13 Kasım 2018 Salı

Herkes Atatürk'ün Üzerinden Ellerini Çekmeli Artık! *

Vefatının üzerinden 80 yıl geçmiş olmasına rağmen bu ülkede Atatürk hala tartışma konusu yapılıyor. Seveni de çok, sevmeyeni de.  Hoş, sadece Atatürk değil; bu ülkede kim ön plana çıkmış, kim devleti yönetmiş, kim halka mal olmuş ise ikiye bölünmüş durumda. Sevenler bir tarafta, sevmeyen ve nefret edenler diğer tarafta. II. Abdülhamit, Vahdettin gibi. Bir kesime göre II.Abdülhamit pinti, cimri, istibdatçı; diğer kesime göre Ulu Hakan, cennetmekan biri. Vahdettin kimine göre hain, kimine göre Mustafa Kemal’i milli mücadele için Samsun’a gönderen kişi.

Şöyle geriye doğru ön plana çıkmış bir insanımız olup da tartışılmayan, hakkında ileri geri konuşulmayan var mı diye düşünüyorum. Aklıma kimse gelmiyor. Maalesef bize mal olmuş, bu ülkeye ait hiçbir kişi yoktur ki öven ve seveni olmasın.

Aslında bu yaptığımız kişi siyasetidir, işi şahsileştirmedir. Nedense bir türlü bir işi, bir kişiyi hatasıyla sevabıyla prensipler çerçevesinde konuşamıyoruz. Sevdiğimize söz söyletmeyiz, nefret ettiğimize ise Allah ne verdiyse hakaretin her türlüsünü yaparız. Bir türlü ortasını bulamadık bu işin. Hep geçmişle yaşıyoruz. Bir türlü bugüne gelemiyoruz. Dünün geçmişte kalmış siyasetini günümüzde tartışıyoruz.

Dirisi ile uğraşmadığımız veya başa çıkamadığımız kişilerin ölüsüyle uğraşıyoruz. Bu nasıl bir psikoloji? Bu, tıpta adı olan bir hastalık türü olsa gerek. Celalettin Rumi’ye atfedilen Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım” sözünü bilir ama yine uygulamayız. Gerçekten bu ülkenin tarihe mal olmuş kişilerle uğraşmasının kime ne faydası var? Bu ülkeye az veya çok katkıda bulunmuş, inisiyatif almış kişileri göklere çıkarsak veya yerin dibine batırsak kime ne faydası var? Diyelim ki Atatürk vs. bu ülkeye çok büyük hizmetleri oldu. Gece-gündüz bunları övsek kazancımız ne olur veya bunlara akşam-sabah küfretsek ne kazanırız?

Atatürk’ü sevenler, “Bugün bu ülkede ne elde edilmiş ise bu, Atatürk sayesindedir” derken sevmeyenler ise “Bu ülkede ne kötülük varsa Atatürk dolayısıyladır” anlayışına sahip. Çünkü tarihe mal olmuş kişiler üzerinde kutuplaşmamız etki ve tepki sonucunu doğuruyor. Bırakalım mezarında rahat uyusun. Şunu herkes bilsin ki Kur’an’da Bakara süresinin 134.ayetinde Allah: “Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz” buyurmaktadır. Atatürk iyi biri ise bu ayete göre kazanmıştır. Onu övenler ve onun yolundan gittiğini söyleyenler üzerine ne koydular? Atatürk’ü kötüleyenler ise kötülükleri önlemek onun yerine kendi iyiliklerini koymak için ne yapmışlardır?

Bence bizim ülkemizde cereyan eden ölüp gitmiş, dili olmayan, kendisini savunacak durumda olmayan tarihe mal olmuş kişileri kendi haline bırakmak lazım diye düşünüyorum. Seveni de sevmeyeni de Atatürk’ün üzerinden ellerini çekmesi gerek. Devlet de “Koruma Kanunu” adıyla onu kanunla korumayı kaldırarak Atatürk’ten elini çekmesi lazım. Unutmayalım ki Atatürk kanunla falan korunmaz. Aynı zamanda böyle bir koruma şekli Atatürk’ün kendisine hakarettir.

