21 Ocak 2018 Pazar

Nereli olduğumu yazmayan hüviyeti ne yapayım ben? *

Devlet eski nüfus cüzdanlarını değiştirme kararı verdi. Bundan sonra her on yılda bir değişecekmiş. Herkesin kimliği değişeceğine göre devlet kimlik değişimini uzun bir zamana yaydı. Fırsatını bulan vatandaş ileride yığılma olmasın diye şimdiden kimliğini değiştirmeye başladı.

Yeni kimlik değiştirmek için nüfus müdürlükleri randevulu çalışıyor, randevu almayan ise aynı gün içerisinde kimliğini değiştirebilmek için biraz beklemek zorunda. Müdürlükler bir adet biyometrik fotoğraf, eski nüfus cüzdanı ve beher değişim için 18,50 TL ücret istiyor.

Nüfus müdürlükleri akşam 19.00’a kadar mesai yapıyor. Randevulu çalıştığı için aşırı bir yığılma yok. Sırası gelen görevlinin yanına varınca sağ ve sol el orta parmaklarının izini veriyor, avuç ayasının izi alınıyor, imzalar atılıyor, fotoğraf sistemde taranıyor, ödemeyi yapıp ayrılıyor. Kimlik ise daha sonradan PTT vasıtasıyla ikametgah adresine gönderiliyor. Gördüğüm kadarıyla sistem oturmuş durumda.

Yeni kimlikle ilgili iş ve işlemler bittikten sonra kimliklerimizin evimize teslim edilmesini beklemeye koyulduk. Vermiş olduğumuz iletişim telefonuma dağıtım yeri olan PTT'den tamı tamına 12 mesaj geldi. "Kimliğiniz tarafımıza teslim edilmiştir, süresi içinde tarafınıza teslim edilecektir...kimlikleriniz dağıtıcıya verilmiştir. Süresi içinde teslimatı yapılacaktır. Aynı adrese bir tanemizin kimliği geldi önce, diğerleri ise 5-6 gün sonra. Teslimat yapıldıktan sonra "Kimliğinizin teslimatı yapılmıştır" mesajları geldi tekrar. Anlayacağınız aynı telefona aynı evden 3 kimliğe 12 mesaj gelse de, kimlikler aynı adrese iki farklı aşamada teslim edilse de organizasyon mükemmeldi. Hepsi aynı anda teslim edilseydi devlet daha az masraf ederdi. Demek ki nüfus ile PTT bu şekilde anlaşmış olmalı.

Zarfın içerisine özenle konarak ağzı yapıştırılmış kimliğimizi görmek için heyecanla zarfı açtım. Kimliğin ebatı malum. Görmüştüm daha önce. Fotoğraftaki beni tanıyamadım. Döndüm bir daha baktım. Bir adam tanınmasın diye hafif değişiklik yapılır ya, işte öyle bir fotoğraftı. Benim verdiğim renkli biyometrik fotoğraf nedense siyah-beyaza dönüştürülmüş, tanıyana aşk olsun. Halbuki özellikle istenen biyometrik fotoğrafta amaç, yüz hatlarını hiç gizlemeden göstermesiydi. Fotoğrafın renklisi tıpatıp kişinin kendisi iken hangi akla hizmet olarak siyah beyaza dönüştürüldü anlamak zor. Bu fotoğrafla merkezi bir sınava girsem görevlilere kendimi ispatlamak için bir fırın ekmek yemem lazım. Kuvvetle muhtemel ya sınava almazlar, ya da tutanak tutarlar.

Kimliğin önüne arkasına baktım. Fazla bir detaya yer verilmemiş. Bilgileri azaltmışlar. Hepsine eyvallah da doğum yerime ve memleketime yer vermemişler. Olacak şey değil. Kişinin nereli olduğuna yer verilmez mi? Biz yeni görüştüğümüz birine ilk önce ‘Nerelisin’ diye memleketini sorarız. Elimize birinin kimliği geçerse ilk işimiz memleketi kısmı dikkatimizi çeker. Kişiyle oradan bir tanış olmaya, tanıdığımızı sormaya başlardık. Herkes Türkiyeli bu kimliklere göre. Bence en önemli ayrıntı atlanmış yeni kimliklerde. Memlekete yer vermeyen kimliği ben ne yapayım?

Bu yeni kimliğin mucidi kim, eseriyle gurur duyuyor mu, bu kimlikleri kabul eden heyet veya kişiler yaptıklarını beğendiler mi öğrenmek isterim. Hele fotoğrafı tarayan nüfus memuru, fotoğrafı yerleştirmek için kestiği kafanın yarısından “İşte bu benim eserim” diye övünüyor mu? Bunu da öğrenmek isterim. 21/01/2018 Ramazan YÜCE, Konya



* 17/02/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Diplomaside dobralık

Yanı başımızdaki Ortadoğu'da bir oyun oynanıyor. Hem de nasıl oyun. Oyun içerisinde oyun var üstelik. Oynanan oyunun içerisinde biz de varız. Bazen tam içindeyiz, bazen teğet geçiyor, bazen içine çekilmeye, bazen de dışarıda tutulmaya çalışılıyoruz. Kâh içeride terör olarak karşımıza çıkıyor, kâh mültecileri barındırmaya devam ediyoruz. Sürekli teyakkuz halindeyiz ve diken üstündeyiz. Allah kimseyi bu coğrafyada altından kalkamayacağı böyle yükler vermesin. Oynanan bu kanlı oyunun ne zaman biteceği, daha ne kadar bedeller ödeneceği de belli değil.

Akıl, feraset, basiret olmazsa bir toplumda başkasının, dış güçlerin oyuncağı olur ve dünyanın maskarası olur. Ortadoğu bu hali yaşıyor. 

Allah, gönderdiği peygamberlerin çoğunu bu bölgeye göndermiş. Belki doğru yolu bulurlar, kendilerine gelirler, akıllarını başlarına alırlar, başkalarının oyuncağı olmazlar diye peygamber üstüne peygamber göndermiş. Her bir peygamber tebliğ görevini yaparak bayrağı sonraki bir peygambere devretmiş. Gelen son peygamber de kendi bölgelerinden seçilmiştir. Didinmiştir Hz Muhammed yola gelsinler diye. "Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, bölük-pörçük olmayın. Hani siz birbirinize düşmandınız da Allah kalbinize ülfet verdi ve kardeşler olmuştunuz." diyerek nasıl olmaları gerektiğini anlatmıştı onlara. Sanki "Sizi ileride büyük tehlikeler bekliyor, kenetlenirseniz, bir ve beraber olursanız aranıza düşman girmez, sizi esir alamaz, onların oyuncağı olmazsınız" demek istemiş. Zira "Yaşadığınız coğrafyada tutunmanızın, şahsiyetli yaşamanızın başka seçeneği yok." Çünkü "Babası için yaptığı dua dışında sizin için örnek olan İbrahim peygamberin 'Bu bölgenin insanını rızıklandır' diye dua etmesiyle ben bu bölgeye, diğer bölgelere nazaran nimet üzerine nimet vereceğim. Siz bundan bol bol faydalanacaksınız. Eğer parçalanırsanız, sizdeki nimetleri almak için akbabalar gibi saldıranlar çıkacak. Aman ha dikkat!" diye uyarmak istemiş.
Çoğu hidayete ermiş ama bu hidayetleri uzun ömürlü olmamış. Çünkü uluslararası güçlerin 'Parçala, böl, yönet" parolasına teşne olmuşlar.

İşte bu coğrafya azap üzerine azap yaşıyor. Bedel ödüyor. Yol geçen hanı gibi. Gelen vuruyor, giden vuruyor. Ortadoğu bu oyunu, bu sömürü düzenini anlamasa ve gereğini yapmazsa başı beladan kurtulmayacak.

Evet, bu bölgede bir savaş oyunu olarak da bilinen bir satranç oynanıyor. Oyunun içinde Rusya ve ABD oyun kurucu olarak şah ve vezirleri temsil ediyor. Kendi kskrleri emniyet altında. Zira davalı kendi ülkelerimden çok uzakta yapıyorlar. Yaptıkları savaş bir çıkar savaşıdır. İkisinin de burnu kanamıyor. Çünkü oyunu kurallarına göre oynuyorlar. Önlerindeki piyonları sayesinde vekalet savaşı veriyorlar. Piyon bulmada hiç zorlanmıyorlar. Hepsi İslam dünyasının neferleri.

