Telefonun çok yaygın olmadığı, televizyonun tek tük evlere girmeye başladığı yıllarda uzun kış gecelerinde köy yerinde oturanlar konu-komşu ziyaretleri yapardı kendi aralarında. Çat kapı gelirdi eş-dost haber vermeden. 'Ev sâbıı' (ev sahibi) diye bir ses evi kaplardı, ya da öldürerek gelirdi, veya zil olmayınca kapının tokmağına, kapının vurulabilen bir yerine gümbür gümbür vurulurdu. Kimi de pencereye hafif tıklatırdı. Sesle beraber ev halkı kendilerine ve evin vaziyetine bir çekidüzen verirdi. Zira oturulan oda yemek yenilen, yatılan yeri geldiğinde misafir ağırlanan bir yerdi. Odaların çoğunda soba olmazdı.
Kısa bir hoşbeşin ardından ikrama geçilirdi. İkram olarak çay çok nadiren olurdu. Çünkü çay içmek lükstü. Meyve pek olmazdı. Genelde günaşık, nohut, üzüm ikram edilirdi. Portakal-mandalina konursa kendi aralarında paylaşırdı herkes. Kabuklarını çocuklar düğme yapar, birbirine gösterirdi maharetlerini. Portakalın kabuğunu hiç kopukluk olmadan soymak ayrı bir zevk idi.
Çat kapı gelivermenin olumlu ve olumsuz yönleri vardı. Habersiz gelen misafir, senin gideceğin yeri engelleyebilirdi, ya da evinde bir başka misafir olabilirdi. Böyle olsa da gelip gitmeler doğaldı, kimse ev sahibinden ekstra bir şey beklemezdi. Hane sahibi de olanı koyardı misafirinin önüne. Gidip gelmeler oldukça herkes herkesin durumunu bilirdi. Böylece daha samimi bir ortam oluşurdu.
Günümüzde çat kapı gelivermek pek kalmadı. Çünkü cep telefonları yaygınlaştı. Artık herkes gideceği yere önceden haber vererek gidiyor. Eskilerin deyimiyle 'Tanrı misafiri' kavramı işlevini yitirdi. Hoş gelen-giden de kalmadı eskisi gibi. Herkes daha geniş evlerde kendi başına, yapayalnız. Kimse kimseye ihtiyaç duymuyor artık. Kimi tv başında dizi izliyor, kimi sosyal medyada geziniyor. İçindeki boşluğu bol bol sosyal medyada paylaşarak gidermeye çalışıyor.
Günlerce zilin çalmaz, kazara çalarsa ya postasıdır, ya kurye, ya dilenci, ya bir adres soran, ya saat okumaya gelen elektrikçi, sucu veya doğalgazcı, ya haberli biri ya da kargo görevlisidir. Şimdi çat kapı gelenler bunlar.
Çat kapı gelmenin dezavantajları olsa da samimiyetin, içtenliğin, hatır saymanın, sevip saymanın, mutluluğun adıdır aynı zamanda. Yaşlanıp büyüyünce bunu daha iyi anlıyor insan. Kapın çalındı mı kulak kabartıyorsun, acaba kimdir diye. Kapıyı çalan oğlun, kızın, gelinin, torunun, kardeşin... ise mutluluğuna diyecek olmaz. Ne yapacağını, ne yedireceğini, ne içereceğini, ne konuşacağını şaşırırsın. Onlar gittikten sonra da için kıpır kıpır eder. Daha rahat yatarsın o gece. İçindeki huzur ve mutluluk günlerce devam eder.
Allah herkesi kapısı çalınanlardan, hatırı sayılanlardan eylesin. Hatır bilip gelenlerin hatırlayanları bol olsun. Allah razı olsun. Kimseyi kimseye muhtaç etmesin, insanı kendi haline bırakmasın. 07.11.2017 Ramazan YÜCE
7 Kasım 2017 Salı
Ben O Tuvalete Girer miydim Hiç?
2001 yılında müdürlük seçme sınavına girmek için bir dolmuş
dolusu arkadaşla birlikte Adıyaman-Kahta'dan Diyarbakır'a gittim. Bir
ilköğretim okulunda sınava girdim. Sınavın son 15 dakikasına kadar sınav
sakindi, herkes kendi halinde soruları çözmeye odaklanmıştı.