Atatürk’ü sevdiğini söyleyerek Atatürk üzerinden bir kesime baskı uygulamaya kalkanlar yapacakları şeyler için Atatürk’ün arkasına sığınmaktan vazgeçsinler. Atatürk’e hakaret ederek prim yapmaya ve şov yapmaya yeltenenler de meşhur olmak için kendilerine başka bir yol bulsunlar. Seven ve sevmeyeni -samimiler ise- bir araya gelip bu ülkenin kalkınması için neler yapabiliriz sorusuna yoğunlaşırlarsa bu ülkeye en büyük hizmeti yapmış olurlar. Yoksa gölge etmesinler.

*17/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

11 Kasım 2018 Pazar

Bu Çocuk Ne Yapacak Şimdi?

—Genç! Kaçıncı sınıfsın bu sene?
—8
—Bu sene sınava gireceksin desene!
—Evet!
—Çalışıyor musun bari?
—Hafta içi okula gidiyorum, hafta sonu da ki kurs ve etütlere katılıyorum.
—Okulu anladım. Kurs ve etüt? Kurs mu, etüt mü?
—İkisine birden gidiyorum.
—Nasıl beceriyorsun bunu?
—Hafta sonu önce okulun açtığı "Takviye ve Yetiştirme Kursuna" gidiyorum.
—Etüde ne zaman gidiyorsun?
—O da hafta sonu.
—Ama kursa gidiyorum demiştin.
—Kurstan sonra eve gitmeden etüde geçiyorum. Akşama kadar da etütte ders görüyorum.
—Yorucu olmuyor mu?
—Oluyor elbet! Hiç dinlenme yok. Okul, kurs ve etüt.
—Gördüğün dersleri tekrar etmeye vaktin kalıyor mu?
—Ne zaman bakacağım ki? Gidip geliyorum.
—Ama tekrar etmezsen faydası olmaz ki!
—Biliyorum da ben ne yapabilirim?
—O zaman niye hem kursu, hem de etüdü tercih ettin? Sadece birine gitseydin ya!
—Benim tercih hakkım var mı ki? Bana soran olmadı. Babam seçti. Bereket akşamları kurs ve etüt yok.
—Kurs ücretsiz bildiğim kadarıyla. Etüde kaç paraya kayıt yaptırdın?
—Para vermedik.
—Nasıl? Etütler paralı benim bildiğim. Baban nasıl halletmiş bunu?
—Etüt de parasıymış galiba! Çünkü bu etüdü ücretsiz olarak bir resmi kurum açmış.
—Şimdi anlaşıldı kurs ve etüt meselesi. Sonuçta kazanır veya kazanamazsın. Ama bu işte kazanan baban olmuş. Sana başarılar! Allah yardımcın olsun, zihin açıklığı versin!

Enflasyonla Topyekûn Mücadele Böyle Olur!

          -Karaman Yolcusu Kalmasın!-

Ekonomik hayatı canlandırmak için devletin öncülük ettiği "Enflasyonla Topyekûn Mücadele" kampanyası başlatıldı. Çünkü son on beş yılın en yüksek enflasyon oranlarıyla karşı karşıyayız. Bu kampanyaya birçok sektör fiyatlarında indirime giderek destek verirken devlet de bazı ürünlerde KDV ve ÖTV vergilerini düşürerek katkı vermeye çalışıyor. Amaç, fiyatları indirmek suretiyle vatandaşın alışveriş yapmasını sağlamaktır.

Kampanyanın başlığında topyekûn mücadele yazıyor. Bunun içinde benim de olmam lazım. Ama ne devletim vergi oranlarında indirim yapabiliyorum, ne de firma sahibiyim fiyatlarda indirime gidebiliyorum. Bordrolu bir tüketiciyim o kadar. Ne yapmalıyım ki durgun piyasaya katkıda bulunabileyim? Yeter ki iste. Bir insan isterse piyasaya katkıda bulunabilir. Ben ne mi yaptım? Öyle bir alışveriş yaptım ki hem devlet kazandı, hem de piyasada iş yapanlar kazandı.

Kendisiyle bir vesileyle birkaç defa oturma imkanı bulduğum yaşı doksanı geçmiş bir akrabam vardı. Yaşı ilerlemişti ama her görüşmemizde farklı bir iz bırakmıştı bende: Kimseye yük olmayan, oturduğu zaman kendi halinde ortamdaki konuşmaları dinleyen, her söze karışmayan, soru sorulduğu zaman oturaklı cevaplar veren, iradesi ve zihni yerinde bir hanım teyze idi. İşte bu teyzenin vefat haberini pazartesi akşamı aldım. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun, Allah herkese böyle ömür ve ölümler nasip etsin dedim.