İşte Türkiye, bu oyunda var olmak istiyor, oyun dışı kalmak istemiyorsa oynanmakta olan satrancı iyi oynaması gerekir. Yapacağı her bir hamleyi ne getirir, ne götürür diyerek düşünerek oynamalıdır. Fevri hareket etmemelidir. Mat olmamak ve mat etmek için rakiplerinin hamlelerini bertaraf ederek saldırıya geçecek her yolu, uzun soluklu düşünmelidir. Çünkü satranç bir düşünme oyunudur. Bin düşünüp bir adım atmalıdır. Bu savaş ve oyunda dobralık ile yaramaz. Çünkü satranç oyunu sessizlik oyunudur, dişler gösterilmez. Rakibi hiç ummadığı yerden vurmaktır, rakibini gafil avlamaktır. 21.01.2018 Ramazan Yüce, Konya

20 Ocak 2018 Cumartesi

Gelin Hep Beraber Bu Tarikatın Müntesibi Olalım!

Cemaat ve tarikatlar alanı, netameli bir alandır. Yumuşak karnımızdır bizim. Konuyu ele almak bile riski beraberinde taşır. Sevsek de, sevmesek de tarikat ve cemaatler bu ülkenin ve İslam dünyasının bir realitesidir. Bu tür oluşumlar olumlu ya da olumsuz bir ihtiyacı deruhte ediyorlar. Tasvip edilecek ve edilemeyecek yönleri var. Kimi bu alanı olmazsa olmaz bir alan olarak görür ve “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” der, kimi de ‘Bu tür oluşumlar zararlıdır, tümüyle yok edilmelidir’ düşüncesine sahip.

İçinizden biri, “Ben bir tarikata girmek, nefsimi terbiye etmek, dinimi-diyanetimi yaşamak istiyorum, ama bu oluşum; uçup kaçmayacak/uçurup kaçırmayacak, ayakları yere basan, aklı kiraya vermeyen, vardır bir hikmeti dedirten bir oluşum olmayacak, işte ben böyle bir yer arıyorum…” derse 16.yüzyılda yaşamış alim bir zat olan İmam Birgivi’nin yazmış olduğu ‘Tarikat-ı Muhammediye’ isimli kitabından tarikatın ne olduğunu, ne olması gerektiğini anlatan bir alıntıyı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. ALI KÖSE paylaşmış. Faydalı olacağına inanıyorum:

“Bizim bir mürşidimiz var. Ama bizim mürşidimiz -diğer mürşitler gibi-
·         Olağanüstü özelliklere sahip değil. Tıpkı bizim gibi bir beşer. (18/110, 25/)
·         Bizim gibi yemek yer, bizim gibi çarşı pazar dolaşır. (25/7)
·         Gaybı bilmez. (6/50)
·         İnsanların kalbini okuyamaz. (9/101, 63/4)
·         Ahirette bize torpil yapamaz. Bizi azap meleklerinin elinden kurtaramaz. (7/188, 72/21-23) Hatta ahirette bize ve kendisine ne yapılacağını bile bilmez. (46/9)
·         Ölülere işittiremez, kabirdekilerle sohbet edemez. (30/92, 35/22) Eceli gelince ölümünü erteleyemez. (39/30) Yani Azrail’i geri gönderemez. Kimseyi çarpamaz. (72/21)
·         Allah’ın dilemesi dışında bize de kendisine de bir fayda sağlayamaz. (7/188) Değil bize geleni, kendisine gelen zararı bile savamaz. (72/21)
·         Havada uçamaz, denizde yürüyemez, aynı anda birkaç yerde görünemez, ölüleri diriltemez. Bizim mürşidimizin böyle mucizeleri ve kerametleri yoktur. (17/59, 29/50-51)
·         Silsilesi, İsa, Musa, İbrahim AS gibi Nebilerden Adem’e (as) kadar uzanır ama Allah’tan başka -gavs, kutub vs gibi- sığınacağı kimsesi yoktur. (72/22) Darda kalınca da normalde de yalnızca Allahtan yardım ister. (1/3, 72/20) Çünkü başka yardım isteyecek kimsesi yoktur.
·         Üstelik -diğer mürşitler gibi- günahsız değildir. Öyle ya da böyle bazı günahları olmuş ve bunlar için Allah’tan af dilenmiştir. (40/55, 47/19) Bu günahlarının affedilmesi için –araya koyabileceği– kimsesi de yoktur. Bu yüzden direkt ve yalnızca Allah’tan af dilenmiştir. (41/6) Yani bizim mürşidimiz diğerleri gibi değil. Oldukça mütevazidir(25/63).
·         Bize efendilik taslamaz. O, bizim sıkıntıya düşmemizi istemez. Bize karşı çok merhametli ve yumuşak huyludur. (3/159, 9/128)
·         Her sorunumuzu O’na götürebiliriz. Erkek veya kadın dileyen herkes Onunla görüşebilir. Ve hatta tartışabilir bile…(58/1, 12)
·         O, –Allah’ın hüküm koymadığı hususlarda– arkadaşlarıyla istişare eder ve de çoğunluğun kararına uyar. (3/159) Yani ‘Benim dediğimi yapmak zorundasınız’ demez. O’nun ‘Gassalin önündeki meyyit gibi ona teslim olacaksınız’ diye telkinlerde bulunan müritleri de yoktur.
·         Konuşmaları kapalı ve gizemli değildir. Herkesin anlayabileceği şekilde ve apaçıktır. (29/50, 67/26)
·         Arkadaşlarını evinde ağırlar. (33/53) Onlara ikramda bulunur. Rahatsız olduğu halde, ikramdan sonra koyu sohbete dalarak gereğinden fazla kalan arkadaşlarını ikaz edemeyecek kadar naiftir. Misafirlerine ‘efendi hazretleri artık istirahata çekilecek, buyurun’ diyerek kapıyı gösterecek ‘adamları’ da yoktur. Dolayısıyla bizler de bu olanları –o akşam mübarek evlerinde şöyle şöyle haller zuhur etti diyerek anlatan müritlerinden değil– Allah’tan öğreniriz. (33/53)
·         İşte bizim mürşidimiz böyle bir beşerdir. O’nun türlü türlü mucizeleri yoktur(17/53, 29/50). Ama O’nun öyle bir Kitabı vardır ki, o Kitabı; Onu âlemlere rahmet yapmıştır. (21/107) Kuran O’nun yegane ve en büyük mucizesidir. (29/50, 51;17/59) Mürşidimiz Muhammed AS’ da bu Kur’an’ı bize getiren Elçidir; Allah’ın kulu (17/1, 25/1) ve Nebi-Resul Muhammed. (23/40)
O, Kuranı Allah’tan alıp bize tebliğ edendir. (5/92, 24/54) Bizi Kuran ile uyaran, (6/19) Kuran ile hüküm veren, (4/105) aramızdaki ihtilafları Kuran ile çözen, (16/64) ve insanlığı Kuran ile karanlıklardan aydınlığa çıkarandır. (14/2)
      O, –başka bir şeye değil– yalnızca Kur’an’a uydu. (6/50, 7/203) Çünkü O, Kur’an’dan başka bir Kitap bilmiyordu. (42/52) O’nun bütün bilgi (ders) kaynağı Kur’an’dı. (6/105) O, bize öğrettiği her şeyi Kur’an ile öğretti. (2/151) Bize ders/vird/zikir olarak sadece Kuranı öğütledi. Çünkü kendisi için de bizim için de yegâne öğüt/zikir –ahirette hepimizin hesaba çekileceği tek kitap olan– Kurandı; Sen, sana vahyedilen (Kur’an’a) sımsıkı sarıl. Çünkü sen doğru yol (sırat-ı müstakim) üzerindesin. Ve şüphesiz ki o (sana vahyedilen Kur'an) hem senin için hem de kavmin için bir öğüttür. Ve hepiniz ileride ondan sorumlu tutulacaksınız. (Zuhruf 43, 44) İşte Rabbimizin ‘sırat-ı mustakim’ dediği ‘Tarikat-ı Muhammediye’ budur...“ (İmam Birgivi'nin Tarikat-ı Muhammediye adlı eserinden) 20/01/2018 Ramazan YÜCE, Konya