1 Kasım 2018 Perşembe

Cinayette Türkiye’nin Tavrı ile Suud’un Tavrı ***

Bir aya yakın bir uğraşın sonucunda nihayet İstanbul Başsavcısı Kaşıkçı’nın plan doğrultusunda konsolosluğa girer girmez boğularak öldürülüp cesedinin parçalandığını açıkladı. Cinayetin içinde daha önceden cinayete bir hazırlanma var, ölümlerden ölüm gör diyebileceğimiz boğma olayı var ve cesedin lime lime edilmesi var. Maşallah yok yok. Olmayan tek şey bu cinayette insanlık yok, bir de Müslümanlık. Çünkü her ikisine de sığmayan kapanmaz bir cürüm var orta yerde.

Bizim Başsavcı ceset nerede diye soruyor saf saf! Her şey göze alınarak parçalanan bir ceset asla orta yere çıkmaz, çıkarılmaz. Ceset ne zaman ortaya çıkar? Suud yetkilileri ipe un sermeyi bırakır, Türkiye’ye gelen ekibi adam gibi sorgularsa bulunur. Suud yetkilileri böyle bir irade ortaya koyar mı?  Koyması mümkün değil. Çünkü Kaşıkçı’yı öldüren ekip bir taşeron. Biri veya birileri bu işi bunlara ihale etmiş. Bundan olmalı ki Suud, olayın arkasına gidemiyor. Çünkü ucu kime/kimlere dokunacağı su götürmez bir gerçek. Anlaşılan kafalarını kuma gömerek bu işin üzerine yatacaklar.

Cinayeti planlayan/lar ne de güzel plan yapmışlardı halbuki! Oynanacak oyunun dublörü bile hazırlanmıştı. Ön kapıdan giren Kaşıkçı arka kapıdan elini kolunu sallayarak çıkmıştı. Çok polisiye roman okumadım ama görünen bu cinayet tamamen Türkiye’nin üzerine yıkılacak şekilde kurgulanmış: Kaşıkçı kayıp haberleri ortaya çıktığı zaman “Falan tarih, falan saatte Kaşıkçı, konsolosluğun arkasından çıktıktan sonra bir daha görünmedi. İstanbul sokakları bunu yuttu, bu cinayetten Türkiye sorumlu” denecekti. Senaryoyu yazan Türkiye’nin bu konudaki soğukkanlı ve sağduyulu hareket etmesini, siyasi iradenin bu işin üzerine bu şekilde gidebileceğini hesaba katamamış. Tuzak kuranların hesaba katamadıkları bir husus daha var: Çok ince işlerden anlamadıkları. Bildikleri tek şey kasap gibi adam doğramak. Baştan sona her şeyi planlayan bu tuzak kurucular zaten kendilerini her an gören Allah’ı hesaba katmaları mümkün değil. Hesaba katsalar zaten emanet olan bir vücudu ortadan kaldırmazlardı. Haydi gözleri döndü öldürdüler diyelim. Cesedi parçalamazlardı. Bu işi yapanlar şayet Müslüman iseler boğazlarından aşağıya iman geçmemiş sözde Müslüman olsalar gerek. Siz Müslüman olduğunuzu söylemekle Kur’an’ın emir ve yasaklarını tümüyle kabul ettiğinizi ikrar ettikten sonra “Bir insanı bile bile öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir…Bir insanı bile bile öldüren ebediyen cehennemliktir” ayetlerini göz ardı edin. Allah işte böyle rezil eder adamı. Bu rezillik dünyadaki cezası. Yakıtı insanlar ve taşlardan ibaret cehennemi aklıma bile getirmek istemiyorum. Böyleleri için iyi ki cehennem var!

Kaşıkçı cinayeti basit bir adi vaka olsa adliyelik bir vakanın dışında pek bir haber değeri olmazdı. Ama bu cinayet siyasi bir cinayet olarak tarihe geçecek. Suçlular bulunsa da bulunmasa da ceset bir gün ortaya çıksa da çıkmasa da bu menfur olay Suud’un elinde patlayacak. Hem maşeri vicdanda hem de dünya kamuoyunda mahkum olacak. Suud yetkilileri bu işten sıyrılmak istiyorlar ise bu cinayetin üzerini örtmeden ucu kime dokunacaksa üzerine gitmeleriyle mümkündür. Hak ve adalet bunu gerektiriyor. Şeriatla yönetildiğini söyleyen bir ülkeden de beklenen budur.

İşin garibi laiklikle yönetilen bir ülke cinayeti çözmeye çalışıyor, şeriatla yönetildiğini söyleyen bir ülke ise cinayetin üzerini örtmeye çalışıyor.

