6 Ocak 2018 Cumartesi

İki dostun arasına kara kediler girince

Aynı davaya gönül vermiş kişiler bir araya gelerek kendi aralarında görev taksimi yapar. Birlikte çalışarak birikimlerini ortaya koyar, iyi bir sinerji meydana getirirler. Birbirlerinin eksikliklerini tamamlamak suretiyle her türlü tehlike ve risklere göğüs gerer, aralarında çıkan anlaşmazlıkları ise istişare ile çözerler.

Çevreye verdikleri uyum ve akabinde gelen başarı ve birbirine karşı yaptıkları diğerkâmlık dostları sevindirirken, rakiplerine ise, "Bu nasıl birliktelik böyle dedirtir.

Dava büyür, üzerlerine sorumluluk daha fazla biner. Rakipleri, bunların arası ne zaman açılacak diye el-avuç ovuşturur durur.

Bir zaman gelir ki bu birlikte çalışan, çalıştıkça başarıdan başarıya koşan dostların arasında ufak-tefek sorunlar ortaya çıkmaya başlar. Dışarıya pek belli etmeseler de aralarında bir sorunun olduğu sezilir. Dedikodu alır başını gider. Böyle durumlarda dostlar önceleri gibi bir araya gelip aralarındaki sorunu masaya yatırmazlarsa iş kırgınlık ve alınganlığa kadar gider. Birbirinin her hareketinden nem kapmaya başlarlar.

Belli ki, aralarında fikir ayrılığı yok, metotta farklılıkları var veya birbirlerinden bekledikleri beklentileri var, karşılanmamıştır. Bu durumda alınganlık had safhaya ulaşır. Aynı davanın erleri olsalar da yolları ayrılır. Bu durumda susup zamanın en iyi ilaç olacağını bekleyecekleri yerde birbirlerine karşı mesajlarını kamuoyu nezdinde iletişim vasıtaları marifetiyle yürütmeye çalışırlar. Hangisi konuşsa diğeri alınıyor, bir konuda görüş serdedilse sorun oluyor, sessiz kalınsa  yine sorun olunuyor.

Böyle durumlarda iki dostun dostlarına düşen, iki dostun arasını bulmak olması gerekirken bu durumu lehlerine çevirmek isteyenler karşı saflara geçerek kraldan fazla kralcı kesiliyor ve tarafgirlik yapıyor. Bu da kırgınlığı artırdığı gibi derinleştiriyor, kişileri iyice alıngan hale getiriyor. İki dostun arasındaki soruna merhem olmayanlar/olamayanlar veya ayrılıklarından menfaat elde etmek isteyenler sorunu çözmek yerine yangına körükle gidiyorlar, tek malzemeleri olan benzin taşıyorlar, sürekli körüklüyor, işin içine çomak sokuyorlar. Mahalleyi ikiye bölüp kutuplaştırıyor. İşin garibi bu vahim durum, iki dostun hoşuna gidiyor olmalı ki, "Kimse bizim adımıza racon kesmesin, oturun oturduğunuz yerde" demiyor, hatta tarafgir davrananlar hoşlarına gidiyor.

Bence iki dostun arasını düzeltmektir erdemlilik. Hatta iki dargın insanı barıştırmak için yalan bile söylenir. Haydi bunlar yapılmıyor. Susulmalı bence. Çünkü iki kişi konuşurken bu tip üçüncü şahıslara laf düşmez, vazifeleri değil çünkü. Eğer bu tipler iyi niyetlilerse bilsinler ki bu iyi niyetleri; mahalleyi ikiye böler, güçler parçalanır, mahalle zayıf düşer. Bu durumdan kim faydalanır? Buna kim sevinir? Rakipleri, öteki mahalle insanları. El ovuşturup duruyorlar zaten. Feraset, basiret lütfen! 06.01.2018 Ramazan YÜCE, Konya

Meslek odası mı, yoksa okey salonu mu? *

Türkiye'de değişik meslek gruplarının bağlı olduğu meslek grupları var. Amaçları da, "Üyelerinin mesleki yolda yaptıkları işleri kolaylaştırmak, mesleğin menfaatlerini korumak ve ihtiyaçlarını karşılamayı, aynı mesleği yapan meslektaşları arasında iletişim ve yardımlaşmayı amaçlar...Tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu derecesindeki meslek kuruluşların odalarıdır."

