18 Ekim 2018 Perşembe

Karma Eğitime Bakışım *

Bir okul arkadaşım Whatsapptan "Abi! Hemen hemen her konuda yazıp çiziyorsun. Bugüne kadar karma eğitim konusunda bir yazına rastlamadım. Bu konuda ne düşünüyorsun" şeklinde bir soru sordu. Kendisine kısaca "Karma eğitim konusunda kafam net değil. Kız ve erkeği ayırmak da bir sorun, bir arada tutmak da. Danışman öğretmen sistemiyle denetimli serbestliği savunuyorum" diye yazdım.

Karma eğitim konusunda siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum. Bu konuda kafam net olmamakla beraber bu konuda kendimin ne düşündüğünü izah etmeye çalışacağım. Baştan söyleyeyim bu konu çok su götürür. Baltayı taşa vurmak da var işin içinde. Her ne kadar 1739 Sayılı Kanunda "Okullarda eğitim ve öğretim kız-erkek bir arada verilir. Eğitimin türüne, imkan ve zorunluluklara göre bazı okullar yalnızca kız veya yalnızca erkek öğrencilere ayrılabilir" dese de bu konuda devleti yönetenlerin de kafası net değil. 

Kadın ve erkek toplumsal bir gerçekliktir. Bu yüzden kadın ve erkek toplumda iç içe geçmiş durumdadır. Ayırsan bir problem, bir araya getirsen problem. Okullar da böyledir. Kız kıza, erkek erkeğe eğitim ve öğretim yapan okullar da sorun eksik olmadığı gibi kızın ve erkeğin karışık olarak eğitim yaptığı okullarda da sorun eksik olmuyor. İnsandır ne de olsa buralarda eğitim ve öğretim yapanlar. Sorun olacak. Çünkü insanın olduğu yerde sorun eksik olmaz. Bundan kaçış yok. Önemli olan sorunu çözme irade ve azmine sahip olmaktır.

Anlatmak istediğim kızları ve erkekleri ayrı ayrı binalara koymak suretiyle eğitim yapmak problemi çözmüyor günümüzde. Bu sadece pansuman tedbir olur. Çözüme neşter vurmaktan uzaktır. Çünkü binaları ayırmak geçici bir çözümdür. Ben ortaokul ve lise öğrenimimi kız erkek ayrı binalarda yapmış birisiyim. Erkekler kızları, kızlar da erkekleri görmezdi. Karşıt cinsin görülme durumu olan pencereler varsa oraları da buzlu camlarla kapatmak suretiyle uzaktan görme durumunun da önüne geçilmeye çalışılırdı. Kız arkadaş veya erkek arkadaş edinmek isteyenler ise öğle veya akşam dağılma zili çalınca çakışma noktalarında veya otobüs duraklarında birbirini tavlama yoluna giderdi. Okul idaresi bu durumu tespit ettiği zaman erkek öğrenciye baskı uygular ve öğrenci ilçelerde bulunan okullara gönderilirdi. Buna rağmen kız-erkek ilişkisinin önüne kolay kolay geçilemedi. Günümüzde ise kız ve erkek öğrencinin otobüs durağında veya okul yolunda buluşmasına gerek kalmadı. Kâh cep telefonu marifetiyle konuşuyor kâh mesajlaşıyor kâh sosyal medyada arkadaş oluyor kah bir arkadaşının aracılık yapması sonucu buluşabiliyor. Anlatmak istediğim ayrı binalarda veya ayrı okullarda kız kıza veya erkek erkeğe eğitim ve öğretim yapılan yerlerin çoğunda kız ve erkeğin iletişimi gizli-kaçak olarak hız kesmeden devam ediyor. Âcizane ben karma kız ve erkek olmak üzere binaları ayırmayı biraz polisiye tedbirlere benzetiyorum.

Karma eğitim ve öğretim yapılan yerlerde sorun yok mu? Olmaz olur mu? Buralarda da kız ve erkek ilişkileri sağlıklı değil, problem çok. O zaman ne yapacağız? Günümüz teknolojisinde kızları erkeklerden, erkekleri de kızlardan tecrit edemeyeceğimize göre başka çözüm yollarını düşünüp devreye koymamız gerekiyor.

Kızın erkeğe, erkeğin kıza ilgi duyması tabiatın bir gereğidir. Bundan kaçış yok. Gizli-kaçak buluşmalar çocuklarımızı tehlikeye duçar etmektedir. Bir arada oldukları zaman da seviyeyi kaçırmaktadırlar. Yine gördüğüm karma eğitim yoluyla mezun olmayan kız veya erkeğin daha sonraki yaşantılarında karşıt cinsle iletişim kurmakta zorlandıkları, sağlıklı ve seviyeli bir iletişim kuramadıkları yönündedir.

 

Eğitim ve öğretimde ister karma, ister ayrı bir eğitim yapılsın büyüklere ve sorumlulara düşen çocuklar arasında denetimli serbestlik vermektir diye düşünüyorum. Bunun için gönüllü öğretmenler arasında danışman öğretmenlik veya koçluk sistemi düşünülebilir. Bu öğretmen, uhdesine verilen öğrencileri ders başarısı, ahlaki yönü, iletişim vb. yönlerde rehberlik yapar. Okul boyunca çocukların hem anası, hem babası, hem öğretmeni olur. Çocukların ailesiyle sürekli bir iletişim halinde olur. Öğrencileri ders yönünden gerileyince veya öğrencilerin arkadaşlarıyla iletişiminin sağlıklı yürümediğini görünce danışman öğretmen yerinde ve zamanında usulünce müdahale eder. Bunun için ikna yolunu kullanır.

Sonuç olarak çocuklarımızı kötülüklerden kaçırma korumacılığından ziyade onlara kötülükler içerisinde kendilerini korumayı, kötülüklerle mücadele etmeyi ve ayakta kalma yollarını öğretmemiz lazım diye düşünüyorum. Çünkü dağda evliya* yetiştirmekten ziyade her türlü kötülüğün kol gezdiği şehrin içerisinde, kötülüklerle mücadele edip ayakta kalmak, ayakları yere basan bir çözüm gibi geliyor bana. Çünkü uçan kuştan koruduğumuz çocuklarımız, kötülüğün ne olduğunu, nereden geleceğini yaşayarak ve görerek pişmesi lazım.

*Dağda yaşayan bir evliya, şehirde ayakkabıcılık yapan bir evliyayı ziyarete gider. Giderken de kerametini göstermek için mendilinin içine kar doldurur götürür ve ayakkabıcının duvarındaki askıya asar. Bu durumu gören ayakkabıcı veli de mendilinin içerisine süt doldurarak duvara asar. Yakıcı sıcağa rağmen mendildeki ne kar erir ne de süt akar.

Az sonra ayakkabı yaptırmak için dükkâna bir kadın gelir. Ayakkabı ustası veli, kadından ölçü için eteğini biraz kaldırmasını ister. Kadın eteğini biraz kaldırınca içi kar dolu mendilden su akmaya başlar ve keramet de burada sona erer.   

*30/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Ölümlerden Ölüm Beğenmeye Var mısın? ***

—Azizim! Bana eşlik eder misin?
—Olur, seninle her yere gelirim. Nereye gidiyoruz?
—Suud Konsolosluğuna.
—Ağzını hayır aç! Ne işin var orada?
—Bir pasaport işim vardı da.
—Bence gitme oraya.
—Niye ki? Gelmezsen ben kendim giderim.
—Eceline susamış olmalısın!
—Ne ecelinden bahsediyorsun sen? Alt tarafı bir pasaport işi!
—Sürekli gidiyorsun o zaman.
—Ne süreklisi? Doğup büyüdüğüm memleketimi terk eder miyim? Bir Suud'a gidip gelmek niyetim.
—Niyetini gözden geçir!
—Niyeymiş o?
—Çünkü gidişin veya girişin olur ama çıkışın olmaz oradan.
—Savaşa gitmiyorum. Vize işim var sadece. Sonra konsolosluklar en güvenilir yerler.
—Haklısın ama gitmeyi göze aldığın yer Suud Konsolosluğu. Sana orada verseler verseler ahiret bileti verirler.
—Yahu manalı manalı konuşma! Geliyor musun gelmiyor musun?
—Senin için çiğ tavuğu bile yerim ama ben canımı yolda bulmadım.
—Ağzını hayır aç. Bu işin sonunda ölüm var gibi konuşuyorsun.
—Gibisi fazla! Ölüm var. Ama ölümün ötesinde daha vahim bir durum var?
—Ne?
—Ölümlerden ölüm beğeniyorsun. Daha doğrusu onlar seçiyor. Kim vurduya gidiyorsun. Ne şekilde, kim tarafından, nasıl öldürüleceğin sır gibi saklanır orada. Şeytanın aklına gelmez başına gelecek olanı. Haydi ölümü göze aldın gittin diyelim. Bir iyi yönleri var. Cesedin de sır oluyor. Yani temiz iş yapıyorlar.
—Haydi öldürdüler diyelim. Cesedi ne yapacaklar? Bunlar yamyam mı?
—Burası da muamma! Yiyorlar mı, et makinesinde çekiyorlar mı, asit marifetiyle cesedini eritiyorlar mı bilmiyorum. Dedim ya temiz iş yapıyorlar. Geride kalan sevenlerin için teçhiz, tekfin ve defin işi bile bırakmıyorlar. Ailen mezar taşı yaptırmak için masraf etmeyecek. Çünkü mezarın olmayacak. Yok edildikten sonra mezarı olmayan ikinci kişi olarak tarihe geçeceksin.
—Kabile devleti mi burası?
—Keşke kabile bari olabilselerdi! Kabile devletinden daha beter! Çöl kanunu geçerli orada diyeceğim ama çölün bile bir raconu olur. Olsa olsa sırtını petrole dayamış, defalarca Kabe duvarına işemiş, şımarık bedevi olabilirler.
—Allah ıslah etsin, yaptıklarından bin beter yapsın onları.
—Hala gitmeyi düşünüyor musun oraya?
—Deli miyim ben? Ne işim var orada? Pasaport da kalsın, vize de. Eğer bunların devlet yönetimi bu ise alsınlar o devleti başlarına çalsınlar!

*** 22/10/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

17 Ekim 2018 Çarşamba

Kendilerinin Yaptırdığı Yerleri Yıkmış! *


Türkiye birkaç gündür Aydın’ın Karpuzlu ilçesinde bir camide üç yıl görev yaptıktan sonra oturduğu lojmanı balyozla yıkan imamı konuşuyor. Aydın il Müftülüğünün adı geçen imamla ilgili soruşturma açtığı belirtiliyor. Gazetelerde bu olay “İmamın öfkesi herkesi şaşırttı” başlığıyla verildi.

Bu olayla ilgili gazetelerin yazdıklarından edindiğim lojmanın her tarafı yıkılmamış. İmam lojmana oturmaya başladıktan sonra ilave olarak yaptırdığı tuvalet, banyo, lavabo ve kömürlük kısmı yıkılan yerler.

Olayla ilgili Köyün Muhtarı “Kaldığı üç yıl boyunca imamdan bir kuruş kira istemediklerini, imamın da vermediğini, imamın yaptığı bu eylemin tüm imamlara mal edilemeyeceğini” açıklamış. Tartışmalar üzerine İmamın oğlu, “Babasına iftira atıldığını, yıkılan yerleri kendisinin yıktığını, babasının bunları yapacak biri olmadığını, yıktığı yerlerin kendilerinin yaptırdığı yerler olduğunu, bu yaptıklarından dolayı da pişmanlık duyduğunu, cezası ne ise çekmeye razı olduğunu” ifade etmiş.

Anladığım kadarıyla aynı yerde üç yıl görev yapan görevli, tayininin çıkmasından/çıkarılmasından memnun olmamış ve bu durumu kendine yedirememiş olmalı ki öfke bu nahoş duruma sebebiyet vermiş. Lojmanı yıkan baba mı yoksa oğul mu onu da zaman gösterecek. Ama kim yıkarsa yıksın garip bir durum var orta yerde. Olayı daha da garipleştiren lojmanın tamamı değil de kendisinin sonradan yaptığı veya yaptırdığı yerlerin yıkılmış olması. Burada bir bilinçaltı durumu söz konusu.  “Mademki siz benim tayinimi çıkarttınız. Yaptığım yerleri kimseye yar etmem. Ben de yıkarım” demektir bunun anlamı. Lojmanı tümden yıksa sinir boşalması var. Beklemediği bir durumda tayininin çıkarılmasını hazmedememiş, eline balyozu almış ve ne yaptığını bilmez bir şekilde önüne gelen yere vurmuş diyeceğim. Ama burada bir plan ve hazmedememe durumu seziyorum ben.

Bu bireysel lojman yıkma olayını “bireysel” deyip işi sadece adli bir vaka olarak görmemek lazım. Bence bir tayin işini lojman yıkmaya götüren sebepleri masaya yatırmakta fayda var.

Bu ülkede polis, asker gibi belli bir çalışanın dışında atanan kimseler atandığı yere “Canım istediği müddetçe ben burada görev yaparım” düşüncesiyle atanıyor. Çünkü kimseye “Bu atandığınız yere şu kadar yıllığına atandınız” denmiyor daha işin başında. Kanaatimce devlete memur, işçi, alt ve üst yönetici olarak atanan kimse atandığı yere kaç yıllığına atandığını ve süresi dolduğu zaman bir başka yere gideceğini işin başında bilmelidir. Bu durum çalışanlar arasında bir sirkülasyon sağlayacaktır. Çalışan değişik ortamlarda çalışmak suretiyle kendini yenileyecektir. Kurumlara taze kan gelecektir. Görevini hakkıyla yapan arda kalanlar tarafından sürekli hayırla yad edilirken bulunduğu yerde bir katma değer üretemeyen ve uyum sağlayamayan kimse bir başka yere nakil gidince geride kalanlar “Şükür kurtulduk” diyebilecektir.

Şimdi şöyle bir soru soralım: Lojmanı yıktığı söylenen imam, atandığı cami ve lojmanında yolcu olduğunu bilse öfke patlaması yaşar mıydı? Burada sorulması gereken başka sorular da daha var: Bu görevliye oturduğu lojman niçin bedava? Görevli burada görev yaptığından dolayı maaş almıyor mu? Bu işi meccanen mi yapıyor? Yoksa ağaya beleş meselesi mi? Sayfamı doldurduğum için niçin beleş olduğuna varın siz kafa yorun!

* 19/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.