Ana içeriğe atla

Etki ve Tepki Meselesi *


Şunu iyice anladım ki bu ülke normal bir ülke değil. Bu ülkede yaşamak zor mu zor! Çünkü bu ülkede hiçbir şey enine boyuna doğru dürüst tartışılmaz, farklı fikir dinlenmez. Niçin dinlenmez? Çünkü ya kendi düşündüğümüz fikrin doğruluğuna kendimizi o kadar inandırmışız ki muhatabımızı dinlemeye ihtiyaç duymuyoruz ya da kendi görüşümüze çok güvenmiyoruz. Bu yüzden rakip veya rakiplerimizi susturmaya çalışıyoruz.

Rakibimiz konuşmaya kalkarsa ne olur? Ne olacağını kestirmek zor ama  her ihtimal kapıdadır: Kavga, gürültü, kargaşa, kaos, kriz çıkarma; algı oluşturma, belden aşağı vurma, eski defterlerin açılması ve iftira atma gibi her yol mubahtır. Duruma göre tüm bu yollar bir bir denenirken halk olarak bizler de krizi çıkaranların arkasında saf tutarız. Biz saf tuttukça krizi çıkaranlar ve krize çanak tutanlar bizden güç alarak olayları daha fazla kaşımaya devam ederler. Bu işte maalesef sağduyu yok, basiret yok, feraset yok, ortak doğru yok, kamu yararı yok. 

Biz kamu yararını gözetmeden taraftar kazanmaya devam ettikçe göz ardı ettiğimiz bir husus var: Yaptığımız her şey etki ve tepki sonucunu doğurmaktadır. Kendi doğrumuzu rakibimizin durduğu yere göre belirliyor, rakibimizin tepkisine göre bir tepki veriyoruz. Çoğu zaman da ağzımızdan çıkanı kulağımız duymuyor. Alın size bir örnek: Biri çıkıyor "Atatürk ilah değildir" diyor. Öbürü kalkıyor "Evet ilâhımızdır" diyor. Burada ilah değil etkisine, ilahtır tepkisi veriliyor. Bu etki ve tepkiyi doğuranlar cahil birileri değil. Biri gözde bir mesleğin bölümünü okuyor, diğeri fakülteyi bitirmiş ve gazetecilik mesleği icra ediyor.

Güncel olduğu için bu örneği verdim. Etki-tepki meselesine yüzlerce örnek verilebilir. Nedense hiçbir meseleyi soğukkanlı bir şekilde karşılayamıyoruz. Tartışmanın veya tepkimizin neye mal olup nelere etki edeceğini bir türlü hesaba katmıyoruz. Gözümüz dönmüş gibi rakiplerimizi ezmeye çalışıyoruz. Hesap kitap yapmadan yaptığımız bu şeylerin kime ne faydası var? Siz hiç böyle etki ve tepki durumunda "Bu adam doğru söylüyor, ben yanlış düşünüyormuşum, sayesinde aydınlandım, kendisine teşekkür ediyorum" diyen birini gördünüz mü? Suçlayıcı ve saldırgan tutumumuzun tek faydası rakiplerimizin bulunduğu yerde daha bilenmesini ve kenetlenmesini sağlamaktır.

Etki ve tepki durumlarına katkı verenler aslında birbirinden besleniyor, yaşamaları buna bağlı. Bizler de onların safında yer alarak onlara destek veriyoruz. Aslında yapılması gereken herhangi bir konuda makul davranmayan ve gerginlikten beslenen bu kişilere ne halin varsa gör deyip desteği çekmek onları makul olmaya zorlamaktır. En iyisi etki ve tepki kutuplarının ortasında yer almak, ikisinin içinde yer almamaktır. Bu, orta yoldur ve olması gerekendir.

* 16/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde