17 Ekim 2017 Salı

Başına Buyruk Minibüs Şoförleri *

Şehirlerde kendi aracıyla yolculuk yapmayanlar bunun yerine toplu ulaşım vasıtalarını kullanır. Kimi belediyeye ait otobüsleri, kimi de bir hatta bağlı olarak yolcu taşıyan dolmuş veya minibüsleri tercih eder. Her ikisi de amme adına iş yapar. Kendi rızkını temin etmek için direksiyon başında dirsek çürütür. Burada konu edineceğim dolmuşçulardır. Baştan söyleyeyim, niyetim tüm dolmuşçular değil. İçlerinde işini düzgün yapanlar vardır. Onları istisna tutuyorum. Ama bir kısmı var ki,  başına buyruktur bu dolmuş taşımacılığı yapanların.

Dolmuşların durak yeri olmasına rağmen durak harici de olsa istediği yerde durur, istediği yerde durmaz. İşine geldi mi dolmuşta kendisine sesleneni duyar, işine gelmeyince duymaz. Almak istediği yolcuyu alır, beğenmedi mi durmaz, istediği zaman gözüne bakarak basar geçer. Binmek istemesen de ya korna çalar, ya da gelir yanına durur. Yeri geldiğinde kağnı gibi yavaş gider, bazı yerlerde beklemeye koyulur. Bazen de tabakhaneye gider gibi sürer.

Dolmuşu süren yolların hâkimi benim gibi davranır. Trafiği tehlikeye atar, yolcu almak için arabanın önüne kırar, ambulans gibi 'S' çizer. Yeri geldiğinde dolmuşu istifleme doldurur, yeri geldiğinde kaç kişi oldu hesabı yapar, sayıya göre alır. Bazen sol şeritte yolcu indirir.

Dolmuş sürücüleri aynı zamanda çok yeteneklidir. Hem sürer, hem yolcu almak için gözü sağ kaldırımdadır, gerekirse sokak aralarına göz gezdirir. Kâh cep telefonuyla konuşur, kâh yanındakiyle sohbet eder, bir eliyle de yolculardan para alır, para üstü verir. Bir taraftan inecek var diyeni indirmek için sağa yanaşır. Boşalan koltuğa ayaktakinin oturmasını ister. Çocuk küçük diye ücret ödemeyen müşteriye 'İki kişilik verdiniz, yanınızdaki çocuk altı yaşından büyük' diyerek ücretini ister. İşi olup da güzergâhına devam etmek istemeyen, ardından gelen meslektaşının dolmuşuna müşterilerini aktarır. Fazla yolcu almak istediğinde önünden giden meslektaşına telefon açarak yolun temiz olup olmadığını, yani yolda polisin kontrol edip etmediğini sorar.

Kavgacıdır, kavga etmeye hazırdır, kavgadan korkmaz, polisten ve şikayetten çekinmez. Kafa-göz kırılacaksa kırar, dayak yiyecekse yer. Hapse girmesi gerekiyorsa girer. Kavgaya girdiği zaman haklı olup olmadığına bakmaksızın meslektaşları yardımına koşar. Dolmuşçunun yaptığından müşteri rahatsız olsa da pek sesini çıkarmaz, çıkaramaz. Çünkü mermi gibi müşteriye laf sayar. Çoğu müşteri, içine atarak işinin görüldüğüne bakar, pek sesini çıkarmaz.

Saymakla bitmez bu tip dolmuş sürücülerinin seyir halindeyken yaptıkları. Her türlü tasarrufta bulunmayı kendilerine mubah görür. Kimseden çekinmesi de yoktur. Polis ve bağlı bulundukları odaları tarafından ne kadar denetleniyor bilmiyorum. Denetleniyorsa da çok ciddi denetlenmediği kanaatini taşıyorum. Zira yapılan denetimlerden çoğu haberdar olduğu için gerekli tertibatı önceden alabiliyor.

Kamu adına amme hizmeti gören minibüsler bir ihtiyacı gidermektedir. Bu hizmetin daha sağlıklı olması, vatandaşın güvenliğini tehlikeye atmaması için şoförlerin daha dikkatli olmasında fayda vardır. Minibüsleri denetlemekle yükümlü kişilerin denetim görevlerini daha ciddi yapması gerekir. En azından başına buyruk hareket eden bazı şoförler kendilerine çekidüzen verir. 17.10.2017

* 30/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

16 Ekim 2017 Pazartesi

Müslüman ve Müslüman Olmanın Kıstaslarını Yeniden Belirleyelim

Somali'de bomba yüklü kamyonetin patlatılması sonucunda 300'den fazla ölü, bir o kadar da yaralı haberi ajanslara düştü. Saldırıyı üstlenen olmadı ama el-Kaide bağlantılı Şebab örgütünden şüpheleniliyor. Güya Müslüman bir örgüt. Müslümanları öldürüyor. Gücü sadece kendi insanına yetiyor. Sapı bizden olmasaydı şaşardım zaten.

Adı ister Şebab, ister el-Kaide, ister DAİŞ, ister Boko Haram, ister PKK olsun hepsi istisnasız Batı'nın ve ABD'nin paralı askerleridir, maşalarıdır. Değişmeyen tek hedefleri Müslüman mahallelerini kana bulamak. Çünkü efendileri bunu emrediyor. Ağızlarından Allah-peygamber düşmeyen, kanları beş para etmeyen, aklını kullanmayan, kişiliksiz kişiliktir bunlar. 

Pirincin içindeki bu beyaz taşlar, Müslüman görünümlü münafıklar sürüsüdür. İslam diye, İslam kardeşi diye bir dertleri yok. Yeter ki efendileri emir versin. Kıtır kıtır keser Müslüman'ı. Tek gayeleri efendilerinin gözüne girerek onları memnun etmektir.

İçimizdeki bu kişiliksiz kişilerin sayısı bitmeyeceği gibi bu gidişle daha da artacaktır. Ne yapıp ne edip İslam olmanın, İslam'a girmenin kurallarını koymamız lazım. Müslüman’ım diyen herkese, Müslüman olmayan kimselere Müslüman olmanın, İslam dairesinde kalmanın ölçütleri bunlardır diyelim. Bunlara uymayanın bizimle bir ilgisi yoktur diyelim. İçerisini boşalttığımız kelimeyi tevhidi yeterli görmeyelim. Hazırladığımız bu akitleşmeyi mevcut Müslüman olanlara ve yeni Müslüman olacak olanlara okutup  imzalatalım. Tamam, kabul ediyorum dediği halde zıddını yapanları “Bizimle, bizim inancımızla bir alakası yoktur” diyerek cümle âleme duyuralım. Aklıma gelen kıstaslara isterseniz birlikte bir göz atalım:
·         Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Onun elçisi olduğuna dilimle ikrar, kalbimle tasdik ve uzuvlarımla amel edeceğime,
·         Aklımı kimseye kiraya vermeyeceğime, Allah’tan başkasına kul olmayacağıma, aklımı kullanacağıma, başkasının emir eri olmayacağıma,
·         Her ne sebeple olursa olsun adam öldürmeyeceğime, canlı bomba olmayacağıma, tuzak kurmayacağıma, bomba patlatmayacağıma, Müslüman kardeşimin mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmayacağıma,
·         Kurtarıcı beklemekten ziyade çalışıp çabalayarak işimin en iyisi olacağıma, namerde muhtaç olmayacağıma… söz veriyorum. Beni bu taahhütlerim üzere görmezseniz içinizde beyaz taş olarak kalmayacağıma; pılımı, pırtımı toplayarak efendilerimin yanına gideceğim sözünü veriyorum. Bunları ve İslam'ın emrettiği diğer umdeleri yapmazsam Allah'ın laneti ve tüm lanetçilerin laneti üzerime olsun. 16/10/2017


Kariyer mi, mutluluk mu?

Hiç bitmeyen ve çözülemeyen sorunlarımızdan biridir eğitim ve öğretim. Kim çözmeye kalkarsa elinde kalır, iyice kördüğüm yapar. Cadı kazanı gibidir. İçine giren ne kadar emek sarf ederse etsin, terlemekten öte bir şey yapamaz. Dünyada başarılı olmuş en iyi sistemi getirsek de çare olmaz bize. Çünkü hiçbir sistem bizi memnun etmez. Zira bu ülkede eğitim ve öğretimden anlaşılan iyi bir kariyer yapmaktır. İşin garibi kariyer yapan da mutlu değil, yapmayan da. Eğitim ve öğretimin bize çare olmasını istiyorsak önce beklentilerimizi törpülemek zorundayız.

Anne-babaların, eğitimcilerin ve toplumun eğitim ve öğretimden beklediği sınava odaklı başarıdır. Bu yüzden var gücümüzle çocuğunuzun/öğrencimizin sınavlarda başarılı olmasını, emsallerine fark atmasını ve Türkiye derecesi yapmasını beklemektir. Bunun için okul derslerinin yanında her türlü ilave ders aldırma yoluna gidiyoruz. Sosyal hayattan çocuğu koparıyoruz, varsa-yoksa ders diyoruz. Her türlü imkanı sunduğumuz çocuğumuz için tabir yerindeyse saçımızı süpürge ediyoruz. Bu esnada ders çalışmanın dışında çocuğumuza hiçbir sorumluluk vermiyoruz. Bu durum ve bakış açısı şu ya da bu şekilde hepimizde var. Tüm yaptığımız çocuğumuzu hayattan kopararak kariyer yapmasını sağlamaktır. Beklenti bu şekilde. Hiçbirimiz çocuklarımızı hayata hazırlamıyoruz, mutlu olmanın yollarını öğretmiyoruz, azla yetinmeyi, aza kanaat etmeyi göstermiyoruz. Hayatın acı yönleri ile karşılaştırarak pişmesini istemiyoruz. Halbuki tabiatta her şey zıddıyla kaimdir. Acı olmadan, acıyı tanımadan tatlıyı bilemeyiz.

Eğitim ve öğretim boyunca hep başarılı olan insanların çoğunun mutlu olmadıkları bilinmektedir. Nasıl ki para tek başına mutluluk getirmezse, tek başına kariyer de insana mutluluk getirmiyor. Araştırma şirketi Gallup'un araştırmasına göre bu ülke insanı mutsuzlukta dünyanın üçüncü ülkesi imiş. İşte hali pürmelalimiz bu. Varın gerisini siz düşünün. Fazla bir şey söylemeden kariyer yapmış, mesleğinin zirvesine çıkmış birisinin anlattıklarını değerli eğitimci Selçuk Karaman'ın kaleminden okuyalım:

"Hep başarı odaklı idim. Bu durum beni her zaman hırslandırıyordu. Daima ilk sıralarda olmak, arkadaşların bana gıpta ile bakması, kızların benimle daha çok konuşmak istemesi hoşuma gidiyordu ve bu yüzden günde 5-6 saat uyuyor geri kalan zamanımda hep ders çalışıyordum.

Sonunda ÖYS'de (geçen yıl ki adıyla LYS) Türkiye'de ilk 500'e girip Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandım, bitirdim ve Amerika'da uzmanlığımı pekiştirerek ülkeme döndüm.

Artık hedeflediğim tüm başarılara ulaşmıştım. Kariyer vardı, şöhret vardı, istemediğim kadar param vardı ama bir şeyim eksikti, mutlu değildim.

İçimdeki boşluğu ders, hırs, para, başarı ve şöhretle doldurmuş, mutluluğa yer kalmamıştı. O da istenmediği yerde durmamış  koyup gitmişti

Şu anki aklım olsa idi zamanımı mutluluğa ayırır geri kalan zamanımda ders çalışır, hangi meslek nasipse onu olurdum.

Ailem, öğretmenlerim bana başarıyı öğretmiş ama mutlu olmayı  öğretmeyi unutmuşlardı.

Parası, ünü, şöhreti  ve başarısı olan bir hekim, asgari ücretli ve 5 çocuklu mutlu bir aileye özenir mi?

Özeniyor işte hem de derinden iç çekerek..." 16.10.2017