Ana içeriğe atla

Şehitlerimiz üzerine *

Her ülkede yaşamanın ve nefes almanın bir bedeli vardır. Kimi dertsiz bir keyif sürerken kimi de dertten kurtulmaz. Bizim ülkemizde yaşamanın birçok ülkeye göre bedeli hem zor, hem ağırdır. Bedeli, bedenimizi ve canımızı ortaya koymaktır. Nasıl bir ülkede yaşıyorsak kan, gözyaşı, şehit ve gazi olmak eksik değil bizde.

Büyük bir devlet ve cihana hükmederken bizi yıkmak suretiyle bizi küçücük bir toprak parçasında yaşamaya mecbur edenlerin bu ülkedeki kötü emelleri hiç bitmedi. Daha doğrusu bize galip gelenler, bizi bize bırakmıyorlar. Bizden devşirdikleriyle bizimle olan savaşlarını kancık yöntemlerle devam ettiriyorlar. Biliyorlar ki bizi bize bırakırlarsa geriyi emniyete alıp gücümüzü birleştireceğiz ve kendilerine yöneleceğiz. O yüzden köpeklerini bir türlü üzerimizden çekmiyorlar. Tüm dertleri, belimizi doğrultmadan bu ülkede birden fazla devlet çıkartıp bölebilirlerse rahat uyuyacaklar. Ne kadar oyalarlar, gücümüzü zayıflatırlarsa kardır onlar için.

Mertçe karşımıza çıkamayanlar, terörle yok etmeye çalışıyor bizi. O yüzden bizim savaşımız; düşmanı açık olmayan, pusu kurarak vur-kaç taktiği uygulayan kişilerledir. Bu savaşımızda karşımıza çıkanlarda savaş kuralları, ahlaki ve etik değerler yok maalesef. Önce Doğu ve Güneydoğu’yu yaşanmaz kıldılar; askere, polise, yöre insanına hayatı zindan ettiler. Hendek, barikat derken Türkiye’nin birçok yerinde canlı bombalarla masum insanların canını aldılar. Tek amaçları vardı; ülkeyi iç savaşa sürüklemek, Türkiye’yi içine kapatmak, ekonomiyi felç etmek, Türk’ü Kürt’e, Kürt’ü Türk’e karşı düşman etmek… Baktılar ki başarılı olamayacaklar? Başka bir kukla ve ihanet şebekesiyle 15 Temmuz’da son vuruşu yapmayı denediler. Bunu da beceremediler. Aslında yapılan bu terör ve darbe teşebbüslerinin arkasında, terör örgütünün sınırımız boyunca iyice yerleşmesini ve konuşlanmasını sağlamak. İçeride başarılı olamadılar, şimdi dışarıdan tehdit olacaklar. Bunda da başarılı oldular maalesef. Nasılsa arkalarında koskoca bize dost görünen, bizimle stratejik ortak olduğunu söyleyen -ne demekse- ABD ve bazı Batı ülkeleri var. Biri, ancak bir devlette olması gereken savaş uçağı dışındaki her türlü silahı, füzeyi, uçaksavar vb savaş aletlerini veriyor; bir diğeri, paramızla aldığımız tankların modernizasyon anlaşmasını askıya alıyor. Tüm engellemelere rağmen toparlanan Türkiye, önce Fırat-Kalkan Harekâtını başlattı, şimdi de Zeytin Dalı Harekâtıyla Afrin’deki terör yuvasının inine girmek ve belini kırmak için mücadele ediyor.

İki haftayı geçen operasyonda birbiri ardına şehitler veriyoruz. Sınır illerimize füzeler atılıyor. Atılan her bir füze, şehit olan her bir can, yüreğimizi dağlıyor; içimizi paralıyor, yürek yakıyor. Kimi yeni evlenmiş, kimi nişanlı, kiminin yeni çocuğu olmuş. Her biri bedenini ortaya koyuyor. Niçin? Biz bu ülkede daha rahat edelim, huzurlu yaşayalım, bu ülkeyi üç-beş çapulcuya bırakmayalım diye kendi bedenlerini ortaya koydular. Şehit oldular, daha da olmaya devam edecekler “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” diyerek…

Dedik ya bu ülkede yaşamanın bedeli ağır diye. Askerimiz can siperane bir şekilde terörle mücadele ederken harekât başlar başlamaz üç bin kişi de “Savaşa gitmek istiyoruz” diye askerlik şubelerine müracaat etmiş. Belki bu ülkenin taşı-toprağı altın değil, belki enerjisi yok, belki zengin değil. Ama uğruna canını ortaya koyacak ve gözünü kırpmadan şehit olacak insanlarımız var, “Şüheda fışkıran” toprağımız var. Her bir köşemizde bir şehidimizin anısı var. Belki mekanlarını değiştirdiler ama “Onlar ölü değildir, bilakis diridirler.” Hep gönlümüzde yaşayacak ve biz onları minnetle anacağız hep. Allah onlardan razı olsun, mekanları cennet olsun. Vatanımız uğruna bedenini, canını ortaya koyan ve koymak isteyenlerin sayısını artırsın. Artırsın ki bizi birbirimize kenetlesin ve biz bu memleketin kıymetini bilelim. 05/02/2018, Ramazan Yüce



* 07/02/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde