30 Temmuz 2017 Pazar

Bil ki, kibir üzeresin!

Parmak uçları bile birbirine benzemeyen insanın ruhen ve bedenen öyle farklı olanları vardır. Bunları say say bitmez. Burada sadece bir insan tipinden bahsedeceğim. Bakalım bu tip size tanıdık gelecek mi?

Yaralı parmağa işediği hiç görülmese de her şeye maydanoz olmaya çalışır. Makam ve mevkice kendinden büyük olanlara saygıda kusur etmezken her yönüyle aşağısında olanları kendisine bağlamak,  saygı ve iltifat görmek için kesenin ağzını biraz açar. Eksikliklerini parayla kapatır. Kendisine rakip gördüklerini ise ezmeye çalışır, onları hep rencide eder, yaptıkları işi beğenmez, küçümser. Hep burun büker. Fırsat kollar onlara hayat hakkı tanımamak için. Her şeyden nem kapar, alındığı bir şeyi içine atar, belli etmez, arı gibi ne zaman sokacağı belli olmaz. Hiçbir şey yapamasa da burun büker, bakışıyla ezmeye çalışır. 

İçi kan ağlasa da dışına kibir olarak yansır. Boyu-postu, kalkışı, oturuşu hep kibir kokar. Bir yürüyüşü vardır, dağları ben yarattım gibidir. Yaptığı işi büyütür, dağ gibi yapar. İnsanlara tepeden bakmayı iyi bilir. Kendisini dağ gibi görünce insanları da ezilecek karınca gibi görür. Sendelemenle beraber salvo atışlar yapar, yaptığın şeyin içerisinden bir müfettiş edasıyla bir hata ve yanlış arar. Bulamazsa kahrolur. Bulduğu zaman dünya onundur. Ağzı tavana değer.

Kimsenin baktığı pencereden bakmaz. Rakibinin eleştirilebilecek yönünü tespit eder etmez -sevincinden olsa gerek- ne söylediğini, ne konuştuğunu, ne yazacağını bilemez. Çünkü gün doğmuştur. Dam başında saksağan misali  vurur da vurur. Kimse ne olduğunu anlayamaz bile. Konuşmasını ve yazmasını gören herkes denge sorunu olduğunu anlar. Sadece dengesiz olduğunu kendisi bilemez.

Baştan sona hayatını kibir üzere bina eden bu tip kendisine yazık ettiği gibi etrafına da ışık vermez. İnsanlara tepeden bakarak hem dünyasını hem de ahiretini heba eder. Keşke farkına varabilse. İnsanlara karşı nice potlar kırdığını bir bilebilse. Halbuki kendisine ne de güzel yakışır tevazuluk. Değer mi kaprisi için insanları ezmesi? Değer mi daha da yükselmek için insanlara tepeden bakması? 30.07.2017

Ekranlarda din adına konuşanlar!

Sosyal medya, yazılı ve görsel medya, birden fazla insanın toplandığı yerler din adına konuşanlarla dolu. Önem ve aciliyet durumuna göre zaman zaman gündem değişse de din gündemimiz hiç bitmiyor. Konuşulan konular ısıtılıp ısıtılıp yine önümüze konuyor. Ehil olanı da konuşup yazıp-çiziyor, zırcahil olanı da. Herkes birbirini sapık olarak lanse ediyor. Kimi diğerine daha doğrusu savunduğu fikre saldırıyor, kimi de kendisi veya bağlı bulunduğu grup adına bir sataşma varsa cevap vermek suretiyle sürekli savunmada kalıyor.

Din adına yetkili-yetkisiz, ehil veya değil herkesin konuştuğu dönemleri yaşıyoruz. Bu konuda konuşanların ne kadarı gerçeği bulmak için çabalıyor? Ne kadarı samimi? Allah bilir. Çünkü kalbini yarıp bakma imkanımız yok. Farz edelim ki din adına konuşanların hepsi samimi, bu yüzden eteklerindeki taşı döküyorlar, niyetleri de gerçeğin ortaya çıkması olsun. Din alanında tartışmalı bir konunun işinin ehli ve bu konuda mürekkep yalamış olanlar arasında enine-boyuna tartışılıp vuzuha kavuşturulması gerekmez mi? Bunun yeri mi meydanlarda halkın gözünün önünde insanların kafasını karıştırmak? Kendisini işinin ehli görenler bir konuyu görüşmek için eğer bir araya gelemiyorlarsa bu tiplerin din adına konuşmadan önce biraz iletişim dersi ve ilmi siyaset öğrenmesinde fayda vardır. Yani daha çok ekmek yemeleri gerekir din adına söz söylemeden önce. Bilmelidirler ki bunların anlattığı dinden hayır gelmez. Savundukları görüşler ve anlattıkları din kendilerinin olsun. Çünkü bunlar gerçeği öğrenmekten ziyade karşı tarafı mat etmek için cenge çıkmış görüntüsü veriyorlar. Bu kafa, kafası karışan insanımızı dinden ve dini değerlerden soğutmaktan başka bir işe yaramaz. Eğer amaçları bu ise zaten başarılı oluyorlar demektir, devam etsinler.

