünü yaparız. Bir türlü ortasını bulamadık bu işin. Hep geçmişle yaşıyoruz. Bir türlü bugüne gelemiyoruz. Dünün geçmişte kalmış siyasetini günümüzde tartışıyoruz.

Dirisi ile uğraşmadığımız veya başa çıkamadığımız kişilerin ölüsüyle uğraşıyoruz. Bu nasıl bir psikoloji? Bu, tıpta adı olan bir hastalık türü olsa gerek. Celalettin Rumi’ye atfedilen Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım” sözünü bilir ama yine uygulamayız. Gerçekten bu ülkenin tarihe mal olmuş kişilerle uğraşmasının kime ne faydası var? Bu ülkeye az veya çok katkıda bulunmuş, inisiyatif almış kişileri göklere çıkarsak veya yerin dibine batırsak kime ne faydası var? Diyelim ki Atatürk vs. bu ülkeye çok büyük hizmetleri oldu. Gece-gündüz bunları övsek kazancımız ne olur veya bunlara akşam-sabah küfretsek ne kazanırız?

Atatürk’ü sevenler, “Bugün bu ülkede ne elde edilmiş ise bu, Atatürk sayesindedir” derken sevmeyenler ise “Bu ülkede ne kötülük varsa Atatürk dolayısıyladır” anlayışına sahip. Çünkü tarihe mal olmuş kişiler üzerinde kutuplaşmamız etki ve tepki sonucunu doğuruyor. Bırakalım mezarında rahat uyusun. Şunu herkes bilsin ki Kur’an’da Bakara süresinin 134.ayetinde Allah: “Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz” buyurmaktadır. Atatürk iyi biri ise bu ayete göre kazanmıştır. Onu övenler ve onun yolundan gittiğini söyleyenler üzerine ne koydular? Atatürk’ü kötüleyenler ise kötülükleri önlemek onun yerine kendi iyiliklerini koymak için ne yapmışlardır?

Bence bizim ülkemizde cereyan eden ölüp gitmiş, dili olmayan, kendisini savunacak durumda olmayan tarihe mal olmuş kişileri kendi haline bırakmak lazım diye düşünüyorum. Seveni de sevmeyeni de Atatürk’ün üzerinden ellerini çekmesi gerek. Devlet de “Koruma Kanunu” adıyla onu kanunla korumayı kaldırarak Atatürk’ten elini çekmesi lazım. Unutmayalım ki Atatürk kanunla falan korunmaz. Aynı zamanda böyle bir koruma şekli Atatürk’ün kendisine hakarettir.

Atatürk’ü sevdiğini söyleyerek Atatürk üzerinden bir kesime baskı uygulamaya kalkanlar yapacakları şeyler için Atatürk’ün arkasına sığınmaktan vazgeçsinler. Atatürk’e hakaret ederek prim yapmaya ve şov yapmaya yeltenenler de meşhur olmak için kendilerine başka bir yol bulsunlar. Seven ve sevmeyeni -samimiler ise- bir araya gelip bu ülkenin kalkınması için neler yapabiliriz sorusuna yoğunlaşırlarsa bu ülkeye en büyük hizmeti yapmış olurlar. Yoksa gölge etmesinler.

*17/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.