7 Kasım 2018 Çarşamba

Adamın Arapça Bilgisine Hayran Kaldım *

Her akşam bir kanalda yapılan tartışma programlarının öğretim görevlisi gediklileri var. Kambersiz düğün olmaz misali her türlü tartışma programında bunlar boy gösteriyor. Kimi doçent, kimi profesör, kimi de rektör.

Ekranda oturdukları yerden hangi görüşte oldukları belli bu öğretim görevlilerinin anlamadıkları ve bilmedikleri bir konu yok maşallah! Gecenin geç vaktine kadar sürüyor programları. Her konuda söyleyecek sözleri olmalı. Merak ediyorum bunların evleri, barkları yok mu? Her gün evlerimize misafir oluyorlar. Ertesi günü dersleri yok mu? Derslerine giriyorlarsa öğrencilere ne anlatıyorlar? Çünkü bir kişi sahasında ne kadar yeterli olursa olsun dersine bakarak girmesi gerekir. Programların sürekli müdavimi olan bu tipler herhalde katıldıkları programdan ücret alıyor olmalılar ki tüm eforlarını ekranda sarf ediyorlar. Tüm birikimlerini orada boşaltıyorlar. Bunların yeni bilgi ve konuyu öğrenme ve araştırma zamanları da olmamalı. Çünkü ne zaman bakacaklar? Herhalde geçmiş bilgilerini yeni bilgi almaksızın satmaya devam ediyorlar. Zaten sürekli konuşan kendisi bir şey almaz, sürekli verir. Öyle zannediyorum tam veremiyorlar ki her gün çıkıyorlar. Konuştukları ve tartıştıkları bir incir çekirdeğini doldursa gam yemeyeceğim.

İşte onlardan biri: Bir kanalda Andımız üzerine yine bir tartışma var. Ana Muhalefetten bir vekil, "Andımız okunmalı, burada bir ırkçılık yok." derken doçent unvanlı biri "Bu Andımız 1933 Türkiye’sinin Andı." şeklinde bir şeyler söyledi. İkisi arasında söz döndü dolaştı ezanın Türkçe okutulmasına geldi. Vekil "Niçin başka dilde okunuyor, Türkçeye bu kadar düşmanlık yapmayalım, insanlar okunandan anlasın" dedi. Doçentimiz "Sen Tanrı uludur diyebilirsin. Bunun önünde bir engel yok. Hatta bir cami yaptırıp namazı da Türkçe kıldırtabilirsin. Bana kimse Tanrı dedirtemez... Benim ezanım ‘Allah’ü ekber’ şeklinde başlamalı. Sen bilir misin ‘Allahü ekber’ ne demek? Ben biliyorum. Çünkü ben Arapça biliyorum. ‘Allah’ü ekber’ demek ‘Allah birdir’ demek..." dedi. Videodan izlediğim bu kadar. Ardından kapattım, gerisini dinlemedim. Çünkü yaptıkları horoz dövüşünden başkası değil.

Burada bir kısmını alıntıladığım konuşmada kendisinin Arapça bildiğini söyleyen doçentin ‘Allahü ekber'e ne anlam verdiği dikkatinizi çekmiş olmalı. ‘Allah en büyüktür’ anlamına gelen ‘Allah’ü ekber’ cümlesine hukukçu doçentimiz ‘Allah birdir’ şeklinde anlam veriyor. Programın devamında düzeltme yapan oldu mu bilmiyorum, dil sürçmesi mi onu da bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var, akademisyenin Arapçası mükemmel! Bilgisine hayran kaldım doğrusu!

Sayın doçent Arapçayı biliyorum demese dil sürçmesi deyip geçeceğim. Ama öyle hararetli tartışıyor ki ağzından çıkanı kulağı duymuyor. İnşallah dil sürçmesidir. Olabilir. Çünkü irticalen konuşuyor. Eğer gerçek Arapça bilgisi bu ise işte o zaman yandık demektir. ‘Allah’ü ekbere’ şu ana kadar ‘Allah en büyüktür’ anlamı veren bizim gibilerin bilgisi yanlış ise bunu da bilmek isteriz. Hatta bu durumda kendisinden ders almak isteriz.

Arapça bildiğini hava atan bu hukukçu doçentin hukuk bilgisi umarım Arapça bilgisi gibi değildir. Eğer böyleyse bu bilim adamı şu ana kadar hep işkembeyi kübradan atmış ve bize yutturmuş demektir. 

TV'ye çıkıp her konuda söz söylemeye çalışan ve ben bu işi biliyorum diyen ekranların bu gediklileri şunu bilsinler ki ilmin yarısı edep ise yarısı da bilmiyorumdur. Yani haddini bilmektir. Bilgi ise bunlardan sonra gelir. Yine bilim adamı demek birinin, bir kesimin silahşörü, kalemşörü, basın sözcüsü olmak değildir. Kendisini ilme verir, sahasında konuşur, ötesinde susar. Konuşurken de kimseden çekinmez, olması ve söylenmesi gerekeni söyler. Alanı kendisine dar geliyor, kabına sığmıyorsa cübbesini çıkarıp siyasete girmelidir. Kimsenin bilim adamlığını ayaklar altına alma gibi bir hakkı yoktur.

* 09/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yasallık Ahlaki Olmalı **

Benim de dahil olduğum bazı insanlar vardır ki ağzından bal damlar. Doğruluğu, dürüstlüğü kimseye vermez. Hak ve adaletin ne olduğundan dem vurur. Herhangi bir yere yapılacak atamalarda aranan kriter olarak herkesin hoşuna giden ehliyet ve liyakatların esas alınması gerektiği hususunda öneriler sunar. Buraya kadar sorun yok. Amenna!

Sorun nerede derseniz böyle diyenlerin, yazıp çizenlerin, mangalda kül bırakmayanların büyük bir kısmının göz ardı ettiği bir husus var: Kendilerinin bulunduğu yere ne şekilde geldikleridir. Bence esas sıkıntı burada. Eğer bir kişi geldiği yere hakkaniyet ölçüsü içerisinde gelmemişse bu kişinin durumu kafasını kuma gömen devekuşuna benzer. Sanır ki geldiği yere ne şekilde geldiğini kimse bilmiyor.

Bir koltuğa gelen o koltuğun ehli ve koltuğunun hakkını veren biri olabilir. Geliş şekli de yasal diyelim. Atama usulü sakat olduğu için toplum nezdinde asla inandırıcı olamaz. Böylelerini dinleyen bıyık altından güler. Çünkü giydiği gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmiştir. Başı yanlış iliklenen bir gömleğin diğer düğmeleri hesaba katılmaz. Ayrıca bir şeyin yasal olması o işin hakkaniyete uygun olduğu anlamına gelmez. Yasal olanın toplum nezdinde bir kıymeti harbisinin olması yasal olanın adalete ve objektif kriterlere uygun olmasıyla orantılıdır. Eğer bu tip kişiler doğru sözlü olmak, hakkı savunmak istiyorlarsa mevcut pozisyonlarını içlerine sindiremeyip koltuğu bırakmakla samimiyetlerini gösterebilir. Çünkü kem âlât ile kemâlât olmaz. Hem ele talkın verip hem de salkım yemeye devam ettikleri müddetçe hiç ikna edici olamazlar. 

Bulunduğu makama objektif kriterle gelmeyenler "Biz aslında bulunduğumuz makama hakkıyla gelmedik. Çok da önemli değil. Bizim için önemli olan bir makama gelmekti" deseler alınlarından öpeceğim. Çünkü bir hakkı teslim ettikleri için kendilerini daha doğru sayacağım.

Gücünü koltuktan alan, koltuğa bir güç vermeyen kerameti kendilerinden menkul bu kişiler hiçbir şey yapamıyorlarsa en azından konuştuğu zaman ayet-hadis okumasın, din ve diyanetten  bahsetmesin. Çünkü olduğuyla yaptığı veya geliş şekli örtüşmüyor. Çünkü bu millet din-diyanetten bahsedip de haksızlığa göz yumanları asla affetmez. Keşke milletin affetmediğiyle kalsalar Allah da affetmez. Çünkü Allah insanları kendisiyle aldatanları hiç mi hiç sevmez.

