Zeytin Dalı 18 Mart'ta Afrin'e uzandı.
*
Selam olsun Afrin'e!
Selam olsun Mehmetçiğe!
Selam olsun inisiyatif alan iradeye!
Selam olsun Çanakkale, Afrin ve tüm şehitlerimize!
Selam olsun terörden canı yanmış, bedel ödemiş Anadolu insanına!
Selam olsun ülkenin geleceğine!..
*
Canı cehenneme bu ülkeye silah doğrultanların!
Canı cehenneme bu ülkede emelleri olanların!
Canı cehenneme Batı'nın ve ABD'nin taşeronluğunu yapanların!
Canı cehenneme terörü üzerimize salan emperyalist güçlerin!
Canı cehenneme teröre destek verenlerin!
Canı cehenneme yıllardır anamızı ağlatanların!
Canı cehenneme Mehmetçiğe Afrin'e giderken hop oturup hop kalkanların!
Allah'ın laneti ve lanetçilerin laneti terörden ekmek yiyen, terörden beslenen, terörden medet bekleyen, terörü destekleyenlerin üzerine olsun!.. 18.03.2018, Ramazan Yüce, Konya
18 Mart 2018 Pazar
Yetmişinden Sonra Evlenen Erkeklerin Dramı *
Kadınlar erkeklere göre daha uzun ömürlü olduğu bilinen bir
gerçek. Oranı ne kadar bilmiyorum ama hanımı ölüp de tek başına kalan erkekler çok
aramızda. Bu durumda olup hanımı ölür ölmez kıran kırana eş arayan erkeklerin
durumu, içler acısı hikayeleri filmlere konu olacak düzeyde. Çoluğu-çocuğu,
"Baba olmaz, geçti artık" dese de erkek dullarda kadın arayışı hız
kesmeden devam eder bu ülkede. Erkek arar, kadınlar olmaz, der. Hangi kapıyı
çalsa kapılar yüzüne kapanır. Çünkü kadınların çoğunun ya sosyal güvencesi
vardır, ya dul, ya da yaşlılık maaşı alır, bu yaştan sonra erkek kahrı çekemem,
der.
Sağlığı doğru dürüst el vermeyen, yürümekte ve nefes
almakta zorlanan çoğu yetmişlik/seksenlik torun ve torunun torunu sahibi
ihtiyar delikanlılar, araya araya bulurlar kendilerinden 20-30 yaş küçük bir eş
adayını. Kadını evlenmeye ikna etmek için kesenin ağzını açar: Evse ev,
arabaysa araba, paraysa para, bilezikse bilezik...mehir bedeli olarak kadına
verilir. Çiçeği burnundaki yeni damadımız ikinci baharımı yaşayacağım, günümü
gün edeceğim heyecanıyla evliliğe adımını atar. Çok istediğini Allah vermiştir.
Mutluluğuma bundan sonra diyecek yoktur derken ardı arkası kesilmeyen
sıkıntılar kendisine tebelleş olur. Kadın ya çeker gider, giderken de
erkekten tırtıkladığı para, pul ne varsa götürür gider, izini kaybettirir.
Sonra da uğraşır durur damadımız boşanmak için. Kadın ise, "Ben kocamı
seviyorum, boşanmak istemiyorum" diyerek işi yokuşa sürer. Yetmişinden
sonra evlenen kişilerin hepsinin durumu böyle değildir, mutlaka istisnaları
vardır ama çoğu huzursuz. Aşağıda 80 küsur yaşlarında eşini kaybetmiş bir
erkeğin dramında biraz bahsetmek istiyorum.
Eşi öldükten sonra evlenmek için didindi, üç-dört kadınla
görüştü. Sonunda biriyle evlendi, evlenirken oturduğu evi, eşinin üzerine
yaptırdı. Evi vermişti ama tapuya şerh koydurmuştu. İç halleri nasıldı bilinmez
ama bir duydum, evi boşaltmış, kayıplara karıştı bir ara. Kayıp diye oğlu,
savcılığa suç duyurusunda bulunur. Günlerce aranır ve taranır ama bir türlü
bulunmaz. Sonunda bizim damat, yeni evlendiği eşinin evinde bulunur. Kadın 15
gün boyunca çok sevdiği kocasını bir odaya kilitleyerek dışarı çıkmasına imkan
vermemiş. Kadın alttan girmiş, üstten çıkmış, evin üzerindeki şerhi kaldırtmada
eşini ikna etmiş ve haberi yokken emlakçı vasıtasıyla evi satmış. Kaybettiği
eşin yerine yeni bir eş alarak evlenen kişi evlendi ama yıllardır oturduğu evi de
elden gitmişti.