Herhangi bir şehirde bir meslek odası kurulabilmesi için ilgili nitelikleri taşıyan ve ticaret siciline kayıtlı en az bin tacir veya sanayicinin birliğe yazılı olarak başvurması gerekiyor. Yasalara göre hareket edilir.

Bilmediğim alanlardan biridir meslek odaları. Yönetim ve başkanları sanırım seçimle gelir, seçimle gider. Gerçi gelen kolay kolay gitmiyor gördüğüm kadarıyla. Odanın ihtiyaçları, yönetimdekilerin maaşları öyle zannediyorum üyelerin ödediği aidatlarla karşılanıyor olsa gerek. Odada görev alanların ne kadar maaş aldıklarını da bilmiyorum. İmkanları iyi olsa gerek ki gelen, gitmemek üzere asılıyor her seçim döneminde.

Kendisine bağlı olan meslek gruplarının işlerini kolaylaştırmak vb amacıyla kurulan bu kuruluşlar, üyelerine ne kadar yardımcı oluyorlar, üyeleri meslek odalarından ne kadar memnunlar bunu da bilmiyorum. Şehrin en gözde yerlerinde odaya ait bir yer kiralayabildiklerine göre odanın gelirleri de iyi olsa gerek.

İlgili alanıma girmeyen bu konuda beni yazı yazmaya iten neden akşam 20.00 sularında misafirliğe giderken ışığı yanan bir mahal gördüm. Camla kapatılmış balkonunda bir masa etrafında oturan beş altı kişi dikkatimi çekti. Burası neresidir diye göz attığımda baktım bir odanın Konya şubesi yazıyordu tabelasında. Her zaman gelip geçtiğim yerde böyle bir oda varmış, nedense dikkatimi çekmemiş. Akşamın bu saatinde maşallah odadakiler çalışıyor, hizmet yapıyorlar dedim. Acaba balkonda masa etrafında ne yapıyorlar diye kafamı kaldırıp bir daha baktım. Masada okey oynuyorlar gördüm. Yanlış görmüş olabilirsin Ramazan, kafanı kaldır bir daha bak dedim kendi kendime. Bir daha baktım. Gördüğüm doğruymuş. Adamlar okey oynuyor. Üstelik altı kişiler. Dördü oynuyor, diğer ikisi de onları seyrediyor. Tabelaya tekrar göz attım, acaba burası okey salonu olabilir mi, veya odaya ait bir lokal olabilir mi diye. Maalesef sadece bilmem ne odasının Konya Şubesi yazıyordu. Yani odanın hizmet binası.

Üyelerine yardımcı olmak amacıyla amme adına kurulan bu odaların kuruluş amaçları arasında acaba okey oynamak var mı diye bir göz gezdirdim. Bulamadım. Başka sitelere baktım, yine bulamadım.
Sizi bilmem ama benim garibime gitti bu gördüğüm. Kimin parasıyla kimin mülkünde okey oynanıyor? Yaptıklarını makul görmüş olmalılar ki içeride ne yaptığımız belli olmasın diye perde çekmeye gerek görmemişler. Kuytu bir yer mi burası? Hayır işlek bir cadde. Gelip geçenin dikkatini çeken bir yer. Demek ki yapılan normal. Anormallik bende.

Buraların denetimini kim yapar, üyeler ne kadar hesap sorar, denetimleri yapılıyorsa ciddi olarak yapılıyor mu bilmiyorum. Ama ben bu odada görevli olsam, okey oynamayı bilsem, canım okey oynamak istese, en uygun yer de çalıştığım meslek odası olsa ilk işim gelip geçen görmesin diye camekanla kapattığım balkona bir perde çekmek olurdu. Gelip geçen odamın ışığının yandığını görünce “Vay be! Saat akşam 20.00 suları olmuş, bizim Ramazan Bey, hala evine gitmemiş, harıl harıl çalışıyor” imajı verirdim.

Yazımda bahsettiğim odanın adını vermedim. Bütün odalar böyledir demek istemem. Mutlaka işini, mevzuata göre yürüten odalarımız vardır. Ama kim ne derse desin, bu odanın yaptığı doğru değil, üyelerin parasıyla keyif çatıyor, ışığını kullanıyor. Umarım okey taşlarını da odanın parasıyla almamışlardır.

Üyeleri adına bir amme hizmeti yapan bu kişilerin odanın imkanlarını bu şekilde hoyratça kullanmasını doğru bulmuyorum. 06/01/2018 Ramazan YÜCE Konya

* 13/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

5 Ocak 2018 Cuma

Havaların böyle gitmesi hayra alamet değil *

Kasım, Aralık derken 2017'yi bitirdik, Ocak ayına girdik. Ortalık yaz gününden kalmış günleri andırıyor. Ufukta havaların soğuması ve kar yağışı gözükmüyor. Neredeyse gömlekle çıkacağız dışarıya.

Havaların bu gidişatı hayra alamet mi? Ortalığın güllük-gülistan olması, Güneş'in hemen hemen kendini göstermesi, havaların aydınlık ve sıcak olması belki nefsimize hoş gelir. Ama ceremesini sanırım biz çekeceğiz. Çünkü yaşadığımız bu ılıman iklim, bize son yıllarda zaman zaman gündeme gelen küresel ısınmanın ayak sesleridir, kuzey kutbundaki buzulların erimeye devam etmesi demektir. Yeraltı sularının azalması ve tükenmesi demektir.

Ağaçlar neredeyse tomurcuklandı. Böyle giderse ocak çıkmadan ağaçlar çiçek açar. İçme suyu yönünden birçok ilimizde su sıkıntısı baş gösterirse hiç şaşırmam.

Yazdan kalma kışları yaşarken "Nerede o eski kışlar" dedirtiyor insana. Geçmişten kalan kışlardan bir kışı, en son geçen sene gördük. Doyasıya kışı yaşadık. Şimdi düşünüyorum da arka arkasına yağan ve günlerce kalkmayan kar, "Bu gördüğünüz kar, göreceğiniz en son kar. Bıkıp usanmadan görün, göreceğiniz kadar. Zira önümüzdeki sene veya ileriki yıllarda kolay kolay kar yüzü görmeyeceksiniz..." demek istemiş anlaşılan.

İşin garibi geçen sene yağan o kadar karın yeraltı sularına katkısı yüzde beşmiş. Eğer durum bu ise, gelecek yılların kışı da bu senenin kışı gibi olacaksa su kıtlığı kapıda demektir. Susuz hayat olur mu? Olmaz. Zira bizde 'Su hayat' demektir. Su olmadı mı hayat durur. Temizliğimizde sorunlar başlar. Meyve ve sebzeyi daha pahalı yeriz. Çünkü erkenden çiçek açan ağaçlar bir üşürse meyveyi mumla ararız bu sene. Tarım darbe yer. Çünkü ekilebilen arazilerimizin çoğunda sulama sistemimiz yok. Çoğu tarlanın ürün vermesi yağmur ve kara bağlı.

İklimlerin bu şekilde değişiklik göstermesi, düşmesi gereken yağışın düşmemesi de maalesef bizim eserimizdir. Kendi kendimizi boğazladığımız gibi dünyayı da yaşanmaz hale getirmişiz. Çünkü yeryüzünün dengesini bozan, fiziksel yasanın gereğini yapmayan, zararlı atıklarla dünyayı zehirleyen yine biziz. Çok hor kullandık dünyayı maalesef. 

Ne yapıp ne edip adına küresel ısınma dedikleri bu ortamdan kurtulmanın, olmuyorsa en azından yavaşlatılması için doğaya karşı saygı bilincini aramızda yerleştirmemiz lazım. İnsanlık topyekûn bir seferberliğe hazırlansa iyi olur. Yoksa geleceğimizi ve çocuklarımızın yarınlarını yok etmiş oluruz. Çevre bilincini geliştirmeliyiz aramızda. Yoksa böyle giderse halimiz harap...

Biz büyükler günahkarız. Dünyayı yaşanmaz hale biz getirdik. Rabbim hayvanatın, nebatatın ve küçücük sabi ve sıbyanın masumluğuna umarım bol yağış verir. Hikmetinde sual olunmaz. Yine de Rabbim en iyisini bilir, Ümidimizi kesmedik, kesmeyeceğiz. 04/01/2018 Ramazan YÜCE KONYA

* 08/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.