6 Kasım 2018 Salı

Ufukta Yine Bir Başkanlık Gözükmüyor

2019 mahalli seçimler yaklaşırken partiler resmi olarak açıklamasa da partilerinden belediye başkan adayı olmak isteyenler tek tük de olsa ortaya çıkmaya başladı. Acaba bu işi bu sefer kotarabilir miyim diye hepsi bir heyecanlı bekleyiş içerisinde. 

Aday adayı olup ortaya çıkanlar heyecan duya dursunlar bende de var bu heyecanlı bekleyiş. İlgi alanıma girsin veya girmesin ne zaman bir koltuk boşalsa o koltuğa kimin geleceği konuşulsa o koltuğu doldurup dolduramacağımı düşünmeden neden olmasın diye benim içim kıpır kıpır eder. Anlayacağınız bitmez tükenmez bir enerji var bu konuda bende. Çünkü işin içerisinde koltuk var. 

İçimdeki bu koltuk beklentisi nelere göz kırpmadı ki Diyanet İşleri Başkanlığı boşalır, kendimi o koltuğa atarım. Milli Takım Teknik Direktörü arayışına girilir, kendimi o koltuğa layık görürüm. Vekillik seçimleri olur, 600'de bir şansım var derim. Cumhurbaşkanı seçimi olur, şartlarım tutuyor, neden olmasın derim. Cumhurbaşkanlığı olmazsa yardımcılık da olabilir, bakan ve bakan yardımcılığı olmazsa kurul ve ofislerde başkanlık da olabilir diyorum. Tüm bunlar göz göre göre gözümün önünde kayıp giderken umudumu yitirmeden kendimi belediye başkanlığına hazırlıyorum.

Nerede hazırlıyorsun, aday adaylığı müracaatın var mı veya hangi il veya ilçenin başkanlığını düşünüyorsun diye sormazsınız biliyorum. Farz edin ki sordunuz o zaman cevaplayayım. Herhangi bir il veya ilçe diye bir tercihim yok. Hepsi benim kabulümdür. Ha orası ha burası! Koltuk olduktan sonra ne fark eder? Hasılı herhangi bir partiden, herhangi bir yere adaylık müracaatım yok. Ağlamayan çocuğa emme verilmez, önce istenen gerek derseniz işte bu bana ve prensiplerime aykırı. Bir defa koltuğa beni bir başkası önerecek, sensiz olmaz Allahaşkına denecek. Ben de madem ısrar ediyorsunuz o zaman kabul diyeceğim. Yani istemem yan cebime koy gibi bir şey bendeki bu arzu ve istek. Şu ana kadar size yapılmış bir teklif var mı derseniz ima yoluyla da olsa maalesef olmadı. Ama bu olmayacağı anlamına gelmiyor. Sonra benim acelem yok. Gideceğim yer kara toprağa girmeden kendime teklif yapılacağını umutla bekleyeceğim. Bu umutla yaşayacağım. 

Ben kendimi ucunda koltuk olan her şeye hazırlarken kedi olalı hiç fare tuttun mu bari derseniz birkaç yıl sınıf başkanlığı yaptım. Yani bu konuda tecrübeliyim. Bugünkü başkanlıklardan farkı bir koltuğu yoktu sınıf başkanlığının. Bu işi meccanen yapıyorsun. Koruman yok, makam aracın yok. Yetkisi olmayan bir sorumluluk anlayacağınız. Sınıf başkanı olmak için özel bir gayret sarf etmeniz gerekmiyor. Sınıfın en yaşlısı ve biraz iri olman yeterli.

Bana sınıf başkanlığı dışında herhangi bir koltuğu teklif etmeyenler bu inatlarından bir gün vaz geçmek zorunda kalacaklarına yürekten inanıyorum. Siz gülseniz de gülmeseniz de er veya geç o koltuk buraya gelecek. Ben de sabreden derviş misali muradıma ereceğim.

5 Kasım 2018 Pazartesi

Tır Şoförlüğü Hayali Kurarken


TVnet’te Ayşe Böhürler ile Türk Kahvesi programında anlatılanlardan alıntılardır: “Beş yaşında ilkokula başladığında okul önlüğü olarak ağabeyinden ablasına, ablasından da kendisine miras kalan eski bir siyah önlüğü giydirir annesi. Kullanıla kullanıla cepleri eskidiği için annesi cebin birini söküp atar, diğer cebi de yerinden sökerek ters çevirip önlüğün ortasına diker. Babaannesinin yanında kalarak ilkokula gider ama sadece 17 gün gider okula. Gerisini kaçmış.

İkinci sınıfı okumak için ailesi kendi yanına Ankara’ya alır. Gittiği okulda iki öğretmen akademik yeterliliği yok diyerek kendisini öğrenci olarak almaz. Emekliliği gelen yaşlı bir öğretmen kendisini kabul eder.

Köyden gelen biri olarak sınıf arkadaşları kendisini pek kabullenmek istemez. İlk günlerde okulda yalnızlara oynar. Kimsenin bilemediği bir soruya cevap verdikten sonra öğretmen sınıfta kendisini alkışlatınca sınıf arkadaşları yanına yaklaşmaya başlar.

Lisede okurken iki ay kadar okuldan kaçar ve sınıfta kalır. Babası “Okumayıp da benim gibi dolmuş şoförü mü olacaksın” diye bir güzel döver. Babasına “Hayır, ben tır şoförü olacağım” cevabı verir.
Üniversitede okurken aynı zamanda dolmuş ve taksi şoförlüğü yapar.”

Sanırım bu profilin kim olduğunu anladınız: Milli Eğitim bakanı Ziya Selçuk’tan bahsediyorum. Bakan’ın anlattıkları beni 80 öncesine götürdü. Çünkü yukarıda anlatılanlar aslında 80 öncesi okuyan çoğu kimsenin ortak yönüdür. O dönemin çocukları şu ya da bu şekilde bu hayatı yaşamıştır. Her şeyden önce yokluk var o dönemde. Hem okuyup hem çalışma var. Elbise, kitap, önlük ağabeyden ablaya, abladan veya okulu bitiren bir komşunun çocuğundan mirastır geriden gelenlere. Öyle yeni önlük alma falan yok. Alırken bol ve uzun alınır, birkaç nesli mezun ederdi. Önlük eskirse eskiyen yere yama yapılır, yine giyilirdi. Okul çantası olarak kullanılan ise annelerimiz tarafından basma kumaştan dikilen ve boyna takılan Kur’an’ı Kerim çantasının biraz genişine benzer bezden bir çantaydı. Cepte ne harçlık olurdu ne de okulda kantin. Evden beslenme katardı anneler.

Şimdi gelelim günümüze… Kaç kişi giyer ağabeyinden kalan okul kıyafetini veya elbiseyi. Ne uzun ne kısa tam üzerimize göre alıyoruz. Az bir kilo veya boy alınca işimize yaramıyor. Eskimeden ve kimseye yar etmeden ya gardırobumuzda yer işgal eder ya çöpe koyuyor ya da hayır olsun diye yapılan yardım kampanyalarına veriyoruz. Anlatmak istediğim ne ders kitabı ne okul kıyafeti kimseye yar oluyor. Çünkü ya beğenmiyoruz ya da beğenen olsa bile kitaplar da kıyafetler de sık sık değişiyor. Kullan, at projesi günümüzde uygulanan sistem.

Her şeyin bir kıymeti ve değeri vardı eskiden. Yokluktu belki de bunları anlamlı kılan. Bugün her şey var ve sıfır yani kullanılmamış. Olan da alıyor, olmayan da. Her şeyimiz yeni ama eskisi gibi anlamlı değil.

Bakan’ın geçmişine baktığımız zaman hayatında yokluk var, yoklukla mücadele var, hem okuyup hem çalışma var, baba dayağı var, sınıf tekrarı var, tır şoförü olma hayali var. Ziya Selçuk her ne kadar hayalini gerçekleştirme başarısı gösteremeyip Bakan olabilse de çocukluğu ve öğrenciliği hep hayatın içinden olmuş, mücadeleyle geçmiş, günümüzde olduğu gibi sosyal hayattan kopma yok. Kendisini köyden geldi diye öğretmen kabul etmemiş. Babası “Nasıl almazsınız” diye soluğu yetkili mercilerde almamış. Babası dövmüş ama çocuğu şikayet yolunu seçmemiş. Aşırı korumacılık yok anlayacağınız. Sıra dışı biri olması da belki bundandır. 

Bakan'ın bu hayat hikayesi bugünün aşırıcı korumacı biz ailelerinin kulaklarına küpe olsun. 



4 Kasım 2018 Pazar

Enflasyonla Topyekûn Mücadele Ettim Bugün

Zaruri bir ihtiyaç olmasa da birkaç kalem ihtiyacım için bir markete uğradım. Bazı ürünlerde "Enflasyonla Topyekûn Mücadele" logosu vardı. Madem topyekûn mücadele edilecek, hiç ihtiyacım olmamasına rağmen bu mücadeleye katkım olsun diye bazı mamüllerden aldım. 

Önce esas fiyatı yazıp sonra üzerini çizmiş, altına da indirimli yeni fiyatı yazmışlar. İndirimli olsun veya olmasın tüm ürünler küsuratlı. Hiç yuvarlama yok. Herhalde ürünlerini piyasaya süren firmalar maliyet, masraf, pazarlama, nakliye, devlete gidecek vergi ve kâr marjını koyduktan sonra ortaya küsuratlı bir fiyat çıkmış. Nasıl olduysa virgülden sonraki küsuratlar hep 90, 99 şeklinde bitiyor. Zaman zaman düşünürüm son rakamı 99 etiketiyle biten üründen bir tane alıp kasaya geçmeyi. Kasiyer paraüstünü verirken bakalım bir kuruşu üste verecek mi diye. İnadına isteyeceksin. Yok derse o zaman böyle fiyat belirleme diyeceksin.

Ödemeyi yapmak için kasaya yürüdüm. Bir kızımız kasada, diğeri de poşete doldurmak için ayakta bekliyor. Kasiyer aldıklarımı okuttuktan sonra hesabı kapatmadan, 
—Bu ürün indirimli. 8.99 almak ister misin? Yarın Bu ürün 14.00 TL" dedi. 
—Nedir o dedim.
—Şu 6'lı su bardağı. 
—Evde dolu var ondan, düğünlerden gelen. Ne yapayım? Evli misiniz siz?
—Hayır, niçin sordun?
—Evlendiğinizde çokça gelir bu şekilde. Suyu doldurur doldurur içersiniz. Sanırım sizin bu sattıklarınızı bazıları alıyor. Gideceği düğüne götürüyor. 
—İyiymiş biz de götürelim.
—Zaten çoğu öyle yapıyor. Ben yandım o da yansın türünden.

Ödemeyi yapıp çıktım. Evimin ihtiyaçlarını karşılarken enflasyonla topyekûn mücadele kampanyasına katıldım. Siz de durmayın, kalkın alışveriş yapın. Başımızın belası enflasyonla mücadele sadece devletin, sadece firmaların görevi değil, sizin de göreviniz aynı zamanda. Sağ olsunlar ne de çok indirip yapmışlar. Gözlerim yaşardı doğrusu. Onlar kardan ödün verirken bizim canımızı ortaya koymamız lazım.

Bu arada size bir müjde vereyim. Üzerinde enflasyonla topyekûn  mücadele etiketi olmasa da 20 gün önce 49 liraya aldığım 9 kiloluk deterjan 46 liraya inmiş. Bu indirim bana garip gelmedi. Çünkü ben het daim fiyatlar hep zirve yapınca alırım. Benden sonra fiyatlar aşağıya bu şekilde iner. Deterjanınız bittiyse kaçırmayın derim.