Yeni eşi, evi satmak suretiyle bir anda büyük bir servete
kavuştu. Parayı bir taraftan yiyip içerken altına da bir araba çekti. Keyfine
diyeceği yoktu. Kadı kızında bile bir kusur olacağına göre bu kadının da bir
kusuru vardı. Çünkü ehliyeti yoktu ve araba süremezdi. Bunun da yolunu buldu.
Gideceği, gezeceği yere damadı getirip götürüyordu. Kadın keyif çata dursun,
yıllardır evleneceğim diye tutturan ve evlenen,; evlenirken evini kaybeden
damadımız, huzur bulamadığı yerden uzaklaşarak huzur bulmak için soluğu
huzurevinde aldı. Şimdi aylığı beş yüz liradan huzurevinde kalırken bir
taraftan da avukat tutarak boşanacağım derdinde. Hanımı ise "Ben kocamı
seviyorum, boşanmayacağım" inadında. Ne de olsa ikinci baharını yaşıyor.
(Daha doğrusu biz öyle biliyoruz. Kaçıncı baharı bilinmez, kaç ocak söndürdü,
meçhul.) Çünkü adamın daha yenecek parası var. Ne de olsa hem yurtdışından hem
de buradan maaş alıyor. Yani çift maaşlı altın yumurtlayan bir koca. Adam
boşanır boşanmaya ama ömrü kifayet eder mi bilinmez. Oğluna göre "Parasını
önce hanımına yedirdi, şimdi de avukata yediriyor, bize bir kuruş
göstermedi" diyor.
Yazdığım bu durumu ayıpladığım anlamına gelmesin, Allah
kimsenin huzurunu bozmasın, yuvaları yıkılmasın. Örneklerine çokça
rastladığımız bu durumun daha fazla olmaması niyetim. Bu durumu yazdım ki
yetmişinden sonra evlenmek isteyenlerin dikkatli olması, yoğurdu üfleyerek
yemesi, huzur bulacağım derken huzuru mumla arar noktaya gelmemelerinin önüne
geçmektir. 18.03.2018, Ramazan Yüce, Konya
* 26/03/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 26/03/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Ödünç Alınan Kitabın Turşusunu mu Kuruyor Bazıları? *
Bugün Kültürpark'ta bulunan Konya İl Halk Kütüphanesine
uğradım. Açıldığı andan bugüne üçüncü gidişim. Konya'nın en işlek ve gözde
yerinde bulunan bu kütüphane, güzel bir işlevi yerine getiriyor. İçeride temiz,
sessiz ve müreffeh bir ortamda kitap okuma, ders çalışma, ödünç kitap alma
imkanı sağlıyor insanımıza.
Geleceğimiz adına sevindirici bir durum göze çarpıyor,
kütüphanenin salon ve koridorlarında gördüğümüz kişilerin kahir ekseriyetinin
öğrenci ve genç oluşu. Emsallerinin Zafer alanında ve Kültürpark'ta adımladığı
saatlerde bu gençlerimiz, kendilerini kapalı yerdeki kütüphane salonlarına
hapsetmiş. Bu kütüphaneyi şehrimize kazandıran Konya Büyükşehir Belediyesini,
içini kitapla donatan ve işleten Kültür ve Turizm Müdürlüğünü ve buradaki
imkanlardan faydalanan gençlerimizi tebrik ediyorum. Özellikle buradan faydalanan
gençlerimizin sayısının artmasını canı gönülden arzu ediyorum. Allah emeklerini
yağlı etsin, okuduklarıyla yaşamayı, bu ülkeye hizmet etmeyi Allah onlara nasip
etsin.
Her girişimde hayran kaldığım İl Halk Kütüphanesinin
işletilmesi konusunda ve buradan ödünç alınan kitaplar konusunda eleştirilerimi
dile getirmek istiyorum. Girişte bulunan bilgisayardan birinin başına geçerek
aradığım kitabın kütüphanede mevcut olup olmadığını öğrenmek için "Katalog
Tarama" ekranını kullandım. Aradığım kitaptan kütüphanede 9 adet kitap
olduğunu, fakat hepsinin ödünç alındığını, 15 günlük okuma süresini geçtiği
halde teslim edilmediğini gördüm. Teslim edilme süresini 3-5 gün geçmemiş, 2013
yılında teslim edilmesi gereken kitap bile teslim edilmemiş. Hepsinin üzerinden
kaç yıl geçmiş. Bu şekilde ödünç alınıp da teslim edilmeyen ne kadar kitap
vardır? Bunu bilse bilse oradaki görevliler bilir. Katalog taramadan önce
salonlardaki bir görevliden aradığım kitabı sorduğumda bir dokunup bin âh
işitmiştim: "Maalesef aradığınız kitap yok, ne kadar varsa hepsi ödünçte.
Süresi geçmesine rağmen teslim edilmedi. Üye olurken verdiği numarayı arıyoruz,
ya telefon kapatılmış, ya cevap verilmiyor, ya da kem-küm..." dedi. “Üye
olunurken depozite alsanız o gelmeyen kitapların hepsi gelirdi. Niçin böyle bir
yol izlemiyorsunuz?” dedim. "Bakanlık, para alınmasına karşı" dedi. “Para
almıyorsunuz, depozite üyelik kapatılırken geri verilir, raporlayın bu durumu,”
dediğimde "Bakanlık, paranın her türlüsüne karşı" dedi tekrar.
"O zaman gelecek diye bekleyin giden kitapları. Bizim Bakanlık da
okullarda Takviye ve Yetiştirme Kursu açtırır. Bu kurslar da bedava. Çoğu kimse
yazılır; devam etmez, devlet o kadar masraf eder, öğretmen 3-5 kişiye talim
eder" dedim, ayrıldım.
Gelelim ödünç kitapların geri getirilmeyip iç edilişine.
İçinizden "Yeter ki okusunlar, götürüp getirilmesin. Kitap dediğin bedeli
ne kadar, helâli hoş olsun" diyebilirsiniz. Ben sizinle aynı kanaatte
değilim. Mesele geri gelmeyen kitabın bedeli değil, emanet anlayışımızdır,
emanete gösterdiğimiz duyarlılıktır. Bugün üç kuruş bedeli olan kitaba tenezzül
eden, yarın eline fırsat geçerse nelere ihanet etmez. Biz gençlere kitap
okutmadan önce alınan bir emanetin zamanında geri verilmesini öğretmemiz lazım.
Etik ve ahlaki değerlerin onların davranışlarına sirayet etmesi için ne
yapmamız gerekir? Bunun üzerine kafa yormak gerek.
Kültür Bakanlığı veya bir başka bakanlık, yapacakları
hizmeti bedava yapma hastalığından veya iyi niyetinden vazgeçmeli her şeyden
önce. Bedava işin hizmeti olmaz, az veya çok bir bedeli olmalıdır. İlgili
Bakanlık, "Alınsın, okunsun, gerekirse kendisinin olsun, ben ihaleyle
yayınevlerinden yükler dolusu kitap alır, yine gönderirim, asla depozite de
olsa para alınmayacak" diyorsa ben de derim ki: "Siz kimin parasını,
kime ulufe olarak dağıtıyorsunuz, bir defa bulunduğunuz yerde millet adına amme
hizmeti yapıyorsunuz, harcadığınız her bir kuruş kendi cebinizden çıkmıyor, her
bedava hizmet, yol-su-elektrik olarak vatandaşa külfetli olarak geri döner. Bir
defa bulunduğunuz makam da milletin size verdiği bir emanettir, emaneti bu
şekil hoyratça kullanamazsınız. Eğer illaki hizmet diyorsanız o zaman
şehirlerde il halk kütüphanesi açmanıza gerek yok. Kim, hangi kitabı istiyorsa
olmazsa kitabı evine gönderin. Hem bu tipler kütüphaneye kadar gelip yorulmamış
olur. Ayrıca kütüphanede görev yapan onca görevliye maaş ödememiş ve binanın
masrafıyla yüz yüze kalmamış olursunuz.
Siz devlete bakmayın gençler! “İnadım inat,” der, yoluna
devam eder. Siz bari insafa gelin, o okumak ve geri vermek üzere aldığınız
kitapları geri getirin, evinizde durarak o kitaptan bir daha kimse
faydalanamaz, getirin ki bu kitaplardan ödünç almaya gelen niceleri
faydalansın. Evde tutarak o kitabın turşusunu da kuramazsınız... 18.03.2018,
Ramazan Yüce, Konya
* 24/03/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 24/03/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)