Allah herkese hayırlı ömür ve hayırlı ölümler versin. Kimsenin akıbetini Kaşıkçı gibi yapmasın!

*** 03/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

30 Ekim 2018 Salı

İstanbul Havalimanı ***


Tamamlandığında 6 bağımsız pisti, 500 uçak kapasitesi ve yıllık 200 milyon yolcu kapasitesiyle dünyanın en büyük ve en modern havalimanı olacak yeni havalimanının açılış töreni gerçekleştirildi. Açılış ise Cumhuriyetin 95.yılını kutladığımız 29 Ekim gününe denk getirildi. İsmi merak edilen bu yeni havalimanının adını da Cumhurbaşkanı açılışta söyledi: İstanbul Havalimanı. Tüm etapları 2028 yılında tamamlanacak.

Ülkemize büyük katma değer getirecek olan yeni havalimanı açıldı. Göğsümüzü kabarttı. Ama milletçe bu sevinci, bu gururu yeterince yaşayamadık. Çünkü açılan havalimanı bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Tartışma da yeni havalimanının adı üzerine yoğunlaştı. “Niçin Atatürk adı verilmedi? Atatürk’ün adı unutturulmak isteniyor” deniyor. Daha doğrusu niyet okuyuculuğu yapıyorlar. Tartışmayı başlatanların çoğu da zamanında böyle bir havalimanına karşı çıkanlar. Merak ediyorum yeni havalimanına Atatürk adı verilseydi tartışma olmayacak mıydı? Bence olurdu. Ne de olsa burası Türkiye! Bu ülkede bir iş yapılır da tartışma olmaz mı? Kendimizi inkar gibi bir şey bu! Hatta bir TV kanalında bir vekil, “Açılışın 29 Ekim’e denk getirilmesi Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını gölgede bıraktı. Kasıtlı olarak bu güne denk getirildi, bunu tasvip etmiyorum” açıklamasını yaptı. Şaşırdım doğrusu. Ki şaşırılmayacak gibi değil. Önemli bir açılışın tüm milletçe bayram kabul edilen anlamlı bir günde yapılması takdire şayan karşılanması gerekir. Adam eleştirecek, bir âmâ bulacak ya ağzından çıkanı kulağı işitmiyor. Keşke milletçe göğsümüzü kabartacak, ülkemize bir katma değer getirecek tüm açılışlar böylesi önemli günlerde yapılsa! Hatta her 29 Ekim’de yeni bir açılış yapılsa fena mı olur. Bence aliyyülâlâ olur.

Şimdi gelelim yeni havalimanının adının İstanbul Havalimanı olmasına. İtici bir isim mi İstanbul? Uğruna nice savaşların yapıldığı, almak için ülkelerin ağzının suyunun aktığı tarihi bir şehir. Sonra bir havaalanına o ilin adını vermede ne sakınca vardır? Ayrıca Atatürk’ün adı verilmemek suretiyle Atatürk adı niçin unutturulmaya çalışılsın? Atatürk’ü yaşatmak sadece ismini koymaktan mı ibaret? Ayıp değil mi böyle bir gerekçe? Atatürk’e saygısızlık değil mi? Şundan herkes emin olsun ki dünya bir araya gelse bir ismi unutturmaya çalışsa bu millet istemediği müddetçe kimse o ismi unutturamaz. Yine tüm dünya bir araya gelse bir ismi unutturmayacağız dese bu millet istemediği müddetçe kimse o ismi bu milletin hafızasına kazıyamaz. Bence yeni havalimanını eleştirmek için kendini dünden hazırlayanlar başka gerekçeler bulsalar daha iyi bir iş yapmış olurlar. Ayrıca kimse kendi ideolojilerine, hazımsızlıklarına Atatürk’ü alet etmeye kalkmasın.

Bir başka husus, bir yere isim vermede kim söz sahibidir? Herhalde o yerin yapılmasında en büyük katkıyı sağlayana ait bir hak olsa gerek. Yapan başkası, yaptıran başkası, düşünen başkası, planlayan başkası, ihale eden başkası, para ve kaynak bulan başkası; biz kalkmış bir ismi dikte etmeye çalışıyoruz. Ayıp oluyor ama! Bizim bu durumumuz evlendirdiğimiz çocuklarımızın doğan çocuklarına kendi ismimizi veya kendi istediğimiz bir ismi vermeye kalkmamız yahut bu konuda çocuklarımızın kendisini baskı altında hissetmesine benziyor. Çocuğu doğuran başkası, emek sarf eden başkası, büyüten başkası, sıkıntıyı çeken/çekecek başkası; biz ise kendi adımızı vermeye kalkıyoruz. Bırakalım da çocuklarına ne isim vereceklerse anne ve baba versin, hazıra konmayalım. Bizim bu baskımız çocuklarımızın ismini uzattı. Zira çoğu çocuk biri kullanılmayacak şekilde iki ismi birden taşıyor. Bu da bizim eserimiz maalesef.