** 02/12/2018 tarihinde Kahta Söz'de yayımlanmıştır.

6 Kasım 2018 Salı

Ufukta Yine Bir Başkanlık Gözükmüyor

2019 mahalli seçimler yaklaşırken partiler resmi olarak açıklamasa da partilerinden belediye başkan adayı olmak isteyenler tek tük de olsa ortaya çıkmaya başladı. Acaba bu işi bu sefer kotarabilir miyim diye hepsi bir heyecanlı bekleyiş içerisinde. 

Aday adayı olup ortaya çıkanlar heyecan duya dursunlar bende de var bu heyecanlı bekleyiş. İlgi alanıma girsin veya girmesin ne zaman bir koltuk boşalsa o koltuğa kimin geleceği konuşulsa o koltuğu doldurup dolduramacağımı düşünmeden neden olmasın diye benim içim kıpır kıpır eder. Anlayacağınız bitmez tükenmez bir enerji var bu konuda bende. Çünkü işin içerisinde koltuk var. 

İçimdeki bu koltuk beklentisi nelere göz kırpmadı ki Diyanet İşleri Başkanlığı boşalır, kendimi o koltuğa atarım. Milli Takım Teknik Direktörü arayışına girilir, kendimi o koltuğa layık görürüm. Vekillik seçimleri olur, 600'de bir şansım var derim. Cumhurbaşkanı seçimi olur, şartlarım tutuyor, neden olmasın derim. Cumhurbaşkanlığı olmazsa yardımcılık da olabilir, bakan ve bakan yardımcılığı olmazsa kurul ve ofislerde başkanlık da olabilir diyorum. Tüm bunlar göz göre göre gözümün önünde kayıp giderken umudumu yitirmeden kendimi belediye başkanlığına hazırlıyorum.

Nerede hazırlıyorsun, aday adaylığı müracaatın var mı veya hangi il veya ilçenin başkanlığını düşünüyorsun diye sormazsınız biliyorum. Farz edin ki sordunuz o zaman cevaplayayım. Herhangi bir il veya ilçe diye bir tercihim yok. Hepsi benim kabulümdür. Ha orası ha burası! Koltuk olduktan sonra ne fark eder? Hasılı herhangi bir partiden, herhangi bir yere adaylık müracaatım yok. Ağlamayan çocuğa emme verilmez, önce istenen gerek derseniz işte bu bana ve prensiplerime aykırı. Bir defa koltuğa beni bir başkası önerecek, sensiz olmaz Allahaşkına denecek. Ben de madem ısrar ediyorsunuz o zaman kabul diyeceğim. Yani istemem yan cebime koy gibi bir şey bendeki bu arzu ve istek. Şu ana kadar size yapılmış bir teklif var mı derseniz ima yoluyla da olsa maalesef olmadı. Ama bu olmayacağı anlamına gelmiyor. Sonra benim acelem yok. Gideceğim yer kara toprağa girmeden kendime teklif yapılacağını umutla bekleyeceğim. Bu umutla yaşayacağım. 

Ben kendimi ucunda koltuk olan her şeye hazırlarken kedi olalı hiç fare tuttun mu bari derseniz birkaç yıl sınıf başkanlığı yaptım. Yani bu konuda tecrübeliyim. Bugünkü başkanlıklardan farkı bir koltuğu yoktu sınıf başkanlığının. Bu işi meccanen yapıyorsun. Koruman yok, makam aracın yok. Yetkisi olmayan bir sorumluluk anlayacağınız. Sınıf başkanı olmak için özel bir gayret sarf etmeniz gerekmiyor. Sınıfın en yaşlısı ve biraz iri olman yeterli.

Bana sınıf başkanlığı dışında herhangi bir koltuğu teklif etmeyenler bu inatlarından bir gün vaz geçmek zorunda kalacaklarına yürekten inanıyorum. Siz gülseniz de gülmeseniz de er veya geç o koltuk buraya gelecek. Ben de sabreden derviş misali muradıma ereceğim.