Cenaze, Karaman Ayrancı’ya yakın bir köyde idi. Mevtaya son görevimizi ifa edelim diye cenazesine katılmaya karar verdim. Gideceğim ama nasıl gidecektim. Alternatif bol maşallah! Otobüs, tren, özel araba hangisi ile gidecektim. Hafif bir kararsızlığın arkasından trenle gitmeye karar verdim. Ne de olsa öğretmen olduğum için tren benim için indirimli olacaktı. Oturduğum yerden TCDD’nin adresine girerek kendim için öğretmen, eşim için de sivili işaretledim. Her ikimize de aynı fiyatı çekti TCDD. Devletimin nezdinde bir itibarım yoktu. Bunu biliyordum ama trende bizim için bir indirim sağladığını sanıyordum. Ama bir indirim bile yapmadı. Canı sağ olsun! Eşimle aynı fiyattan gideceğim deyip iki kişilik bilet aldım.

Tren bileti aldım ama otobüsle yolculuk yapacaktım. Çünkü Konya-Karaman arası YHT faaliyete başlamadığı için TCDD, anlaştığı otobüs firmalarıyla taşıtıyormuş yolcularını.

Sabahleyin trene yetişecek şekilde evden çıktım. Birkaç dakika ile tren görünümlü otobüsü kaçırdım. Tren biletlerim yandı. Dakik olmayan her insanın başına gelebilir. Ne yapayım bir sonraki treni bekleyemem, otogara gidip otobüs firmasıyla gitsem gecikeceğim. Sonunda arabamla gideyim dedim, arabama yakıtı doldurup yola çıktım.

1,5 saatte Karaman Yeşildere Köyüne vardım. Cenaze sahiplerine taziyelerimi sunarak gerisin geriye yola düştüm tekrar. Çünkü dersim vardı, dersime yetişmeliydim. Şükür ki dersime de yetiştim.

Şimdi siz diyeceksiniz ki ekonominin canlanmasına katkı nerede burada? Böyle demeyin, şayet derseniz gücenirim. Bakın anlatayım: Benim bu alışverişten TCDD kazandı. Çünkü ilk önce ondan bilet aldım. Otobüs firması kazandı. Çünkü TCDD, otobüs firması marifetiyle taşıtıyor yolcularını. Üstelik tren görünümlü otobüsle yolculuk yapamadığım için oturakları işgal etmedim. Belki firma, yolda el kaldıran yolcuları almak suretiyle iki kişilik koltukta dört kişiyi de taşımış olabilir. Yine bu alışverişimden akaryakıt istasyonu kazandı. Birkaç saat ara ile Konya-Karaman ve Karaman-Konya yapmak suretiyle yollar canlandı. Çünkü sayemde bir hareketlilik oluştu.

Gördüğünüz gibi tren bileti artı özel oto ile olan bu seyahatimden/alışverişimden ben bir şey kazanmasam da direk olarak tren, otobüs ve akaryakıt istasyonu kazandı. Otobüs firması ve akaryakıt istasyonu sahibi devlete KDV ve ÖTV ödeyecek sayemde. Bunlar görünen. Bir de görünmeyen kazançlar var: Belli bir ömrü olan lastiklerim yıprandı, bir müddet sonra lastikleri yenilemek için oto lastikçiye müracaat edeceğim. Lastikçi bana dört teker satacak. Yine on bin km’de yakıt değişimi yapmam için nereden baksanız 260 km yol yaptım. Bu demektir ki yakıt değişimi için sanayiye uğrayacağım.

Bu alışveriş bana pahalıya gelse de işim oldu ve nasıl gideyim diye kafamdan geçirdiğim tüm alternatiflerim gerçekleşti. Hiçbirini gücendirmedim. Zaten önemli olan işimizin olması değil mi? Yolculuğa çıkmadan önce tren mi, otobüs mü, özel oto mu derken gidemesem de üçü de oldu. Ben de kazandım bu alışverişten. Benim kazancım azmin ve inadın zaferiydi.

Vatandaş olarak ekonomiye bir canlılık kazandırmak istiyor da aklınıza hiçbir şey gelmiyorsa lütfen benim uyguladığım adımları takip edebilirsiniz. Hayırlı yolculuklar!