Konu İstanbul Havalimanı idi. İsmini tartışırken nasıl olduysa -gördüğünüz gibi- çocuklarımıza isim vermeye kadar vardı. Biz konuyu dağıtsak da yazımızı yeni havalimanıyla bağlayalım: Adı ne olursa olsun, göğsümüzü kabartan bu yeni havalimanı ülkemize hayırlı olsun! Zira ismi çok da önemli değil. Havalimanının yapılışında pay sahibi olanlara teşekkürü bir borç bilir, her 29 Ekim’de iki bayram birden yapacak şekilde yeni ve önemli açılışlar temenni ediyorum.



*** 01/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

29 Ekim 2018 Pazartesi

Tüm Mesele Bardağı Yere Bırakabilmekte *


Bazı insanlar vardır vücudu günümüzde ama beyni, zihni hep geçmiş zamandadır. Çünkü geçmişin insanıdır. Bir türlü günümüze gelmez. Hep geçmişle yaşar. Daha doğrusu geçmiş sendromu yaşar. Geçmiş problemlerle boğuşur durur. Kafasından atıvermez. Geçmişten kurtulup günümüze gelemediği için ne kendisi huzur bulur ne de etrafına huzur verir. Aslında kafasında oluşturduğu problemlere bir sünger çekiverse kendi de rahat edecek, çevresini de geçmişle uğraştırmayacak.

Konumuzun daha iyi anlaşılması için yazımın bu kısmında Uzman Psikolog Saadet Elevli’nin sayfasından alıntıladığım bir hikâyeyle sizi baş başa bırakmak istiyorum:

Bir gün bir profesör sınıfa elinde su dolu bir bardakla girer. Profesör elinde su dolu bardağı sınıftaki tüm öğrencilerin görebileceği şekilde yukarıya kaldırır ve sorar:
“Sizce bu bardağın ağırlığı ne kadardır?”
“50 gr!”, “100gr!”, “125gr!” şeklinde farklı cevaplar verir öğrenciler.
“Bardağı tartmadıkça gerçekten ağırlığını ben de bilemem” der Profesör.  Sonra öğrencilerine yeni bir soru daha yöneltir:
“Bu bardağı böyle bir kaç dakika tutarsam ne olur?”
“Hiçbir şey!” diye yanıtlar öğrenciler.
Bu kez de profesör “peki bu bardağı bir saat boyunca tutsaydım ne olurdu?” diye sorar.
Öğrencilerden biri “kolunuz ağrımaya başlar.” der.
Daha sonra profesör şu soruyu sorar “peki bu bardağı bir gün boyunca elimde tutsaydım ne olurdu?”
Öğrenciler; “kolunuz ağrırdı, kol kaslarınız kas spazmı vb geçirirdi” şeklinde yanıtlar verirler.
Bu sefer de profesör öğrencilerine “ peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu?” sorusunu yöneltir.
“Hayır!” der tüm öğrenciler.
Profesör, “Peki o zaman kolun kas spazmı geçirecek kadar ağrımasına neden olan şey neydi? Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için bu durumda ne yapmam gerekir?” sorusunu yöneltir.
Öğrencilerden biri “Bardağı yere bırakın, düşsün!” diye yanıt verir.
“Evet” der profesör ve devam eder. “Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Bir sorun yokmuş gibi görünür. Uzun bir süre düşünürseniz bu sefer başınız ağrımaya başlar. Biraz daha uzun düşünürseniz, artık sizi bitirmeye başlar ve hiçbir şey yapamaz duruma gelirsiniz. Hayatınızdaki problemleri düşünmek önemlidir. Fakat çok daha önemlisi her günün sonunda, uyumadan önce elinizdeki bardak gibi onları yere bırakmaktır. Ertesi sabah bardağı yine bıraktığınız yerden alabilirsiniz. Böylece güne sabah daha taze uyanır, gün içinde karşınıza çıkabilecek problemlerle mücadele edebilecek güçte olursunuz. Bu nedende bugün eve gittiğinizde “ELİNİZDEKİ BARDAĞI YERE BIRAKIN!”

Sanırım tüm mesele elimizdeki bardağı bırakabilmekte. Ne zamanki bardağı elimizden bırakırız, kafamızdaki tüm problemleri de çözmüş oluruz.

* 31/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.