Sınav esnasında sınav sessizliğini bozan tek şey, gözetmen
ve salon başkanının fısır fısır konuşmasıydı. Acaba susarlar mı diye bekledim.
Adamlar geyik muhabbeti yapıyorlar, anlaşılan birbirini tanıyorlar. Sonunda,
biraz susar mısınız diye uyardım görevlileri. Biri özür diledi, diğeri ise
sınav boyunca kinli kinli baktı durdu bana. Sınavın son 15 dakikasında
adaylardan birisinin “Arkadaşlar, 76.soruyu kim, hangi şıkkı işaretledi”
demesiyle sınavın sessizliği yeniden bozuldu. Arkası geldi artık. “Ben, B
dedim, diğeri C dedim” konuşmaları sınav esnasında geldi geldi gitti. Bundan
cesaret alan diğerleri de seçenekleri sormaya başladı birbirine. Gözetmenlere
baktım. Onlar ortamdan şikayetçi değildi, elektrik direği gibi ortada
dikiliyorlardı. “Arkadaşlar, lütfen, ne yapıyorsunuz” deseler herkes işine
bakacaktı. Hoşnut olmadığım bu ortamdan çıkmak istedim. Sınavın son 15 dakikası…çıkamazsın”
dedi görevlilerden biri. Demek ki sınav esnasında konuşmada sıkıntı yoktu, zira
sınavın başında kendileri de konuşuyorlardı zaten. Sınavın tek uygulanan
kuralı, son 15 dakika çıkılmamasıydı. Seçenekleri alayım bari beklerken dedim.
Ona da ‘yasak’ dendi. Biliyordum yasak olduğunu aslında. Çalan bitiş ziliyle
birlikte sınavdan çıktım.
Diyarbakır’ı bilmem, “Az sonra wc ihtiyacım falan olur, en
iyisi arkadaşlarla buluşmadan önce bir wc’ye gireyim. Üstelik dışarıdaki wc’ler
ücretli, işin yoksa hem bozuk para bulacaksın, hem de burada bedavası varken
para vereceksin” dedi cebimdeki akrep. Hayran kaldığım bu görüşüme. Wc’ye doğru
yollandım, bir kabine girdim. Benden başka girenler de oldu. Onlar da sanırım
benim gibi düşünenlerden. Kabinden çıkmak istedim, kapı açılmıyor. İttim,
çektim, asıldım…nafile. Ben böyle uğraşırken tuvalet iyice tenhalaştı, kimse
kalmadı. Dış kapıda duran bir yetkili, “İçeride kimse var mı? Bak kapıyı
kapatıyorum” diye bağırdı avazı çıktığı kadarıyla. Ben bunu duyuyorum ama
çıkamıyorum maalesef kabinden. Aklını cebine bağlarsan olacağı buydu…
Tüm aklım bu kadar mıydı? Haydi düşün Ramazan dedim kendi
kendime. Baktım yan taraftaki kabinin üstü açıktı. Kimse var mı diye duvarından
vurdum yumruğumla. Ses çıkmadı. Hemen kapının koluna ayağımı basarak wc’nin üstünden
diğer kabine indim bir çeviklikle. Kendimi okul girişinde buldum. Bu çözümü
bulamasaydım bir pazar günü okulun tuvaletinde kilitli kalmış, pazartesi okul
açılıncaya kadar bekleyecektim kabinde. İçinizden cebin yok muydu
diyebilirsiniz. Derim cebimde akrep var, zaten bunun mağduruyum. Yine siz ben o
cepten değil, cep telefonundan bahsediyorum derseniz. O zamanlar cep telefonu
yaygın değildi maalesef. Ben o dediğiniz zımbırtıyı en son alanlardanım.
Sonuç, wc parası vermedim, biraz bir çabanın ardından
arkadaşlarımla yeniden buluştum. Gördünüz değil mi azmin zaferini.
Şimdilerde sınava girsem okulun wc’ini kolay kolay
kullanmam. Beni okul tuvaletine götüren saik wc’sinin ücretsiz olmasıydı.