Bunların durumu çocuklarının gözünün önünde durmadan tartışan ve kavga eden anne ve babanın durumuna benzer. Bu tür kavgalardan aile büyük yara alır, aile parçalanmaya gider, çocuklar da sağlıklı yetişmemiş olurlar. Ekranlardaki din adına söz söyleyenlerin durumunu ben aile kavgalarına benzetiyorum. Nasıl ki aile kavgaları aileyi bir arada tutmuyorsa ekran kavgaları da farklı fikirdeki insanları birleştiremez. Din adına söz söyleyenlerin iyi bir dini bilgiye sahip olmasından önce muhatabına saygılı olmayı, onu ön yargısız dinlemeyi, hakaret etmemeyi bilmesi gerekir. Yani önce edep öğrenmelidir. Bunu yapamayacak olan lütfen din adına bir şey söylemesin. Öncelikle kendini düzeltmesinde fayda vardır. Onun bu topluma din adına verebileceği bir şey yoktur. Konuşacağı konunun yerini, zamanını seçemeyen, konuştuğu konunun, yaptığı ithamın kimleri üzeceğini, kimleri bıyık altından güldüreceğini hesaba katmayan kişinin de yine din adına konuşmaması lazımdır. Bu tiplere “Allah’tan korkmuyorsunuz, bari kuldan utanın” demek düşer belki de.

Türkiye artık Kütübü Sitte’de geçiyor diye her hadisin savunulması gerektiğini düşünenler ile hadislerin içerisinde şöyle şöyle mevzu hadisler var diyenlerin tartışmasını görmek istemiyor. Bu durumda biri vuruyor, diğeri darbe yememek için kendini savunmaya alıyor. Bu tartışmalar daha ne kadar devam edecektir? Diyanet İşleri Başkanlığı -bu konuda yetkisi var mı yok mu bilmiyorum ama- ne zaman inisiyatif alacaktır? Testi kırılmadan tedbir alınmalıdır. İllaki testinin kırılması mı gerekiyor? Siyasi partilerde bile ekrana çıkacak olan vekil partisinden izin alıyor, gerekirse partisi izin vermiyor. Din alanında niçin böyle bir yola başvurulmaz. Az bir mürekkep yalayan kendisini ekranda alıyor. Vurmak, kırmak, itham etmek, saldırmak ve savunmak prim yapıyor. Nasılsa iki tarafın da fanatik taraftarları var.
Kanaatimce din adına konuşmadan önce usul, adap, yol ve yöntem belirlememizde fayda vardır. Yoksa kaybeden Müslümanlar olacaktır. Ekranlarda din adına söz söylenecekse tarafları aynı anda ekrana çıkarmaktan ziyade muhatapları ayrı ayrı stüdyoya almak daha uygun olacaktır.

Hala bir araya gelip anlaşamıyorsanız anlattığınız din sizin olsun, bize “Koca karı imanı yeter.” Gölge etmeyin lütfen! 30/07/2017

İnsanlara Bakış Açımız

Normal zamanlarda çoğumuz, "Yaratılanı severiz yaratılandan ötürü" desek de hayatın akışı içerisinde insanlara bu gözlükle bakmıyoruz. Gördüğümüz, birlikte çalıştığımız insanı tanıma ve araştırma yoluna gideriz çoğu zaman. Bu da doğaldır. Bunun için de o kimseyle daha önce çalışmış, ya da tanıyan insanlara başvururuz. Kişi hakkında tanıdığımızın verdiği bilgiyle o insan hakkında bir kanaat sahibi olabiliyoruz. Bu yöntem bazen faydalı olabildiği gibi zararları da beraberinde getirebiliyor. Niçin mi?

