6 Şubat 2018 Salı

Futbol ve Siyaset *

Bizde futbol ve siyaset bir tutku dense yeridir. Sezon boyunca yediden yetmişe futbol konuşur; seçim olsun, olmasın siyaset yaparız. Futbolun kulüpleri, siyasetin de partileri olur. Her ikisi de dernekler yasasına tabidir. Olağanüstü bir seçim kararı alınmamışsa dört yılda bir seçimleri olur, başkan ve yönetimini seçer. Her ikisinin de fanatikleri vardır. 

Her hafta oynanan futbol maçına yaz-kış, soğuk-sıcak, gece-gündüz demeden sürekli giden taraftarları vardır. Maça gidemeyen şifreli kanaldan maçı izler. Ardından özetlerine bakar, pozisyonları değerlendirir. Hafta boyunca maçın kritiğini yapar, hakemi eleştirir. Kulüpler etine-buduna, gücüne göre bir hedef belirler. Kimi şampiyonluğu, kimi küme düşmemeyi, kimi de üst sıralarda tutunmayı hedefler. Şampiyonlar ligine veya Avrupa kupalarına katılma yine hedefleri arasındadır. Takım galip gelirse yönetimle taraftar arasında bir uyum olur. Takım sürekli mağlup olur, işler yolunda gitmezse daha statta iken seyirci, "Yönetim istifa!" protestosunu yapar. Başkan ve yönetim, ara dönemde ek transfer yapmak, teknik direktörü değiştirmek gibi yollara başvurur. Gerekirse uygun bir zamanda kulübü olağanüstü kurultaya götürür. Ya yeniden aday olur, ya da kulübü yönetecek aday çıkmasını ister. Seçilirse güven tazelemiş, kaybederse kulübe taze bir kan, yeni bir soluk gelmiş olur. Türkiye'nin ezeli kulüplerinden biri dışında kulüplerin çoğunda başkan ve yönetim başarısızlık gibi nedenlerle genelde değişir.

Takımların bağlı bulunduğu yasalara göre yönetilen siyasi partilerde ise başarılı olsun veya olmasın, istersen girdiği tüm seçimleri kaybetsin kolay kolay genel başkan değişmez. Olağan veya olağanüstü ne kadar kurultay yapılırsa yapılsın, durum aynıdır. Başkana sınırsız yetki veren bu siyasi partiler yasası olduğu, delege sistemi değişmediği, başarısızlık sonucunda olması gereken istifa mekanizması olmadığı müddetçe dünya bir araya gelse başkan değiştirilemez. Kiminde aday çıkmaz/çıkarılmaz, kiminde çıkarsa da kazanamaz. Ancak konu mankeni olur. Sonuç, mevcut genel başkan yoluna devam eder. Başkan delegesinden, delege ise başkanından memnundur. Kime ne? Çekemeyen hasetçiler çatlasın! Öyle değil mi diyebilirsiniz. Ne diyelim? Allah sevgilerini ve memnuniyetlerini artırsın.

Futbol kulüpleri ile siyasi partilerin kıyaslanması bile abestir. Çünkü futbol izleyenlere seyir zevki veren bir spordur, olsa da olur olmasa da. Hayatın vazgeçilmezi değildir. Geçmişte amatörce oynanan bu futbol, şimdilerde profesyonel bir şekilde yapılmakta ve büyük paralar dönmekte. Siyaset ve siyasi partiler ise demokrasinin ve ülke yönetiminin vazgeçilmezidir. Olmazsa olmazımızdır. Ama nedense spor kulüplerindeki başarıya endeksli başkan ve yönetim değişimi, siyasi partilerde ara ki bulasın. Halbuki siyaset bir vitrin işidir, kendini ve zihniyetini pazarlama sanatıdır. İktidar olmak için yapılır. Kaç tane seçime girdiği halde koltuğu bırakmayan ve her defasında yüksek oyla seçilen genel başkanları görünce akıl havsalam almıyor. Seçen delege ne diye seçiyor? Başarısını bir türlü kaç seçim gösteremeyen genel başkan niye aday olur? Haydi koltuk kişiye itibar kazandırır, insan kolay kolay bırakamaz diyelim. Çoluğu-çocuğu, eşi-dostu “Zorla güzellik olmuyor, bu kadar başarısızlık yeter artık! El âlemin yüzüne bakamaz olduk” da mı demiyor.