Şimdilerdeki gibi belediyelerin tüm wc’leri ücretsiz-bedava yaptı. Demek ki
belediyeler benim 2001’deki çektiğim sıkıntıyı biliyor olmalılar. Gördüğünüz gibi
belediyeler beni çok gerilerde takip ediyor. O gün tuvaletler, bugünkü gibi
ücretsiz olsaydı ben o tuvalete girer miydim? 07/11/2017
6 Kasım 2017 Pazartesi
Alın Size Bir Sapık!
Türk
sinema tarihi dendiğinde aklımıza her filme serpiştirilmiş, olmazsa olmaz ve
değişmez sahneleri vardır: tecavüz sahneleri. Bu sahnelerin baş aktörü kim
dense o dönemin filmlerini izleyenler bilir, Coşkun, der. Hatta bu tür
sahnelerin vazgeçilmezi olduğu için namı diğer 'Tecavüzcü Coşkun' diye anılır.
Tecavüz dendi mi Coşkun, Coşkun dendi mi tecavüzcü akla gelir. Bir dönemin kara
sahneleridir, kimse hatırlamak istemez. Çünkü aile yapımıza, örf ve adedimize
de yakışmayan görüntülerdi.
Bir
döneme damgasını vuran zihniyet, her filme tecavüz sahnesi koyarak bu milletin
bilinçaltına tecavüzü bilinçli bir şekilde işlemiş. Belki de bu yüzdendir bu
toplumda kimse tasvip etmese de taciz ve tecavüzler eksik olmaz çoğu zaman.
Çünkü eşeğin aklına karpuz kabuğu getirildikten sonra eşektir bu, mutlaka
karpuzun kabuğunu yiyecektir ya da yeme azim ve iradesini hep taşıyacaktır.
Sinema
tarihimizin kara lekesi olan bu tecavüz sahneleri tarihin tozlu raflarındaki
yerini almışken adı tecavüzcü ile nam salmış kişinin verdiği röportajdan bir
bölümü okudum internet gazetelerinde.
'73
yaşında olduğunu söyleyen tecavüzcü Coşkun, "Cinsel hayatım hala devam
ediyor" diyerek yaşın cinsel hayat için o kadar da önemli olmadığını
söyledi. Hayranlarının kendisini çok sevdiğini de belirten Coşkun, "Böyle
rollerde oynamama rağmen seviliyorum." dedi. (Posta)
Röportajın tamamını bulamadım. Bu kadarını elde edebildim. Siz ne dersiniz bu cümlelere? Hangi saikle söyledi, bu röportajı kim yaptı, bilmiyorum. Haydi diyelim ki ekmek teknesidir, kendisine verilen rolü oynadı bir zamanlar, ayıplanacak bir durum yok diyelim. '73 yaşında olmama rağmen cinsel hayatım hâlâ devam ediyor' açıklamasını nereye koyacağız? Bir ayağı çukura girmiş bir insanın söyleyeceği bir şey mi bu? Ya da normal bir insan bunu söyler mi? Eğer kendisine cinsel gücünün devam edip etmediği sorulmuşsa soru ayıp bir defa. Sorulmadan böyle bir cevap vermişse bu adamın aklından zoru var denir. Eğer böyleyse, daha hala kendisini sahnelerdeki ortamdan uzaklaştıramamış, hâlâ aynı ortamın psikolojisini yaşıyor demek lazım. Yatak odasında ve kapalı kapılar ardında kalması gereken hayatını, basın ve yayın vasıtasıyla topluma duyuruyor. Nasıl bir psikoloji bu? Ben bu tipleri Freud'un günümüzdeki talebeleri olarak görüyorum. Dervişin fikri ne ise zikri de odur diyorum. Gazeteci kendisine geçmiş sahneleri sorsa bile 'Efendim bir dönemin kötü sahneleridir, ekmek kaygısından ben de oynadım. Artık bunlar geride kaldı. Lütfen bana böyle soruları sormayın" deseydi eh denip geçilirdi.
Doktorların bu psikolojik durumu iyice irdelemesi gerekir. Olsa olsa ar damarı çatlamış bir insanın psikolojisidir. Patolojik bir vakadır. Toplumun değerlerine yabancı bir insan olduğunu ele verir bu şekildeki açıklamalar. Edep yoksunu olduğunu gösterir. Ama suç bu tiplerin böyle fütursuz açıklamasında değil, bunlara sanatçı payesi verenlerde. 06.11.2017
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)