11 Ekim 2018 Perşembe

Sendikal Mücadele Bir Fazilet Yarışı Olmalı *


2002 yılının şubat ayı idi. Büyük bir ilimizde görev yaparken birkaç öğretmen arkadaşla bir görüşmemiz oldu. “Sendikal faaliyet yapıyoruz. Şube açabilmemiz için kırk üyeye ihtiyacımız var. Bulamazsak açamıyoruz” dediler. Kendilerine “Adıyaman’da çalışırken üye idim. Üyeliğim il değiştirince sona ermiş durumda. Burada üye olmayı düşünmüyordum ama mademki kırk üyeye ihtiyacınız var. Şube açabilmenize katkım olsun, beni üye yapabilirsiniz” dedim ve üye oldum.
Çalıştığım okulda tek üye olarak görev yapıyorum. Mesai arkadaşlarımdan üye olduğum sendikamın adını duyan “Bu sendika da nereden çıktı, adını hiç duymadık” hayretlerini çok işittim. Kısa zamanda çoğu kimse sendikanın adını bilmese de sendikamın adı “dinci sendika” olup çıkmıştı. Çünkü duyan böyle bir anlam yüklemişti sendikama.

Aranan kırk üye bulunmuş ve şube seçimi yapılma zamanı gelmişti. Mevcut yönetim görevini üstlenenlerin karşısına alternatif bir liste de çıkmıştı üstelik. Gecikmeli de olsa oy vermeye gittim. Seçimlerin yapıldığı yerde az da olsa tanıdığım kimselerin yüzü asık, moralleri bozuktu. “Hayrola hocam! Bir durum mu var, bu gerginlik neyin nesi” dedim. “Az önce sandık başında tartışma çıktı, bizden falan ile onlardan falan arasında itiş kakış oldu. Hatta bizimkine ‘ş…’ dedi şu kimse” dedi bir tanıdığım. “İyi olmamış bu yapılan. Keşke böyle olmasaydı. Ben sendikacılığı bir fazilet yarışı olarak görüyordum. Hala da öyle görüyorum. Bu arkadaşlar ‘Ben sendikamı bir adım ileriye taşıyacağıma inanıyorum. Bunun için bu göreve talip oldum’ diyerek bir yarış içerisine girmeleri ve bu yarışın baştan sona centilmenlik üzerine yürümesi gerekiyordu. Ama gördüğüm kadarıyla bu arkadaşlar birbirine belden aşağı vurmaya başlamışlar. Kusura bakmayın ben bu kavgada bir fazilet yarışı sezgisi edinemedim. Kimseye oy vermeyeceğim, size kolay gelsin” dedim ve oy vermeden ayrıldım oradan.

2002’den itibaren çalıştığım o büyük ilden bir başka büyük ile geldim. Çalıştığım ilçede yine seçim vardı. Yapılan seçimlerde alternatif adaylar çıktı. Mevcut yönetim kaybetti. Seçim centilmence geçmedi. Araya kırgınlık ve küskünlükler girdi. Benim desteklediğim yönetim göreve gelince eski yönetim kadar bile iş yapmadı/yapamadı, iyi bir sinerji yakalayamadı.  İlçede kaldığım süre içerisinde kazanan ve kaybeden yönetim arasında mekik dokudum, onları bir araya getirmeye gayret ettim. Aracı olarak -aracı yer dayağı misali- zaman zaman darbelere maruz kaldım. Ama önemli değildi. Çünkü önemli olan birliktelikti benim için. Aradaki kızgınlık ve küskünlükler kalksa da kırgınlıklar kaldı maalesef.

Üyeler arasında seçim zamanı ufak tefek atışmalar olsa da sendikam ve sendikamın bağlı olduğu konfederasyon bir siyasi partinin de rüzgarıyla Türkiye’nin üye yönünden en büyük STK’ı oldu. Dün üye olmaya çekinenler grup grup üye olmaya başlamıştı. Tüm iş kollarında yetkili oldu.

Ardından 2014 yılında il merkezinde yapılan seçimleri gördüm. Burada da alternatif adaylar çıkmıştı. Baktım taraflar sosyal medyadan birbirine atıp tutuyor. Dilim döndüğünce tarafları sükûnete davet ettim. Kendimce yazıp çizdiğim etik değerleri paylaştım. Seçim zamanı gelince gidip uygun gördüğüm adaylara oyumu da verdim. Sonuç yine kırgınlık, kızgınlık ve küskünlük oldu maalesef.
Gördüğünüz gibi kaç tane seçim görmüşsem ve seçimde eğer mevcut yönetimin karşısına birileri rakip çıkmışsa sonu hiç tatlı olmadı. Gördüğüm içinde bulunduğum hiçbir seçimde maalesef hayalimde olan ‘Fazilet veya erdem’ mücadelesi oluşmadı. Kazanan yerini sağlamlaştırırken geride yine küskünler ordusu kaldı.

Ne var bu sendikacılıkta bunu da anlamış değilim. Yönetime gelen gitmemek üzere geliyor, birileri de ısrarla gelmeye çalışıyor. Belki de beceriksizliğimdendir üyelik dışında ne delege ne de yönetim görevine talip oldum. İşin iç yüzünü bilmediğimden olsa gerek bu koltuğa ölümüne yapışmak, bir başkasının gelmesine geçit vermemek ve yönetime gelmek için ısrar etmeyi çok anlamış değilim. Ne var ki burada? Bir rant mı var? Bir paylaşım mı var? Ben daha iyi yönetirim/yöneteceğim mücadelesi midir? Maalesef anlayabilmiş değilim. Çok da anlamak istemiyorum.

Gönül ister ki yapılacak yeni seçimler bir erdem mücadelesi olsun; kırgınlık ve küskünlüklere yeni kapı aralamasın. Kim gelirse gelsin amaç sendikada sendika ile üyeler arasında bir aidiyet duygusu oluştursun ve sendikayı layık olduğu şekilde yönetsin.  Üyeler de gönül rahatlığı içerisinde "Ben falan sendikanın mensubuyum" diyebilsin.



* 13/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

10 Ekim 2018 Çarşamba

Sendika Yönetimlerine Talip Olanlara... ***

Sendika yönetimine talip olup kazananların ilk yapacakları iş sendika ile üyeler arasında aidiyet duygusunu geliştirmek olmalıdır. Çünkü gördüğüm en büyük eksiklik budur. Bunun için;
1. Seçimden seçime değil, bir plan dâhilinde üye ziyaretleri yapmalıdır.
2. İşgal ettiği koltuğa çok zorunlu hallerde oturmalıdır. Haftanın belli günlerinde sürekli arazide olmalıdır. Koltuğa yapışıp kalmamalıdır.
3. Asli görev ve sendikal görevinin dışında tali bir görev üstlenmemelidir. Çünkü bir koltukta üç karpuz taşınmaz.
4. Üyelerini düğün, cenaze ve hastalık durumlarında ziyaret etmeli, derdi olanın derdiyle dertlenmelidir.
5. Herhangi bir yerde üyesiyle karşılaştığı zaman selam verip selam almalı, hal ve hatır sormalıdır.
6. Üyelerin her birine eşit mesafede yaklaşmalıdır.
7. Belli aralıklarla istişare toplantısı yapmalıdır. Bu toplantılarda sadece yönetimin kendisi değil, üyelere de söz hakkı verilmelidir.
8. Sendikadaki görevinin bir kısım üyelerine makam, mevki ve mansıp dağıtmak olmadığını bilmelidir.
9. Önemli karar almalarda üyelerini bilgilendirmelidir.
10. İletişime açık, eleştirilere karşı hoşgörülü olmalıdır.
11. Gelir ve gider konusunda üyelerine karşı şeffaf olmalıdır.
12. Sendikaya karşı mesafeli ve dargın olanları kazanmak için çaba sarf etmelidir.
13. Yeni üyeye “Değerli kardeşim! Seninle daha da güçlendik. Aramıza hoş geldin” şeklinde mesajlar göndermelidir.
14. Sendikadan herhangi bir nedenle ayrılan, ayrılmak isteyen üye ile iletişime geçip niçin ayrıldığını sormalıdır. Üyesini ayrılmaktan vazgeçiremez ise bile “Kardeşim! Sendikamızdan ayrılıyorsun ama bu kapı her zaman size açıktır. Bize üye olmasan bile herhangi bir mağduriyetinde her zaman için bizi destekçin bil” demelidir.
15. Herhangi bir yerde bir makam ve görev varsa yönetimde olanlar asla buralara göz dikmemeli, üyeleri arasından birini veya üye olmadığı halde ehil biri varsa onu tavsiye etmelidir. Kendisini layık görüyorsa sendikadaki görevini bırakıp geçmelidir.
16. Sendikal çalışmalarda yeni üyelerle birlikte güçlenmek önemlidir. Ama öncelik kemiyetten ziyade keyfiyet olmalıdır. Kendilerine işi düşen birine “Bizim sendikamıza üye olursan yardımcı oluruz” gibi bir telkin veya rica etme yoluna gitmemelidir.
17. Deruhte ettiği görevin kendilerine verilmiş bir emanet olduğunu bilmelidir. Zamanı geldiği zaman bayrağı kendisinden daha iyi yönetecek birine gönül rahatlığı içerisinde bırakabilmelidir. Mevcut yer ve statüsünün evladiyelik olduğunu düşünmemelidir. Heyecanı ve yapacak bir şeyi kalmadığı, kendi kendini tekrarlamaya başladığı an çekilmeyi bilmelidir.
18. Seçim dönemlerinde kendisinin karşısına “Biz daha iyi yöneteceğiz” diye çıkanları düşman bellememeli, onlarla centilmence mücadele etmelidir.
19. Üyelerinin yetenek ve birikimleriyle ilgili bir ajandası olmalı. Hangi üye hangi konuda yeterli ise ondan faydalanma yoluna gitmelidir.
20. Herhangi bir siyasi parti ile dirsek temasına girmemelidir. Siyasi partilerin doğrularına doğru, yanlışlarına da yanlış demeli. Sendikayı makam, mevki dağıtan atama merkezi gibi kullanmamalı. 10/10/2018

*** 18/10/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

8 Ekim 2018 Pazartesi

Suç İşleyenleri Suudi Arabistan Konsolosluğuna Gönderelim *


Suudi Arabistan Veliahdı Prens Muhammed b.Selman’a muhalifliğiyle bilinen Suudlu gazeteci Cemal Kaşıkçı Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğuna girdikten sonra bir daha çıkışı olmadı. Suudi yetkililere göre Kaşıkçı Büyükelçiliğe geldikten sonra çıkıp gitti. Ama çıktığını ne gören var ne de kameralarda görüntüsünü. Günlerdir gizemini koruyan bu esrarengiz olay hala aydınlanmış değil. Kayıp gazetecinin öldürüldüğü söyleniyor.

Kaşıkçı’nın konsolosluğa gitmeden bir gün önce Suudi Arabistan’dan 15 kişilik bir timin geldiği, gazetecinin kaybolduğu haberleri ortaya çıkınca da bu timin tekrar Suudi Arabistan’a döndüğü yazılıp çiziliyor gazetelerde. Anlaşılan kayıp gazeteci söylendiğine göre hunharca öldürüldü. Ama orta yerde ceset yok.

Cinayeti Suud’dan uçakla gelen timin öldürdüğü ve cesedi de parçalayarak yanlarında götürdüğü gelen rivayetler arasında. Hem Suudlu hem de Türk yetkilileri tarafından resmi bir açıklama yapılmayınca kayıp gazeteci ile ilgili rivayetler orta yerde dolaşıyor.

Anladığım bu cinayet Suudi-Amerika yapımı bir organizasyona benziyor. Demek ki kalemi kırılan gazeteci konsoloslukta öldürülecek ve cesedi kim vurduya gidecek veya öldürülmeyecek; gelen 15 kişilik heyet onu canlı olarak ülke dışına kaçıracak. İyi de bunun için niçin Türkiye seçildi? Bu adam Amerikan Post gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor. ABD’de oturma izni varmış. Belki ülkesi Suudi Arabistan’a da gidip geliyordur. Bu esrarengiz olaya niçin Suudi Arabistan’da veya ABD’de başvurulmadı?

Konu Suudi Arabistan olunca her şey beklenir bunlardan. Kaç tane prensleri kaçırıldı, günlerce otellere kapatıldı. Lübnan Başbakanı Hariri Suudi Arabistan’da başbakanlıktan istifa ettiriliyor ve ülkesine 17 gün sonra dönebiliyor. Adamlar çöl iklimine uygun bir şekilde bu asırda bedevice yaşamaya devam ediyorlar. Ne kanun işler bunlar için, ne kural ne de nizam. Aynen çöl kanunu hakim.

Cinayet veya kaçırma işinde olay yeri olarak İstanbul seçilmesi manidar olmaya manidar. Bu iş için İstanbul seçildiğine göre altından ne Çapanoğlu çıkacak, belki de bu iş üzerimize ihale edilecek. Bunu da zaman gösterecek. Umarım gazeteci öldürülmemiş, kaçırılmıştır. İfadesi alındıktan sonra serbest bırakılır.

Şimdi gelelim bu şerden bir hayır çıkarmaya. Kaşıkçı olayını Türkiye’de suçluları terbiye etmek için kullanabiliriz. Sık sık suç işleyen veya suç işlediği halde kanun gereği “Adli Kontrol Şartı” ile serbest bırakılan kişilere “Bak bir daha uslu durmaz, suç işlemeye devam edersen bundan sonra seni Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğuna göndeririz” diyerek aba altından sopa gösterebiliriz. Bu tehdidin sürekli suç işleyenler nezdinde caydırıcı olacağını düşünüyorum. Çünkü kim ister Kaşıkçı’nın başına gelenin kendi başına gelmesini!

Bence bu yöntem denenmeye değer. Bakın bakalım ülkemizde suçlar azalır mı çoğalır mı? Kanaatimce ortalık süt liman olur. Biz de böylece rahat ederiz.



* 10/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.