Unutmayalım ki bu ülkenin iktidarı ne kadar önemliyse ana muhalefeti ve muhalefeti de bir o kadar önemlidir. İktidar olan parti, muhalefetin nefesini arkasında hissetmeli. Muhalefet ise iktidarın hatalarına yapıcı muhalefet yaparak kendisini iktidar adayı olarak pazarlamayı bilmeli. Eğer bu iş böyle yapılmayacaksa bu ülke, “Yenilen pehlivan güreşe doymaz” misali iktidar-muhalefet hiç değişmeden yoluna devam eder. Benden söylemesi. Ki benim için hava hoş! 06/02/2018, Ramazan Yüce, Konya

* 14/02/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

5 Şubat 2018 Pazartesi

Şehitlerimiz üzerine *

Her ülkede yaşamanın ve nefes almanın bir bedeli vardır. Kimi dertsiz bir keyif sürerken kimi de dertten kurtulmaz. Bizim ülkemizde yaşamanın birçok ülkeye göre bedeli hem zor, hem ağırdır. Bedeli, bedenimizi ve canımızı ortaya koymaktır. Nasıl bir ülkede yaşıyorsak kan, gözyaşı, şehit ve gazi olmak eksik değil bizde.

Büyük bir devlet ve cihana hükmederken bizi yıkmak suretiyle bizi küçücük bir toprak parçasında yaşamaya mecbur edenlerin bu ülkedeki kötü emelleri hiç bitmedi. Daha doğrusu bize galip gelenler, bizi bize bırakmıyorlar. Bizden devşirdikleriyle bizimle olan savaşlarını kancık yöntemlerle devam ettiriyorlar. Biliyorlar ki bizi bize bırakırlarsa geriyi emniyete alıp gücümüzü birleştireceğiz ve kendilerine yöneleceğiz. O yüzden köpeklerini bir türlü üzerimizden çekmiyorlar. Tüm dertleri, belimizi doğrultmadan bu ülkede birden fazla devlet çıkartıp bölebilirlerse rahat uyuyacaklar. Ne kadar oyalarlar, gücümüzü zayıflatırlarsa kardır onlar için.

Mertçe karşımıza çıkamayanlar, terörle yok etmeye çalışıyor bizi. O yüzden bizim savaşımız; düşmanı açık olmayan, pusu kurarak vur-kaç taktiği uygulayan kişilerledir. Bu savaşımızda karşımıza çıkanlarda savaş kuralları, ahlaki ve etik değerler yok maalesef. Önce Doğu ve Güneydoğu’yu yaşanmaz kıldılar; askere, polise, yöre insanına hayatı zindan ettiler. Hendek, barikat derken Türkiye’nin birçok yerinde canlı bombalarla masum insanların canını aldılar. Tek amaçları vardı; ülkeyi iç savaşa sürüklemek, Türkiye’yi içine kapatmak, ekonomiyi felç etmek, Türk’ü Kürt’e, Kürt’ü Türk’e karşı düşman etmek… Baktılar ki başarılı olamayacaklar? Başka bir kukla ve ihanet şebekesiyle 15 Temmuz’da son vuruşu yapmayı denediler. Bunu da beceremediler. Aslında yapılan bu terör ve darbe teşebbüslerinin arkasında, terör örgütünün sınırımız boyunca iyice yerleşmesini ve konuşlanmasını sağlamak. İçeride başarılı olamadılar, şimdi dışarıdan tehdit olacaklar. Bunda da başarılı oldular maalesef. Nasılsa arkalarında koskoca bize dost görünen, bizimle stratejik ortak olduğunu söyleyen -ne demekse- ABD ve bazı Batı ülkeleri var. Biri, ancak bir devlette olması gereken savaş uçağı dışındaki her türlü silahı, füzeyi, uçaksavar vb savaş aletlerini veriyor; bir diğeri, paramızla aldığımız tankların modernizasyon anlaşmasını askıya alıyor. Tüm engellemelere rağmen toparlanan Türkiye, önce Fırat-Kalkan Harekâtını başlattı, şimdi de Zeytin Dalı Harekâtıyla Afrin’deki terör yuvasının inine girmek ve belini kırmak için mücadele ediyor.

