5 Haziran 2017 Pazartesi

Konya'da orucun uğramadığı yer

Konya'da orucun, ramazanın uğramadığı yer desem hemen aklınıza otogar gelir. Hayır, derim. O zaman hastane dersiniz. Yine hayır, derim. O zaman neresidir burası? Sizi oruç oruç fazla uğraştırmayayım: Alaaddin Tepesi.

Baştan söyleyeyim, kimsenin oruç tutup tutmadığında değilim. Tutan kendisine tutar, tutmayan da kendine tutmaz. Kimseyi ayıplayacak değilim. Ne tutan benim sevabıma ortaktır, ne de tutmadığı için sevabını almayan kişinin ecri bana yazılıyor. O zaman derdin ne derseniz? Benimki bir merak daha doğrusu. Birkaç yıl öncesinde yanıma iki arkadaşı alıp yıllardır çıkmadığım Alaaddin Tepesine çıktım bir ramazan günü. Mevlana Türbesine batan tepeden çıktım, tepenin zirvesinde biraz oturdum, sonra İnce Minare tarafından indim, uzaklaştım. İstisnalar kaideyi bozmaz ama ne kadar kişi görmüşsem ya sigara içiyor, ya bir şeyler yiyor gördüm. Anlaşılan ramazan uğramamıştı bunlara ve buralara. Çarşını ortasında olmasına rağmen çoğu kimsenin uğrak yeri değil burası, etrafında döner, işini halleder, çeker gider. Tepe, ipini koparmış kimselerin daha rahat hareket edebileceği zula bir yer olmuş. Her bir tarafı lalelerle süslü tepe bu tiplere hizmet ediyor. Herhangi bir değişiklik var mı diye bugün o değilden İnce Minare tarafından yukarıya doğru bir çıktım, zirveye varmadan geri döndüm. Zira birkaç yıl öncesindeki gördüğüm manzaradan farklı bir durum yoktu. Yayılmış yine birileri. Kimi aşk-meşk peşinde, kimi vakit geçirmeye çalışıyor. O güzelim tepe bu tiplerin tekelinde.

İyiler veya bir memleketin dokusunu oluşturan, kültür ve geleneğini oluşturan insanlar nereyi terk etmişse tabiat boşluk kabul etmez misali boşluklar birileri tarafından doldurularak sahipleniliyor. Artık gerçek sahiplerine yabancılaşıyor buraları. Şehrin gerçek sahipleri buraları terk edince ipi kopuk insanların meskeni haline geliveriyor hemen. benim bu değerlendirmem sadece Alaaddin Tepesiyle sınırlı değil. Konya'nın merkezi sayılan Arapoğlu Makası, Şems civarı artık bir başkalarının elinde. Ne buralarda kalan var, ne de uğrayan. kazara işi olan varsa hızlı bir şekilde işini halledip uzaklaşıyor buralardan. Artık buralar her türlü kötülüğün yeri oldu denebilir. Konya'nın dokusunu değiştirecek kişiler cirit atıyor buralarda. Hem gece hem gündüz. Bizler kafamızı gömüp şehrin dışını mesken edindik. Şehrin dışında temiz hava bol gıda alıyoruz almasına. Ama Konya'nın can damarı denilen mevkiler kaybedilmiş. Kendimizi kurtardık diye şükrediyoruz.

Dışarıdan Konya'yı görmeye gelen birinin uğrak yeridir Alaaddin tepesi ve Şemsi Tebrizi Türbesi civarı. Şehrimize misafir olarak gelen kişiler bu kişilerle muhatap oluyor, memleketine döndüğü zaman Konya'yı anlatırken bu bölgelerde gördüğüyle anlatacak şehrimizi. Şehri dokusunu değiştiren bu görüntüler öyle zannediyorum hiçbirimizin hoşuna gitmez.

Çok değil, çoğumuzun  çıkıp çay içtiğimiz, çekirdek çitlediğimiz, manzarasını seyrettiğimiz ve hatıra olsun diye fotoğraf çektirdiğimiz Alaaddin tepesini başı boş insanlara terk etmememiz gerektiğini söylüyorum. Konya'nın hassasiyetlerine uygun davranan kişilerin toplu halde buralara çıkıp eski hatıralarını canlandırmasını istiyorum. Çıkalım ki bize yabancı olan kişiler bizim varlığımızdan rahatsız olsun. Ama tek başına çıkmayalım, çünkü tek kişiye zarar da verebilirler. Belediye, zabıtası vasıtasıyla, polis de asayişiyle buralarda sık sık kontroller yapmalı diye düşünüyorum. 05/06/2017

Yolda görünce bana selam vermeyen kişi

Adını bilmediğim biri bana sanal alemden arkadaşlık isteği göndermiş. Garip karşıladım doğrusu bu isteği. Sahte hesap mı diye test ettim. Değil, hakiki sanal arkadaşlığı. Ne var bunda? Sanal alemde doğaldır bu tür arkadaşlık diyebilirsiniz. Doğrudur, buna da bir şey diyemem. Fakat bana sanaldan arkadaşlık teklifi yapan kişiyi size biraz anlatınca bana hak vereceğinizi düşünüyorum.

Mahallemde bir okulda müdür yardımcılığı görevi yapıyordu bir zamanlar. Zira birkaç defa okulunda o kişiyi koltuğunda  otururken görmüştüm. Çok  ciddi bir görüntüsü ile gördüm hep. Dağları ben yarattım der gibiydi. Bana ciddiyet ve resmiyet dense Türkiye'de sadece onu gösterirdim.

Bildiğim kadarıyla aynı mahallede oturuyoruz onunla. Çünkü kaç defa otobüs durağında gördüm. Selam vermek için yüzüne baktım, yüz vermedi hiç. Ben otobüs durağında beklerken o geldi, selam verir mi diye yüzüne baktım, hiç pas vermedi. Resmiyet ve ciddiyet böyle bir şey olsa gerek.

Ben de çok hevesli değildim selam vermeye ve selam almaya. Ancak "Tanıdığınıza ve tanımadığınız selamı yayın" diyordu peygamberimiz. Üstelik tenha bir muhitte otobüs/dolmuş beklerken göz göze geldiğin birine selam vermek kadar doğal bir şey yoktu. Ama hiç selam veremedim. Çünkü ne zaman yüz yüze gelsek yüzünü kaçırdı hep. Adama kızsam da gıpta ediyordum gizli gizli. Yıllardır aradığım ciddiyet ve resmiyeti bana öğrettiği için. Ayrıca öyle her gördüğüne selam verecek veya herkesin selamını alacak olsa orta yerde ne ciddiyet kalırdı, ne de resmiyet. Sonra bir selam verse biz hemen şımarır, kırk yıllık tanıdık gibi olur, ulu orta isteklerimiz olurdu. Yüz verirse astarını da isterdik. Zira kendisi bir okulda müdür yardımcısı idi. Adam bu işi biliyordu nitekim. Keşke bu kişiyi yıllar önce idarecilik yaparken tanımış olsaydım daha iyi olurdu. Zira veli, istediği gibi odama dalamazdı. Geç kalmıştım onu tanımada. Prensip sahibi olmak her zaman iyidir. Ciddiyeti seven ve resmiyete hayran biriydi belli ki.

Karşılaştığım zaman bana yüz vermeyen bu kişiye olan hayranlığım maalesef bugün itibariyle sona erdi. Çünkü gerçek hayatta selamı-sabahı esirgeyen kişi bana arkadaşlık isteği göndermişti. Kendi kendine prensibini çiğnemişti. Onu idol kabul etmem kısa sürdü. Demek ki gerçek hayatta ciddi ve resmi olmak gerekiyormuş ona göre. Sanaldan arkadaşlığın kime ne zararı vardı ki. Hem böylece sanaldan da olsa arkadaş sayısını artırmış oluyordu. Profiline baktım, arkadaş sayısı da epey fazla maşallah. Bu  kadar arkadaşı ciddiyet ve resmiyetinden dolayı edinmiş olsa gerek. Adı geçen kişi müdür yardımcısı değil de ya bir de müdür olsaydı acaba nasıl bir tavır takınırdı? Yanından geçebilir miydim? Bunları da düşünmedim değil.

