4 Eylül 2018 Salı

"Bir Milyon Öğretmen Bir Milyon Fikir" *

Namık Kemal, "Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar, yani "Hakikat güneşi, fikirlerin çarpışmasından doğar" diyerek insanın olduğu yerde farklı fikirlerin olması gerektiğine işaret eder. Çünkü gerçeklere ancak fikir tartışmaları sonucunda ulaşılır.

Sanırım bu cümlenin doğruluğunda hepimiz hemfikiriz ama uygulamada farklı fikre pek tahammülümüz yok. İsteriz ki herkes kendi fikrimizde olsun. Ama gelişmek ve yenilenmek istiyorsak farklı fikirlerden korkmamamız gerekiyor. 

Yeni Milli Eğitim Bakanımız da bu gerçeğin farkında olmalı ki 2018-2019 seminer dönemi çalışmaları arasına "Bir milyon öğretmen bir milyon fikir" başlıklı bir konu koymak suretiyle öğretmenlerin fikir teatisinde bulunmasını talep ediyor. Bakanlık; Bir milyon öğretmenimizden bir o kadar fikir, görüş istiyor. Geleceğimiz ve MEB adına sevindirici bir durum bu. Çünkü MEB'de güzel şeyler oluyor. Zira tek başına bu başlık bile MEB'in bir zihniyet değişimine gideceğini gösteriyor.

Başlığın altında MEB, öğretmenlerin şu sorular üzerine fikir beyan etmelerini istiyor: 
1.Sizce Bakanlığımızın yeni dönemde eğitimle ilgili odaklanması gereken en temel üç sorun nedir?
2.Bakanlığımızın yürüttüğü faaliyetler içerisinde en başarılı bulduğunuz üç temel uygulama nedir?
3.Sizce okulunuzda acil çözüm bekleyen üç temel sorun nedir?
4.Türkiye'de eğitim ve öğretimin kalitesini artırmak için üç temel öneriniz nedir? 

Bakanlığın seçtiği başlık ve içeriğinde kafa yorulması istenen konulardan anladığım, Bakanlığın eğitime neşter vuracağı yönünde. Başlık güzel, içerik de güzel. Başlık ve içeriği güzelleştirecek olan da kendilerinden görüş istenen öğretmenlerin; sorulan sorulara odaklanmaları, eğitimde dert edindiklerini samimiyetle kağıda dökmeleri ve eğitim kalitesini artırmak için vereceği önerileri sunmalarıdır. 

Bakanlığın olumlu yönde attığı bu adımın kadük kalmaması öğretmenin adımına bağlı. Açıkçası öğretmenin atacağı adımdan emin değilim. Çünkü öğretmenlerin bir kısmında "Dertler belli, yapılacaklar da belli. Görüş söylememize gerek yok. Biz söylüyoruz söylüyoruz; dikkate alınmıyor. Yazdığımızla kalıyor. Çünkü okunmuyor, okunsa da onlar bildiğini okuyor..." şeklinde olumsuz bir görüş hakim. Görüş yazılsa bile ya gönülsüz yazılır, ya da bazı eğitim sitelerinin hazırladığı raporu kes-kopyala-yapıştır yapılır. Yani hazıra konulur. Bazıları da farklı görüş söylersem başım sıkıntıya girer düşüncesine sahip. 

Öğretmenlerin önceki yıllarda alınan görüşlerine şimdiye kadar önem verilmemiş, kağıt üzerinde kalmış ve dikkate alınmamış olabilir. Bu bizi olumsuzluğa sevk etmemeli. Çünkü eski çamlar bardak oldu. MEB bu açılımıyla eğitimin mutfağındaki paydaşların görüşünü önemsediğini göstermiştir. "Önce dertlerimizi ortaya koyalım, çözümü için aramızda tartışarak öneriler sunalım. Bu işi birlikte yapalım" demek istiyor.

Bence Bakanlığın attığı bu adıma bir milyon öğretmen, bir milyon özgün fikir sunabilecek bir donanıma sahip olduğunu göstermeli, hatta daha fazlasına... Ki bu donanımın öğretmenlerde olduğuna yürekten inanıyorum. Özellikle eğitimi dert edinen neferlerin kafa yormasını istiyorum. 

Haydi öğretmenim, şimdi -ve her zaman-düşünme zamanı!

* 08/09/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Eylül 2018 Pazar

Makul Zamma Evet, Fahişine Hayır! *

90 yılından beri esnaflık yapan bir arkadaşımı 2006-2007'lerde dükkanında ziyaret etmiştim. Çayımızı yudumlarken işlerin nasıl arkadaşım diye sordum. "Keremine şükür! Eskiye oranla daha az kazanıyorum. Ama kazancım şimdi helal" dedi. Ne demek bu dedim. "Özellikle Ecevit zamanında fiyatlara hemen hemen her gün zam koyup satıyorduk. Vatandaş nasılsa yarın yine zam gelecek der ihtiyacını alırdı. Çünkü piyasa çok oynaktı, enflasyon ise çift hanelerde dolaşıyordu. Fahişine satış yaptım. İşte o zaman deli para kazandım. Paraya para demedim. Şimdi ise enflasyonla mücadele var, fiyat istikrarı var, daha düşük karla satıyorum. Yine kazanıyorum ama bu sefer az kazanıyorum. Ama helal yiyorum" açıklamasını yapmıştı.

Mevcut hükümet 2002'de iktidara geldikten sonra ülkede siyasi istikrar hakim oldu. Bu istikrar ekonomide de bir rahatlama meydana getirdi. Enflasyon tek haneli rakamlara indi, paramızdan altı sıfır atıldı, son bir iki yıla gelinceye kadar ürünlere doğru dürüst zam gelmedi. Fiyatlar yerinde saydı. Beyaz eşya başta olmak üzere birçok ürün ucuzladı, vatandaşın alım gücü arttı. Orta ve dar gelirli insanımız rahat etti. İşte bu dönemlerde esnaf geçmiş enflasyonlu dönemlere göre daha az kazanmış arkadaşımın anlattığına göre. Ekonomimiz sıcak paraya dayalı olarak yürüse de bu hükümetin başarılı olduğu alanlardan biri ekonomi idi. Enflasyonla mücadelede mali disiplinden ödün vermedi. Buna rağmen ülke bir baştan öbür başa ulaşım ve alt yapı sorunlarını çözdü. Cari açığımız fazla olsa da vatandaş etkilenmeden ekonomimiz kör-topal bugünlere geldi. 

ABD'nin ekonomimizi batırmak ve paramızın değerini düşürmek amacıyla başlattığı saldırılar sonucu paramız dolar karşısında neredeyse eridi. Dolardan bize ne diyemeyiz. Çünkü her türlü hesap-kitap ve girdiler dolara endeksli bu ülkede ve dünyada. Girdiler artınca ister istemez bu tüketiciye yansıyacak. Çünkü yeniden çift haneli enflasyonlu hayata döndük. Bunun sonucunda her türlü ürünün etiketleri değişmeye başladı. İğneden ipliğe zam geldi. Birçok ürün yüzde yüz zam gördü. 

Zam gelecek elbet! Zira girdiler artınca maliyet de artacak. Fiyat artışları hoşumuza gitmese de esnafın ayakta kalabilmesi için zamlar gerekli. Buna kimsenin diyeceği yoktur. Ama zam derken vur öldür demiyor kimse. Makul zamma evet, ama fahişine hayır diyor vatandaş. Esnafın fırsatçılık yapmasını içine sindiremiyor kimse. Sosyal medyaya bir göz atarsanız gelen fahiş zamlara herkes isyan ediyor. Tepki göstermekte yerden göğe kadar haklılar. 

Gördüğüm kadarıyla bazı firmalar sattıkları ürünlere makul bir artış yaparken bazıları 2000 öncesini hatırlamışçasına fırsat bu fırsat deyip fiyatlara bindirdi. Bu anormal artışları görünce ister istemez arkadaşımın 12 yıl önce söylediği deli para kazanma macerası aklıma geldi. Evet arkadaşımız Ecevit döneminde fırsatçılık yapıp paraya para dememiş. Ama son cümleleri, "Bugün daha az kazanıyorum ama çoluk-çocuğuma helalinden ekmek yediriyorum" şeklinde bir öz eleştiri idi. Ederinden ve girdisinden fazla zam koyanlar paylaştığım bu anekdotu tekrar tekrar okumalarında ve gereğini yapmalarında fayda var. Burada milli bir duruş göstermeleri gerekiyor. Zira milliyetçilik ve vatanseverlik bunu gerektiriyor. Öyle kuru kuruya vatanseverliği ben istemiyorum. Esnaf kazanacak ama düne göre daha az gelir elde edecek. Çünkü zaman para kazanma değil, fedakarlık zamanıdır. Onlardan meccanen bir şeyi kimse talep etmiyor. Kardan fedakarlık istiyoruz, evlerine helal lokma götürmelerini istiyoruz. Buna da hakkımız var. Zira "Aldatan bizden değildir." Tercih fahiş fiyata bel bağlayanların!

Son söz: Makul zamma evet, fahişine hayır!

* 05/09/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Zaman Rahatımızdan Ödün Verme Zamanı

Babalarımız bin bir türlü sıkıntı çektikten sonra bizi rahata kavuşturmak suretiyle bu ülkeyi bize emanet ettiler. Biz babalarımıza, babalarımız babalarına göre daha rahat bir ekonomik duruma sahibiz ve konforlu hayat yaşıyoruz. Çoğumuzun atı-arabası, evi-barkı var. Çünkü kazandık, mal-mülk edindik. Bugünlere geldik.

Malumunuz bir ekonomik darboğazın eşiğindeyiz. Bu kriz şu ya da bu şekilde hepimizi vuracak. Çünkü bu kriz ne 94, ne 2001, ne de 2008 krizine benziyor. Gerçi adına kriz diyorum ama düpedüz bir savaş bu. Savaşın iki sonucu vardır: Ya kazanır, ya da kaybederiz. Kaybetmeyi aklıma bile getirmek istemiyorum. Sanırım siz de öylesiniz. Peki savaşa hazır mıyız? Çünkü belli bir süre eskisi gibi kazanamayacağız, eskisi gibi alamayacağız, eskisi gibi satamayacağız, eskisi gibi gezip dolaşamayacağız, eskisi gibi alışveriş yapamayacağız. Çünkü her şey ateş pahası olacak, alım gücümüz azalacak.

Biliyorum babalarımıza göre imtihanımız zor olacak. Özellikle çocuklarımız için. Çünkü biz babalarımıza göre çocuklarımıza daha konforlu bir hayat sunduk. Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında. Bizim mumla aradığımız yiyeceğe onlar burun kıvırıyor.  Her istedikleri alındı bugüne kadar. Teknolojinin her türlüsü ile boğduk onları. Okullara servisle gönderdik. Üzerlerine vücutlarına göre aldığımız elbiseler eskimeden bir daha aldık, bir daha. Hasılı vardan anlarlar da yoktan asla. 

Zor olsa da bu boğaz harbinden yediden yetmişe galip çıkmak zorundayız. Bunun için kemerleri sıkma zamanı, yani rahatımızdan ödün verme zamanı, lüks hayata veda zamanı. Herkes ödün verecek: Zengin kardan, fakir yiyip içtiğinden zaruri ihtiyaçların dışında her şeyden özellikle ülkemize ithal yoluyla giren ürün farz veya vacip değilse uzak duracağız. Cari açığı fırlatacak her türlü alışverişten kaçınacağız. Çünkü ayağımızı yorganımıza göre uzatmak zorundayız. Konforumuzdan ve ihtiyaç diye adet edindiklerimizden ödün vermeden bu savaş kazanılamaz. 

Arabalara daha az bineceğiz, toplu ulaşımı tercih edeceğiz, çocuklarımızı okullara servisle göndermeyeceğiz. Örnekleri çoğaltabiliriz. Kim neden kısabiliyorsa onu yapacak. 

İş adamı ve esnafımız ayakta kalmak için elbette zam yapacak. Ama bu zam makul olacak. Fırsat bu fırsat deyip malına fahiş fiyat koymayacak. Dün yüzde yüz kazanıyorsa bugün bu oranı düşürecek. Bedava versin, maliyetine versin istemiyoruz. Kardan ödün verecek. 

Milletçe ayakta kalmak ve namerde muhtaç olmamak için herkes neden kısarsam dünyanın sonu olmaz hesabı yapacak. Çünkü gün, hesap-kitap dönemidir. İhtiyacımız kadar alacağız, borçlanmayacağız. İnanın hesap-kitap yaptığımız zaman bugün ihtiyaç diye gördüğümüz çoğu şeyin çok da zaruri olmadığını anlayacağız.

Biz bunu yapabilir ve başarabiliriz. Yeter ki istek ve ihtiyaçlarımızı sınırlandıralım, israftan kaçınalım. Sadece kendimiz için değil, başkaları için de yaşayalım. Allah bu milletin yardımcısı olsun! Zira bu ümmetin bu millete ihtiyacı var.