İki haftayı geçen operasyonda birbiri ardına şehitler veriyoruz. Sınır illerimize füzeler atılıyor. Atılan her bir füze, şehit olan her bir can, yüreğimizi dağlıyor; içimizi paralıyor, yürek yakıyor. Kimi yeni evlenmiş, kimi nişanlı, kiminin yeni çocuğu olmuş. Her biri bedenini ortaya koyuyor. Niçin? Biz bu ülkede daha rahat edelim, huzurlu yaşayalım, bu ülkeyi üç-beş çapulcuya bırakmayalım diye kendi bedenlerini ortaya koydular. Şehit oldular, daha da olmaya devam edecekler “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” diyerek…

Dedik ya bu ülkede yaşamanın bedeli ağır diye. Askerimiz can siperane bir şekilde terörle mücadele ederken harekât başlar başlamaz üç bin kişi de “Savaşa gitmek istiyoruz” diye askerlik şubelerine müracaat etmiş. Belki bu ülkenin taşı-toprağı altın değil, belki enerjisi yok, belki zengin değil. Ama uğruna canını ortaya koyacak ve gözünü kırpmadan şehit olacak insanlarımız var, “Şüheda fışkıran” toprağımız var. Her bir köşemizde bir şehidimizin anısı var. Belki mekanlarını değiştirdiler ama “Onlar ölü değildir, bilakis diridirler.” Hep gönlümüzde yaşayacak ve biz onları minnetle anacağız hep. Allah onlardan razı olsun, mekanları cennet olsun. Vatanımız uğruna bedenini, canını ortaya koyan ve koymak isteyenlerin sayısını artırsın. Artırsın ki bizi birbirimize kenetlesin ve biz bu memleketin kıymetini bilelim. 05/02/2018, Ramazan Yüce

