28 Eylül 2018 Cuma

Yardımcı Kaynak Sorunumuz *

İlk, orta ve liselerimiz açıldı. Öğrenci ve öğretmenin ders materyali olan ders kitapları öğrencilere dağıtıldı. Dersler başladı. Ama telaş bitmedi. Şimdi sırada hangi dersten, hangi yardımcı kaynak alalım/alınsın derdi var. Çünkü bize sadece ders kitabı yetmez, takviye için mutlaka yardımcı kaynak olmalı anlayışı beynimize yerleştirileli çok oldu. 

Yardımcı kaynak ihtiyaç mı değil mi? Alalım mı almayalım mı? Kimine göre ihtiyaç, kimine göre fuzuli masraf. Öğretmen "Sayın veliler/öğrenciler! Yardımcı kaynağa gerek yok, MEB'in gönderdiği ders kitabı yeterli" dese bazı veliler, "Olur mu hocam! Birçok okul aldırıyor, burada çocuklarımızın geleceği önemli. Yardımcı kaynak olmaz ise çocuklarımız diğer çocuklarla nasıl yarışacak" şeklinde bir eleştiri getiriyor. Öğretmen "O zaman yardımcı kaynak almak isteyen alabilir" dese veliler "Hangisini alalım" der. "Yayınevi adı vermiyorum/veremiyorum. İsteyen istediği kitabı alabilir" dese "Hocam, siz bir yayınevi adı verin. Sınıfta birlik olsun, oradan ödev verirsiniz. Farklı yayınevi olmasın" der hemen veli. Bu durumda öğretmen ne yapsın? Aldırsa olmaz, aldırmasa olmaz, yayınevi adı verse hiç olmaz. Veli istiyor, öğrenci istiyor, bazı öğretmenler istiyor. Kitabı pazarlayan yayınevi elemanı ders hocasını bir görsem de kendisine bir numune versem diye okulun etrafında dolaşıp duruyor. Bakanlık, her sene başında "Sakın ha! Öğrenciye yardımcı kaynak aldırmayın, bunun için veli ve öğrenciyi zorlamayın. Eğer bir öğretmen yardımcı kaynak aldırırsa onun hakkında gerekli incelemeyi yapması konusunda valilikleri uyaran" bir yazı gönderir. Bir veli "Devletin verdiği kitaplar yetmiyor mu? Falan öğretmen çocuğuma yardımcı kaynak aldırıyor" şeklinde bir şikayette bulunsa -ki eksik olmaz- yetkili merci hemen öğretmen hakkında bir inceleme ve soruşturma başlatır.

Her okulda sene başında rutin hale gelmiş yardımcı kaynak muhabbeti üç aşağı, beş yukarı bu şekilde cereyan eder. Gördüğünüz gibi öğretmen iki arada bir derede kalıyor. Öğretmen yardımcı kaynak aldırsa da suç, aldırmasa da. Çünkü her halükarda öğretmenin başı belada. 

Bakanlık istediği kadar ilave kitaba yasak getirsin, okul ve öğretmenleri kıskaca alsın, gerekli denetimleri yapsın; ilk, orta ve lise öğrencilerinin çantasında, sıraların alt gözünde yardımcı kaynak eksik olmuyor. Kırtasiyecilerin rafları tıka basa yardımcı kaynak dolu. Fazlasını da yerlere koyuyorlar. Öğrenci ve veli, istenen kitapları aldıkça tükenen kitaplar yok satmaya başlıyor. 

Eğitim sistemimiz sınav odaklı olduğu müddetçe, herkes emsallerine fark atmayı düşündüğü yarış mantığı devam müddetçe etüt, kurs merkezleri açılmaya devam edeceği gibi yardımcı kaynaklar da alınmaya, aldırılmaya devam edecektir. Yine öğrenci, öğretmen ve velide Bakanlığın gönderdiği kitapların yeterli olmadığı kanaati oldukça bu kitaplar yine alınmaya devam edecektir.

Bakanlık yardımcı kitaba yönelmeyi azaltmak ve yok etmek istiyorsa ders kitapları ile sınav sorularını bir noktada örtüştürmesi gerekiyor. Başka türlü bu sorun ortadan kalkmaz. Hele yasakla bu iş hiç çözülmez. Hatta yardımcı kaynağa yönelimi daha da artırır. Çünkü yasaklar cezbeder. 28/09/2018

* 03/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

27 Eylül 2018 Perşembe

Yarası Olan Gocunacak Elbet!

Duygu ve düşüncelerimi sosyal medyada paylaşmaya başladım ilk önce. Hayatımda maddi bir şeyim olmasa da bir arkadaşımın yardım ve önerisiyle şahsıma ait "dilinkemigiyok" adında bir blogum oldu.

Nev-i şahsına münhasır bu blogum tabir yerindeyse benim günlüğüm gibidir. İçimi döktüğüm yerdir. Nerede ibretlik, ilginç, dert edindiğim, hoş karşılamadığım, geçmişte başımdan geçen bir olay veya konu gözüme ilişmiş, kulağım işitmiş, aklıma gelmiş ise sayfamın ilgi alanına girer. Fırsatını bulduğum ilk anda o konuyu işlerim sayfamda. Kah otobüste, kah bir çay ocağında, kah evde uzun otururken, kah haberleri dinlerken. Yazma aletim konuşmak ve haberleşmek için aldığım cep telefonumdur ağırlıklı olarak.

Konuyu ele alırken kafamda plan yapmam, çalakalem yazmaya başlarım. Ne şekilde yazacağımı planlamam.  Yazılarım bazen espri yüklüdür, bazen duygu yüklüdür. Bazen direk girerim yazıya. Bazen konunun etrafında dolanırım. Bazen hicvin izleri görülür yazımda.

Genelde toplumsal olaylar olmak üzere her konu ilgi alanıma girer. Değindiğim konuların çoğu araştırma mahsulü değildir. Gözlemlerime dayanır. Gözlemlerime duygu ve düşüncelerimi katarak bir sonuca varmaya çalışırım. Ne oldu haberini aslında ne/nasıl olmalıydı sorularıyla irdelemeye çalışırım.

Olaylara eleştirel yaklaşırım ama yapıcı eleştiri benimki. Olayı kimin yaptığına bakmam. Kolay kolay isim ve yer zikretmem. Asla kişiselleştirmem. Çünkü kişilerle değil benim işim. Bugün Ali yapmıştır, yarın Veli yapar. İsim vermeden Ali'nin yaptığını eleştirirken bu hatayı Veli'nin yapmamasıdır kastım. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle gibi. Kişiden hareketle bir camiayı, grubu hedef alarak genelleştirmem. Çünkü hata ve yanlışlar kişiseldir. Genele teşmil edilemez. Olayın hoş olup olmadığıdır zira benim ilgi alanım. Hadiseleri değerlendirirken iğneyi hep kendime batırmaya, özellikle içinde bulunduğum camianın yanlışlarına, savrulmalarına dikkat çekmeye çalışırım. Kendi bakış açım çerçevesinde yanlışa yanlış, doğruya doğru; keşke böyle olsaydı derim. Bugün yanlış yapanın yanlışına isim vermeden değinirim, ertesi günü aynı kişi iyi bir iş yapar, bu sefer överim.

Yazarken öğrenmeye devam ediyorum. Bugün yanlış görüp eleştirdiğimin yanlış olduğunu öğrenince demek ki ben o zaman yanlış düşünmüşüm derim. Yazdıklarım beğenilsin, zira ben güzel ve doğru yazıyorum iddiasında hiç olmadım. Hem sosyal medyadaki hesabım, hem de blogum herkese ve her türlü eleştiriye açıktır. Çünkü hata yaparım. Yanlış düşünürüm. Tıpkı bir futbol maçının hakemi gibi görürüm kendimi. Hakem gördüğünü çalar. Kararı taraflarca tasvip görür, ya da görmez.

Yazılarımda dert edindiğim konulara değinirken şunu yazarak şuna bir ayar vereyim, haddini bildireyim iddiasında hiç olmadım. Bir yerdeki olayı bloguma taşımak suretiyle o yeri, kişiyi veya kurumu aleme mat etme gibi bir düşüncem de yok. İçimi boşaltıyorum sayfama. Dert ortağımdır aynı zamanda blogum. Benden ve yazdıklarımdan rahatsız değil gördüğüm kadarıyla. Çünkü 2000'e yakın yazı yazdım. Hiç yeter artık! Bıktım senin yazıp çizmenden demedi. Senin şu yazdığını onaylamıyorum demedi. Bugüne kadar her türlü üslupla her yazdığıma eyvallah dedi. Sıkıldım, yoruldum da demedi. Sağolsun her yazdığımı kaydetti, okusun diye alıcısına ulaştırmak için paylaşmama imkan verdi. 

Her dediğime, her sözüme onay veren sayfam yıllar yılı her türlü derdime ortak olarak hiç dertlenmezken her şeyden nem kapan bazı tipler "Her doğru, her yerde söylenmez" deyip yazdıklarımı tasvip etmediğini belirtmiş kalabalık bir ortamda. Belirtmiş diyorum. Çünkü gıyabımda konuşmuş, gelip yanıma bana bir şey söylemiş değil. Ya da çağırıp yanına "Kardeş! Yazdığın şu şu yazılardaki şu görüşlerine katılmıyorum demedi. Medeni cesareti mi yok benimle konuşmaya, ya da benimle konuşunca itibar kaybına mı uğrar? Yoksa bir yarası mı var veya ne olur ne olmaz diyerek gölgesinden mi korkar? Yoksa yazılarım suç mu teşkil ediyor? Ya da suç veya suçluyu mu övüyor?

Muhatabım derdini veya karın ağrısını söylemeyince derdi nedir bilmem ama bir yarası olduğu belli, ya da alıngan biri olmalı. Alınganlığın tedavisi yok. Bu tipler her şeyden nem kapar. Mıknatıs gibi her şeyi üzerine çeker. Yok yarası varsa ya tedaviyi kabul edip iyileşecek ya da gocunmaya devam edecek. Çünkü benim hakaret etmeden; isim, yer, şahıs belirtmeden yazdığım yazılardan ancak yarası olanlar gocunur. Ne mutlu bana ki gocundurabilmişim. Zira bu yazılar birilerine dokunsun ve gereği yapılsın diye yazılıyor. Etliye-sütlüye karışmayan, zülfiyare dokunmayan yazı olur mu? Bu yazılar sayfa doldursun, çeşitlilik olsun diye yazılmıyor. Sanat olsun diye de yazılmıyor. Bu yazılar toplum yararına katkı olsun diye yazılıyor. 

Kimse kusura bakmasın! Yazdığım yazıların kahir ekseriyeti adrese teslim yazılardır. Herkes payına düşeni alacak ve gereğini yapacak. Doğru yaptığına inanıyorsa üzerine almayacak, yanlış yaptığını görür ve anlarsa doğrusu ne ise onu yapacak; yaptığı, yanlış anlaşılmışsa bu yanlış anlaşılmayı gidermek için muhatapları ikna edecek. Ama asla gocunmayacak. Bunun için özellikle amme hizmeti yapanların taşın altına elini koyması, yanlış algıyı giderecek girişimlerde bulunması gerekiyor. Kaçak güreşerek arkadan konuşarak mesafe alınmaz eğer amaç üzüm yemekse...

Yazılarımı kimse beğenmek zorunda değil, tıpkı okumak zorunda olmadığı gibi. Okumaz, görmezden gelir olur biter. Kimseye kendimi, düşüncelerimi beğendirme gibi bir niyetim yok. Sipariş üzerine yazı yazmam, nabza göre şerbet vermem. Adı üzerinde bu dilin kemiği yok. Bu dili dinlemeye, okumaya hevesli olanlar bu dilin dikenine katlanacak. Bu dilin dili döndüğü, eli yazdığı müddetçe bu dil, kınayanın kınamasına aldırmayacak ve yazmaya devam edecek. Kimse için yazmıyorum. Kendi bildiğim doğruları  -Allah bana yazma irade ve gücü verdikçe- yazmaya devam edeceğim. 

Kimse kendini dünyanın merkezine koyarak dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanmasın, kendisini ve deruhte ettiği makamı bulunmaz Hint kumaşı olarak görmesin. Ben burada olmaz isem burası yıkılır, yürümez diye düşünmesin. Zira mezarlıklar kendisini vazgeçilmez olarak görenlerle dolu. Tıpkı benim yazılarım da dünyanın merkezi değil, dünya benim etrafımda dönmüyor. Bulunmaz Hint kumaşı hiç değil, vazgeçilmez hiç değil.

Hulasa, kimseyi kırmadan, dökmeden, hakaret etmeden doğru bildiğim doğrularımı yazmaya devam edeceğim. Anılarımı, yaşadıklarımı, gözlemlerini aktaracağım. 

Sahi suç mu anıların ve yaşananların yazılması? Suçsa bileyim. Eğer suç değil de bu mütevazı blogta yazılanlardan nem kapıyor, korkuyorsa birileri, kimse kusura bakmasın korkunun ecele faydası yok. Hamama girdiyse terleyecek. Eleştirecek ve eleştiriye de açık olacak. Bunun için önce öz güven, medeni cesaret gerek ve iletişime kapalı olmamak lazım. Nokta.

26 Eylül 2018 Çarşamba

Mazlumların Sesi Olduk ***


BM 73. Genel Kurulunda konuşma yapan Erdoğan'ın konuşmasının satır başlarına göz attım. Konuşması baştan sona dertli bir insanın içini boşaltmasından ibaretti. Dünyanın sorunlarını ortaya koydu, çözümler sundu, yaptıklarını ve yapacaklarını anlattı. Gururlandım doğrusu. 


Bir ABD başkanının konuşmasına baktım, bir de bizimkine. Kendisini büyük sanan, ne oldum delisi biri vardı karşımızda.  Güya dünya lideri! Kendi memleketinde konuşma sırasını kaçırıyor. Kürsüye çıktığı zaman nerede konuştuğunu unutarak hükümet icraatlarını sıralıyor. Neler yaptığını, nasıl başarılı olduğunu anlatıyor. Yani icraatın içinden bir sunum yaptı. Konuşması gülüşmelere sebep oldu. 


Kendi ülkesinde ve çevresinde sürekli sorunlarla uğraşan bizimkine gelince bir vizyon ve misyon sahibi olduğunu gösterdi: Dünyadaki adaletsizliğe dikkat çekti. BM’nin dünyanın bugünkü sorunlarını çözmekten uzak olduğunu, BM’in yapısında kapsamlı bir reforma gidilmesi gerektiğini, dünyanın beşten büyük olduğunu, 194 ülkenin daimi üye olmasının elzem olduğunu paylaştıktan sonra bugünkü dünyanın siyasi, sosyal, ekonomik istikrarsızlığın adalet eksikliğinden kaynaklandığını, dünyanın kurtuluşunun adaleti tesis etmekle olacağını söyledi. Dünyaya kol kanat gerdiklerini, nerede bir mazlum varsa yanlarında olduklarını, ekonomik büyüklük bakımından 17.sırada yer almalarına rağmen toplam kalkınma yardımlarında dünyada altıncı, insani yardımlar konusunda birinci olduklarını, yaptıkları bu yardımların kesintisiz bir şekilde devam edeceğini, mültecilere kucak açtıklarını, dünyadan yeterince yardım gelmediğini işaret etti. Kudüs davasında Filistinlilerin yanında yer aldıklarını, Suriye’nin yaşanabilir bir ülke olması için terörden arındırmaya çalıştıklarını, yapılan anlaşmalarla kan dökülmesinin önüne geçtiklerini, ABD’nin terörü desteklemekten vazgeçmesi gerektiğini, bir gün bu terörün kendilerine döneceğini, ekonomik yaptırımların olmaması gerektiğini sözlerine ekledi.


Erdoğan’ın baştan sona konuşması bilgi ve duygu yüklüydü. Herkese yol gösteriyordu. İnsanı merkeze alan bir konuşmaydı. Türkiye, etine-buduna, gücüne ve kuvvetine bakmadan mazlumların sesi olduğu imajını verdi bu konuşmasıyla. Belki ekonomisi iyi değil, belki ülkesinde çözülemeyen sorunları var ama inisiyatif alan; dünyayı, özellikle mazlumları dert edinen bir ülke olduğunu, onların sesi  olduğunu ve olmaya devam edeceğini gösterdi. Bir konuşma olsa olsa ancak böyle olur dedim. Çünkü içten gelen bir konuşmaydı. Dertli olduğu dert edindiklerinden belliydi. 

Bana göre sıra dışı bir konuşmaydı ve olması gerekendi. ABD'nin göbeğinde ABD'ye yanlış yaptığını söyledi. Hiç lafı eğip bükmedi. Konuşması sonuç alır veya almaz. Ama şapka çıkarmamak elde değil bu konuşmaya. Helal olsun! 26/09/2018


*** 29/09/2018 günü  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.