Ana içeriğe atla

Atatürk’ü Anma Törenleri ***


10 Kasım töreni dolayısıyla tüm yurtta olduğu gibi Edirne’de de Atatürk’ü Anma programı icra edilirken oradan geçmekte olan bir üniversite öğrencisinin “Atatürk ilah değildir, putlara tapmayın” demesi Türkiye gündemine oturdu. Kız çocuğu yaka paça alınarak içeri atıldı ve hakkında tutuklanma kararı verildi. Kimi bu hareketi Atatürk’e yapılmış bir hakaret olarak algılarken kimi de kızın sözlerinde bir hakaret unsuru olmadığını ve kızın haksız yere tutuklandığını yazıp çiziyor. Bana göre de kızın söylediği sözler ne Atatürk’e ne de başkasına bir hakaret içermektedir. Ama konu Atatürk olunca maalesef bu ülkede hakaret olmayan sözler de hakaret kapsamına alınıyor.


Kızın söylediklerinde aslında Atatürk’ün kendisine değil, eğer Atatürk’ü ilah olarak gören varsa uyarısı onlaradır. Birileri Atatürk’ü ilah olarak görüyorsa “yapmayın, etmeyin. Çünkü o bir ilah değildir” uyarısıdır bu. Yok ilah olarak gören yok denirse kimsenin üzerine almasına gerek yok. Bir deli saçması olarak görülebilir.


Kızın sözlerinde bir yanlışlık olmamasına rağmen kızımız doğru mu yapmıştır? Bana göre zaman ve ortam uygun değildir. Bu öğrenci neyi, nerede, ne zaman söyleyeceğini iyi seçememiştir. Çünkü her doğru her yerde söylenmez. Eğer kendisine bir ceza verilecekse “İcra edilmekte olan bir töreni sabote etmeye yönelik hareketinden dolayı” kendisine Kabahatler Kanununa göre kendisine uygun para cezası verilebilirdi. Ötesi kanunu çiğnemek olur. Atatürk ismi geçtiği zaman lütfen hop oturup hop kalkmayalım ve soğukkanlı olalım.


Bu 10 Kasım’da olduğu gibi bu ülkede her 10 Kasım günü yapılan törenlerde törenleri sabote etmeye yönelik bilinçli ve bilinçsiz hareketler olmaktadır. Bence töreni masaya yatırmamızda fayda var. Gerçi konu Atatürk olunca üzerinde yazıp çizmek kolay değil. Çünkü asılıp kesilmen, yargısız infaza gitmen ve tu kaka yapılman mukadderdir. Katılır veya katılmazsınız, izninizle anma törenleri ile ilgili görüşlerimi ifade özgürlüğü çerçevesinde burada bu vesileyle serdetmek istiyorum: Atatürk’ü anma ve diğer resmi törenlerde mevzuat gereği yapılan çelenk koyma, saygı duruşunda bulunma ve ardından İstiklal Marşı okunma şeklinde ifa edilmektedir. Burada sormak lazım, vefat edene çelenk koyma ve ona saygı duruşunda bulunma bizim örf, adet, inanç değerlerimize uygun mu? Bildiğim kadarıyla bizim değerlerimizde ölmüşe çelenk konmaz, saygı duruşunda bulunulmaz. Hangi insanımız anası, babası veya bir yakını öldüğü zaman ona çelenk sunar? İnsanımız gider ziyaret eder ve ellerini açar, onun için dua eder, Fatihalar okur. Kimi hatim indirir, kimi de mevlit okutur, ardından duası yapılır. Bir anma yapılacaksa bu programın kültürümüze uygun olması, kanun veya yönetmeliğin bu şekilde düzenlenmesi daha uygun olmaz mı?


Yine burada Atatürk’ü anarken 1938 olan vefatındaki 8’i ∞ şeklinde yazmak suretiyle “O ölmedi, sonsuza kadar yaşayacak, içimizde yaşıyor” demek istiyoruz. Merak ettiğim niçin Atatürk’ün doğumu kutlanmaz? Aslında doğumu üzerinden törenlerin yapılması daha yerinde olurdu. Doğumu her yönüyle sevinçle kutlanırken ölümü ise salon toplantıları şeklinde düzenlenerek yaptıkları anlatılmak suretiyle anma yolu seçilebilir.


Bu vesileyle tören alanında sarf ettiği sözler dolayısıyla kız çoğu hakkında 5816 Sayılı Kanun gereği işlem yapılmıştır. Yetkililer ve Atatürk’ü sevenler eğer ona saygı göstermek istiyorlarsa ilk önce Atatürk’ü Koruma Kanunu diye bildiğimiz 5816 Sayılı Koruma Kanunu”nu kaldırmalıdırlar. Çünkü Atatürk kanunla korunmaz, ona saygı böyle gösterilmez. Ki Atatürk bu ülkenin bir değeridir. Değerlerimiz kanunla sağlanmaz.



*** 17/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde