31 Temmuz 2018 Salı

Gel Şu İnadı Bırak MEB! *

LGS sonuçları açıklandı. 342 bin kontenjan boş kalırken 91 bin aday herhangi bir yere yerleşememiş. MEB, öğrenci istediği okulda okusun diye  adrese dayalı okulların kontenjanını yüksek tuttu, hatta çoğu okulları ikili öğretime geçirdi. Ama açıklanan istatistiklere göre öğrenci, “Bazı okul türlerini tercih etmektense herhangi bir okula yerleşmem olur biter” diye düşünmüş anlaşılan. Nakil döneminde ne kadar öğrenci yerleşir, bunun bilgisini de nakil dönemi sona erince öğreniriz.

Genelde kontenjanı boş kalan okullar eski adıyla EML, TML ve İHL'ler görünüyor. Bu okul türlerinin ya sayısı çok, ya kontenjanları fazla, ya da fazla talep yok. Gerekçe hangisi olursa olsun, sonuçta bu okullar kontenjanlarını dolduramadı.

Pekiyi bundan sonra ne olacak? MEB nasıl bir yol haritası izleyecek? Zira yerleşemeyen öğrenciler var. Bu öğrenciler boş kalan kontenjanları tercih etmezse ne yapacak? Çünkü MEB, kimse istemediği okulda okumayacak demişti. Öğrenci öğrenimine açıktan devam etmek istemezse MEB, nasıl bir çözüm bulacak? Üstelik lise zorunlu eğitim kapsamında. MEB, kara kara düşünmeyip de ne yapsın şimdi? Haydi herkesi ikna etti yerleştirdi diyelim. İkili öğretimi nereye koyacak? Çünkü talebin fazla olduğu okulların çoğuna ikili öğretime geçme zorunluluğu getirdi. Haftalık ders yükünü azaltmadan ikili öğretimin içinden nasıl çıkacak? Çünkü liselerin çoğunda ders yükü 40 saattir.

MEB bu işin içinden nasıl çıkar, insanları nasıl memnun eder bilemem. Ama işi zor görünüyor. Çünkü içinden çıkılmaz bir hal var orta yerde. Yeni Bakan öyle bir çözüm bulmalı ki herkes memnun olsun. Şayet paydaşları memnun edemezse “Bugün iyi ki geldi, isabet oldu” denen Bakan, yarın istenmeyen kişi ilan edilebilir. Normalde yeni Bakanın bugünkü tıkanmışlıkta payı yok. Ama icranın başında şimdi o var.  

Aslında içinden çıkılmaz görünen bu denklemden MEB, zorunlu lise eğitimini kaldırarak işin içinden çıkabilir. Denebilir ki zorunlu eğitim kanunla düzenlendi, buradan geriye dönüş olmaz. O zaman lise zorunlu eğitime bir esneklik getirilebilir. Nasıl mı? Lise, zorunlu eğitim olmaya yine devam etsin. Ama bunun için bazı kriterler konabilir. Mesela 6.7.8.sınıf ortalaması 50-55 puanın altında kalan öğrenci LGS sınavına müracaat edemez ve lise öğrenimine açıktan devam eder kuralı getirilebilir. Bu vb. alınacak tedbir MEB'in elini rahatlatacaktır. MEB herkese okul bulmak zorunda kalmayacaktır. Yine MEB bina ve derslik yönünden rahatlayacaktır. Açık liseye devam edenlerin çoğu bir meslek öğrenmek için bir arayışa girecektir. Bu sistemin oturması için ortaokul seviyesindeki öğrencilere hakkaniyet ölçüsünde bir not kriteri getirilmeli, öğretmen bol keseden not verme yoluna gitmemelidir. Öğrenciye hak ettiğinden fazla not verilmesinin önüne geçmek için  6.7.8 sınıfta sınavlar merkezi yapılabilir.

Burada amacım öğrenciye acımasız davranılsın değildir. Okuyacak ve okuyamayacak öğrencinin ortaokul seviyesindeyken netleşmesidir. Demir tavında dövülür misali ortaokul seviyesindeyken öğrenci, veli başının çaresine bakacaktır. Zorlamayla liseyi veya üniversiteyi bitiren bir öğrenci için yeni bir yol haritası belirlenemez. Bugün lise veya üniversiteyi bitirip istihdam alanı olmadığı için kara kara düşünen insanımızın sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Herkesi okutacağız, herkes liseyi-üniversiteyi bitirecek, ülkemizin okur-yazar oranı artacak, tahsilli insan sayımız artacak hülyasını bırakmanın zamanı geldi geçiyor. Daha fazla zaman kaybetmeden devletin ve MEB'in herkesi -örgün- okutacağız inadını bırakması lazım.

* 02/08/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

30 Temmuz 2018 Pazartesi

Doktor ve İki Polis Bu Vebalden Nasıl Kurtulur? ***

Türkiye, birkaç gündür Giresun'da evde bakım hizmeti alan yatalak eşi için ilaç yazdırmaya giden 82 yaşındaki  amcaya; doktorun ve polisin reva gördüğü nahoş muamele ile çalkalanıyor.  Ne doktorun yaptığı, ne de polislerin yaptığı yenilir tutulur cinstendir. Olayın neresinden bakarsanız elinizde kalır. Bir akıl tutulmasıdır.

Olayı tetikleyen baş aktör ya da baş tetikçi doktorumuz namı diğer aile hekimimiz. Olay evde bakım hizmet raporu olan yatalak bir kadının ilaçlarını yazmak için doktorun "İlla hastayı göreceğim" diye tutturmasıyla başlar. Amcanın "10 yıldır yatağa bağlı olarak yaşayan eşimi nasıl getirebilirim" ısrarı doktor için bardağı taşıran son damla olur. Baktı ki olmayacak belki de ölüm vb. risk durumunda başvurması gereken "Beyaz Kod" yoluna başvurur. (Bu vesileyle doktorların kendilerini koruma amaçlı beyaz kod isimli bir yollarının olduğunu da öğrenmiş olduk.)

Haydi diyelim ki doktorumuz, ihtiyar amcanın yürümesine kolaylık olsun amacıyla kullandığı bastonu silah sandı, korktu. Can havliyle beyaz koduyla "imdat" dedi. Polisler de doktoru korumak ve kurtarmak amacıyla olay yerine intikal etti. Baktılar ki olay mahallinde karşılarında bastonuyla zar zor yürüyen, derdini tam anlatamayan, belki de okur-yazar olmayan yaşlı bir amca var. "Bey amca, gel derdini kaymakama/valiye anlat" deyip götüremezler miydi? Polislerden beklenen soğukkanlı davranmalarıydı bir defa. Hatta doktora da dönüp "Doktor Bey! Sana Bakanlığın bu beyaz kod imkanını böyle basit işler için kullanasın diye mi verdi. Bu amcanın ahı gitmiş, vahı kalmış, eti ne, budu ne" demeliydiler. Ama vatandaşın güvenliğinden sorumlu iki polisimiz mal bulmuş mağribi gibi amcaya önce biber gazıyla müdahale ediyor, yere yatırıp kelepçe takıyor, yerde sürüyor ve vuruyorlar. Mübarekler! Sanki teröristle mücadele ediyorlar. Bu polislerin yaptığını polisliğe ilk adımı atan polisler yapmaz. Madem bu kadar beceriksizsiniz, olmadı yanınıza 8-10 daha polis alsaydınız. Hatta çevre illerden destek isteseydiniz. Ardından da üzerine tazyikli su sıksaydınız rahmetliyi definden önce bir güzel yıkamış olurdunuz. 

Yazıklar olsun sizin polisliğinize! Size ne ceza verilir bilmem ama size verilecek en büyük ceza, sürüklerken ölümüne sebebiyet verdiğiniz o amcanın gözünüzün önünden hiç gitmemesi olacaktır. İnşallah kabusunuz olur. Tabi zerre kadar vicdan varsa sizde! Unutmayın ki bu dünyada alacağınız hiçbir cezanın ehemmiyeti yok. Siz esas mahşerde bu amcayla karşılaştığınız zaman ne yapacaksınız? Yüzüne nasıl bakacaksınız? Bence siz soruşturma ve incelemeyi beklemeden istifa edin. Varsın sizden gelecek güvenliğimiz eksik kalsın. Zaten siz bu kafayla hiçbir suçu bastıramazsınız. Gücünüz sadece masum insana yeter. Size ne ülke emanet edilir, ne silah verilir, ne de polis elbisesi giydirilir. Polis olmak için biraz beyin lazım, akıl lazım. Siz çalıştığınız kurumdaki meslektaşlarınızın yüz karasısınız.

Gelelim doktor sana! Doktor olup insanımızı muayene etmek için okumadığın tıp kitabı kalmamıştır. Bu uğurda 6-7 yıl dirsek çürütmüş, uykusuz sabahlamışsındır. Çünkü tıp okumak kolay değil. Üstelik tıp okuduğuna göre zeki birisin. Ama gördüğüm kadarıyla çok zeki olman bir işe yaramamış. Deden yaşındaki adama eziyet etmeyi marifet sanmışsın. Belki de çok okuduğun için halkın içine hiç girmedin. Evde bakım hizmeti alması için raporu olan kadın mutlaka sistemde kayıtlıdır. Kadının gelemeyeceğini bile bile "O hasta buraya gelecek" demek tamamen bir işgüzarlıktır. Haydi mevzuattır ve prensibindir, hastayı görmeyince yazmıyorsun. Bırak adam bağırıp çağırıp gitsin. Ne diye tehlike var anlamına gelen beyaz kodu harekete geçiriyorsun. Madem hiç sorun yaşamayacaksın, lafa-söze tahammülün yok, canın da kıymetli. O zaman masanın gözünde tabanca taşı. Maazallah polis gelinceye kadar can güvenliğin tehlikeye girer, rahmetli amca suç aleti bastonuyla seni yere serer. Yazık olmaz mıydı sana o zaman. Böyle durumlarda silahına başvurur, Karadenizlilerin deyimiyle "Vurdim oni" derdin. Bence sen ve o iki polis eğer bu işi yapmaya devam edecekseniz şimdilik işi-gücü bırakın, devlet istediğiniz kadar size izin versin. Gidin ilk önce adam akıllı bir iletişim dersi alın, vatandaşa nasıl davranılır onu öğrenin. Bu iş öyle beline silah takmakla, boyundan stetoskop sarkıtmakla olmaz. Sizde insanlık damarı eksik, merhamet damarınız da yok. 

İnsanlık, merhamet ve iletişim dersi aldıktan sonra bundan sonraki hayatınızı marifetinizle ölümüne sebebiyet verdiğiniz amcanın yatağa bağlı yaşayan hanımına hizmet etmeye adayın. O kadının karşısında el pençe durun, hizmette kusur etmeyin, sürekli helallik dileyin. Kendinizi affettirmeye çalışın. Biraz vicdanınız varsa "Biz ne halt ettik böyle" diye durmadan gözyaşı dökün.

Devletimiz sadece size iletişim, halkla ilişkiler dersi vermekle kalmasın. Tüm kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan, çalışmak için sınavlara giren herkese, vatandaşa ne şekilde davranması gerektiği, hangi sorunlarla karşılaştığında ne yapması gerektiğinin dersini versin. Bu iki polis ve doktoru, vefat edinceye kadar yatalak teyzenin hizmeti ile görevlendirsin. Sağlık Bakanlığı da "Hastayı görmeden ilaç yazılamaz" mevzuatını hangi hallerde hasta görülmeden ilaç yazılır istisnalarını açıkça belirtmesinde fayda vardır. Böylece doktor, hasta ile mevzuat arasında ikilemde kalmamış olur.

Not: Olayı, basından okuduğum kadarıyla tek taraflı olarak değerlendirdim. Amcanın olayın gerisinde ne yaptığını bilmiyorum. Doktorun ve iki polisin yaptığını tüm doktor ve polislere teşmil etmiyorum. Geneli tenzih ederim. Çünkü görevini layıkıyla yapan nice doktor ve polisimiz var.

*** 02/08/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Asker Uğurlamaları

Son günlerde gündemimizde tatlı telaş diyebileceğimiz etkinliklerimiz var. Kimimiz düğün yapıyor, çocuklarının mürüvvetini görüyor; kimimiz yüz binlerce kişi arasından kurada çıkıp hac farizasını yapmak üzere kutsal topraklara uğurlanıyor; kimimiz de vatani görevini yapması için çocuğunu askere gönderiyor.

Saydığım her üç organizasyon iç içe geçmiş, sevinç ve mutluluğu içinde barındıran fiillerdir. Soyumuzun devamı, sağlıklı nesillerin gelmesi ve toplumun en küçük çekirdeği olan ailenin kurulması için evlilik; gitmeye güç getirenlerin dini vecibesini yerine getirebilmesi için hac; ülkenin korunup kollanması için askerlik olmazsa olmazlarımızdır. Her üçü de sevinç ve mutluluktan gözyaşı döktürür insana ve yakınlarına. Her üçünü de dualarla uğurlarız. Zira hayırlı bir iştir.

Bahsettiğim her üç konu, ayrı ayrı ele alınması gereken üç değerimizdir. Burada askere uğurlama konusu üzerinde biraz durmak istiyorum. Yakınlarımdan son yıllarda askere giden yok. Bu yüzden işin iç yüzünü bilmiyorum. Askere gidecek gençler yakınları tarafından yemeğe davet edilir. Güzel bir haslet! Buna diyecek bir şeyimiz yok. Uğurlanırken askerimize harçlık verilir. Buna da eyvallah! Askerimiz otogardan arkadaş, eş ve dostları vasıtasıyla yolcu edilir. Bu da olması gerekendir. 

Yemek ziyareti, harçlık ve kalabalık uğurlamanın dışında yapılanlar biraz abartıya kaçmaktadır. Son yıllarda askere gidenler çetnevir yapar oldu. Asker arkadaşlarıyla yer, içer, oynar oldu. Masraflı, külfetli bir organizasyon ama olsun diyelim. Fakat bu işleri yaparken dünyanın merkezine kendimizi koyuyoruz. Başkasını rahatsız edip etmediğimizi düşünmüyoruz. Ya müzik sonuna kadar açılıyor, silah vb. şeyler atıyoruz. Bu yaptığımız tehlikeli, birini yaralarız, birini korkuturuz demiyoruz. Yan tarafta komşumuz rahatsız, onların bugün cenazesi vardı demiyoruz. Vur patlasın, çal oynasın diyoruz.

Askeri son gün uğurlamaya gönderirken konvoy oluşturuyoruz. Ama oluşturduğumuz konvoy baştan sona tehlike saçıyor, trafiği birbirine katıyor; ya yıldırım hızıyla ana caddelerde uçuyoruz, ya da kaplumbağa hızıyla trafiği kilitliyoruz. Korna sesi gürültü kirliliğine sebebiyet verirken aracın dörtlülerini yakarak kazara konvoyun içine karışan araçlara/kişilere dokuz doğurtuyoruz. Çünkü flaşörleri yanıp sönen aracın nereye döneceğini kestirmek zor mu zordur.

Otogardan uğurlarken otobüsü sallamak, "En büyük asker, bizim asker" diyerek askeri havaya fırlatıp tutmak bana çok makul gelmiyor. Havaya attığımız kişiyi tutamayabiliriz veya bir yerine bir şey olur diye düşünmüyoruz. 

Sözün özü, çetnevir yaparken, konvoy oluştururken, askeri havaya fırlatırken beraberinde büyük risk alıyoruz. Kendimizin veya çevrenizdekilerin canını tehlikeye atıyoruz. Gürültüsü de işin çabası. Yok mu bu işin makul tarafı? 

İyi tezkereler!