Hakkında bilgi aldığımız kişi ile ilgili olumsuz bilgi verilmişse o kimseye uzun süre belki de sürekli ön yargılı bakabiliyoruz çalışırken. O kimseye kolay kolay güvenemeyiz, mesafe koymaya çalışırız. Yıllarca bir ve beraber çalışsak da, hiç kötülüğünü görmesek de ‘Şimdi yapacak, yarın yapacak, kokusu bir müddet sonra çıkar’ beklentisi içerisine gireriz. Çünkü referansı kötüdür. Ya da bu kişi hakkında tanıdığımız olumlu kanaat belirtmişse daha tanımadan o kimseye güven duymaya, her şeyimizi paylaşmaya, kırk yıllık dost gibi görmeye başlarız. Yaptığı olumsuz bir şey varsa görmemeye, görmezden gelmeye çalışırız. Zira referansı sağlamdır.

Nice sonra kendisine iyi denilenin kötü, kötü denilenin de iyi olabildiği örnekler vardır. Böyle durumlar için öz eleştiri yapanlar “Tanımadan ön yargıyla yaklaşmışım…tanıdığım bana yanlış bilgi vermiştir” dediğini de şahit oluruz. Çünkü insanlar olaylara hep kendi penceresinden bakıp öyle değerlendirmektedir. Bir insanla ilgili görüş sorulduğunda o kişiyle ilgili olumlu-olumsuz yönlerin objektif bir şekilde açıklanması daha uygundur. Adamın kötü olması neye göre, kime göredir. Çoğu zaman buralarda sübjektif değerlendirmeler yapabiliyoruz. Değerlendirdiğimiz kişi kötü ise biz ne kadar iyiyiz? Bize göre kötü olan biri bir başkasına göre iyi olabiliyor. Pekala bize sorulan kişi ile daha önce olumsuz bir durumumuz olmuş olabilir. Ayrıca anlaşamadığımız bir insanın kötü olduğu kanaatine nereden varıyoruz? Belki de anlaşamadığımız konuda karşı taraf haklıdır. Zira biz hepimiz olaylara kendi penceremizden, tek taraflı bakıyoruz. Bu yüzden  çoğu zaman insanları tek taraflı asıp kesiyoruz.

Aslında hakkında iyidir veya kötüdür kanaati verilenlerin hepsi ön yargıdır. Bu ön yargıdan kurtulabildiğimiz oranda insanlarla daha iyi bir diyalog kurabildiğimiz gibi verimli de çalışabiliriz. İlk çalışacağımız kişileri sıfır km kabul edersek, insanları çalışarak tanımayı kafamıza koyarsak kolay kolay yanılmayız. Yöneticilik yaptığım dönemlerde kendisinden koltuğu devraldığım veya o okulda çalışan yardımcılardan birinin “Hocam, personel hakkında bilgi vereyim, gelmeden önce haklarında kanaat sahibi olun ki çalışırken zorlanmayasınız” dediklerinde “Hocam! Teşekkür ederim, izin verirseniz personel hakkındaki kanaatleriniz sizde kalsın. Ben personelimi çalışarak tanımak isterim. Zira bu şekilde bazı insanlara hoşgörülü yaklaşıp bazılarına acımasız olabilirim,” dedim. Bu açıklamamdan sonra ‘Siz bilirsiniz’ diyen de oldu, cevabımdan hoşnut olmayan da.


Hepimiz kendimizi mükemmel gördüğümüz için karşı tarafı da hep mükemmel görmek isteriz. Sonra biz ne kadar mükemmeliz? Halbuki bizim mükemmelliğimiz kendi kanaatimizdir, sübjektiftir. Karşı tarafı olduğu gibi kabul edip durumu ve kapasitesi oranında ondan faydalanma yoluna gitsek aslında sorun çözülür. Biz insanlarla çalışmadan önce çalışacağımız kişilerle ilgili bir ön araştırma yapalım. Ama bu araştırmanın kesin olmayan bilgiler içerdiğini, yanılma payının olduğunu göz ardı etmeyelim. İnsanları çalışarak tanıma yoluna gidelim. Zaten Hz Ömer kişiyi tanıma yollarını açıklarken ‘Komşuluk yapmak, alış veriş yapmak ve yolculuk yapmak’ olarak tavsiye etmektedir. Bizler de bu yollarla o kişiyi tanıma yoluna gidelim. Sadece başkasından duyumlarla kişi hakkında bilgi sahibi olmak bizi çoğu zaman yanıltabilir, bu yöntem dedikodu ve iftiraya açıktır. Sahi birini sorduğumuz tanıdığımız ne kadar iyi? Bence bunu da düşünmek lazımdır. 30/07/2017