* 07/02/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

4 Şubat 2018 Pazar

"Baba ben milletvekili olacağım" ***

-Yavrum! 16 yaşına geldin, şurada lisenin bitmesine ne kaldı? Doğru dürüst kendini derslerine vermiyorsun? Sen, hep dijital oyunlarla vakit geçiriyorsun. Görüyorum ki sen hala sorumluluğunu üstlenemedin. Sen bu temponla üniversitede iyi bir bölüm kazanacağına inanıyor musun?
-Elimden geleni yapıyorum baba. Kendimi daha fazla zorlayamam. Günde birkaç saat bilgisayar oyunu oynuyorum, tüm arkadaşlarım oynuyor. Ben oynamayayım mı? Çocukluğumu yaşamayayım mı?
-Çocukluğunu yaşa yaşamaya. Ama derslerini de ihmal etme. Benim senden istediğim gönlümden geçen iyi bir bölüm değil. Unutma ki kazandığın bölümü değil, ben senin çabanı takdir edeceğim. Önce bir hedef koymalısın kendine.
-Hedefim var benim baba!
-Neymiş hedefin? Bir de ben duyayım.
-Milletvekili olmayı düşünüyorum. Hem kendimi hem de sizi kurtarmış olurum.
-Bu yaşta…Güldürme beni!
-Gülmeni gerektiren bir durum yok. Sen bana hedef koy demedin mi. Al sana hedef.
-Oğlum 16 yaşındasın daha. Milletvekili olmak demek, sorumluluğunu üstlenmen demektir. Haydi bundan geçtim, para demektir. Seçim çalışması yapman için parayı nereden bulacaksın?
-Ne varmış yaşımda? Anayasa referandumuyla birlikte 18 yaşını dolduran vekil olabiliyor. Kalmadan bitirebilirsem lise biter bitmez,  vekilliğe adaylığımı koyacağım. Üstelik sorumluluğumun da farkındayım.
-Oğlum! Adamın canını sıkıma! Ne sorumluluğundan bahsediyorsun? Daha sen doğru dürüst ekmek almaya bile gitmiyorsun, gelen misafire izzet-ikram yapmıyorsun. Üstelik misafir gelince fellik fellik kendine yer arıyor, odandan dışarı çıkmıyorsun.
-Böyle deyip de moralimi bozma. Hedef dedin ben hedefimi koydum, saygı duymanı istiyorum. Sonra oğlun vekil olacak, sevinmelisin buna.
-Oğlum macera ve serüvene kapılma. Sen vekil olmayı kolay mı sanıyorsun? Bu evde macera istemiyorum. Hele hayal hiç!
-Denemekten zarar gelmez baba! Sen demiyor muydun inanmak başarmanın yarısı diye. Bu işler, hayalle başlar…
-Oğlum! Beni el aleme, eşe-dosta rezil etme. Böyle havada uçma, ben senin çok para kazanmanı, şöhret olmanı değil, elinin ekmeğini yiyeceğin bir işin, bir mesleğin olsun istiyorum.
-Eve çok paranın girmesi, oğlunun itibar sahibi olması fena mı? Kendin olamamışsın, bari bana engel olma!
-Oğlum, her şeyden geçtim. Vekil aday adaylığı için müracaat parasını nereden bulacaksın? Daha harçlığını benden alıyorsun.
-Sen bana vekillik müracaat paramı ver, propaganda için de biraz para ayır, şansımı deneyeyim. Bu işler denemeyince olmuyor biliyorsun.
-Oğlum! 18 yaşında vekilliğe müracaat edince el, adama ne der? Ayıplamaz mı bizi.
-Niye ayıplayacak baba! Devlet 18 yaşını dolduran vatandaşlara önce seçme, şimdi de seçilme hakkı verdi. Bu şans bir daha elime geçmez. Benim için bir fırsat bu.
-İyi de milyonlarca 18 yaşını dolduran gençler arasında nasıl vekil seçileceksin? Bizim etimiz ne, budumuz ne?
-Baba! Tüm siyasi partiler aday belirlerken nasılsa en genç vekil adayı bizde diye caka satmayacak mı? Bu ne demek? Hepsi az da olsa 18’ini yeni bitirmiş kişilerden aday gösterecek. Bu şans niye bana gülmesin. Sonra olan anasının karnında mı vekil oluyor? Oturduğum yerden bana vekillik vereceklerini mi sanıyorsun? Bunun için “Ya çıkarsa” demek gerekmiyor mu? Senin hesabına göre bu işlere çok kişi müracaat edecek, bize çıkmaz, diyorsun. Bu milletin büyük bir çoğunluğu para verip piyango bileti almıyor mu? Yine toto ve loto adı verilen şans oyunlarına bel bağlamıyor mu? Sanki bu şans oyunları her oynayana çıkıyor mu? Herkes “Ya çıkarsa” deyip oynuyor, sonunda birkaç kişi gülüyor. Ben de şansımı deneyip “Ya çıkarsa” deyip vekillik düşünüyorum. Lütfen önümü kesme. İşin başında da moralimi bozma.
-Üniversite ne olacak? Okumayacak mısın? Ya askerliğin?
-Hepsini yapacağım. Vekil olduktan sonra hedeflerimde hem üniversite okumak var, hem de askere gitmek.
-Nasıl olacak bu?
-Nasıl, nasıl olacak? Sen Meclisi okul gibi ya da devlet memuru gibi günlük yoklama yapılan yer mi sanıyorsun? Vekil seçildikten sonra kazandığım okula arada bir giderim, önemli oylamalarda liderimin talimatıyla Meclisteki yerimi alır, liderim nereye diyorsa ona göre parmak kaldırır, sonra işime bakarım. Askerlik için de bedellilik düşünüyorum. Bunun için Meclise vereceğim ilk önerge, “Askerliğini yapmamış vekiller, askerlik yükümlülüğünü hiç askere gitmeden bedelli olarak yapar. Bedeli de Meclisin bütçesinden karşılanır.” şeklinde olacaktır.
-Git oğlum! Senin aklın bir karış havada. Ortada fol yok, yumurta yok, sen daha şimdiden uçuyor, Meclise önerge bile veriyorsun. Ayakların yere bassın artık. Sen daha lisede okuyan, liseyi bitirememiş bir çocuksun.
-Bana niye kızıyorsun ki? Bana kızacağına bana seçilme hakkını verenlere bir şey söyle o zaman. Onlar bunu çıkarmışsa demek ki bana güveniyorlar, mutlaka bir bildikleri vardır.
-Git ne halin varsa gör. Ama bu işler senin hayal ettiğin gibi olmaz. Kendini şimdiden darı ambarında görmesen iyi olur. Yoksa hayat çekilmez olur.
-Senin oğlunum, ama gördüğüm kadarıyla benim hayallerimle başa çıkamıyorsun. Unutma ki benim hayallerimin ulaştığı yere senin gerçekliğin asla ulaşamaz. Oğluna, haydi oğlum diye moral vereceğine şimdiden demoralize ediyorsun. Vekil olursam hatırlatırım bunları sana.
-Şimdiden hayırlı olsun o zaman, ne diyeyim? 04/02/2018, Ramazan Yüce, Konya

*** 04/02/2018 günü haberladik'te yayımlanmıştır.