Bugüne kadar sanaldan arkadaşlık teklifi yapan herkesi kabul ettim. Zira çoğunu tanıyordum. Az sayıda tanımadığım kişilerden gelen arkadaşlık isteğine de olumlu cevap verdim. Çünkü tanımadığım kişinin profiline bakınca ortak arkadaşları gördüm. Zira tanıdığımın  tanıdığı diyerek eyvallah dedim. Fakat bir zamanlar burnu havada pas vermeyen bu kişinin çok makul görünen arkadaşlık isteğine maalesef olumlu cevap veremeyeceğim, bir başka kapıya gitmesini istiyorum. bana gerçek hayatta yüz vermeyen bir kişinin sanaldan ne faydası olacaktı. Ne benim ona, ne de onun bana verebileceği bir şey vardı. Uzak dursun benden. Ne onu, ne gölgesini, ne de ihsanını istiyorum. 05/06/2017

4 Haziran 2017 Pazar

"Çalışıyon mu daha?"

04.06.2017 günü Açık Öğretim Fakültesi sınavında görev yapmak üzere saat sekiz sularında Selçuklu Mesleki ve Teknik Lisesinin bahçesine girdim. Bahçede in-cin top oynuyordu. Çünkü görev yerime bir arkadaşın sayesinde hayatımda hiç olmadığı kadar erken gelmiştim. Benimle beraber cümle kapısından giriş yapan tanımadığım bir görevli daha girdi.

Erkenden gelenlerdendik ikimizde. Yan yana geldik. Nefes almada zorlanıyordu yanımdaki. Güç-bela yürüyordu. Çünkü kısa boylu ve kilolu idi. Ayakları ise ayrık ayrık gidiyordu. Gözünde gözlüğü olmasına rağmen elindeki kağıda bakışından gözlerinde de sorun vardı anlaşılan. Kilo zaten o biçim. Döndü bana: "Çalışıyon mu daha?" dedi. İçimden hoppala! Bir ramazan sabahında gözümden uyku akarken adamın derdi bir başkaydı. Bana bu soruyu sormasa çatlayıp ölecekmiş sanki. Gücün atmış bahçeye kendini. Sabah sabah bu soruda gider miydi hiç? Üstelik hayatımda bir görmüşlüğüm yok, göz aşinalığı ise hiç. Gece boyunca uyumamış, gözlerimden uyku akıyor, kendi derdim kendime yetiyor zaten. Nereden istedim oruç oruç ben bu sınavı, şimdi evde olup iyi bir uyuma zamanı. Üstelik olmayan moralimi bozmak için Rabbim birini göndermişti. Madem soru sorup benimle tanış olmak istiyor, ilk önce bir selam verse, kimsin, necisin, dese hiç gam yemeyeceğim. Çünkü edeptendir, görgü kurallarındandır, örf ve adetlerimizdendir ilk önce selam vermek, hal-hatır sormak ve tanışmak. Neyse kimseye sabah sabah görgü kurallarından bahsedecek değilim. Zaten adam bu zamana kadar öğrenemediyse bu yaştan sonra zinhar öğrenemez zaten. Ben bu haleti ruhiyeyi yaşadım sabah sabah. Buna rağmen kendisine, "65 yaşına kadar çalışacağım" dedim. "Yok ya var mısın o kadar?" dedi.

Siz ne dersiniz benim verdiğim cevaba karşılık adamın sorduğu soruya. Anlaşılan adam ebleh biri. Anlama sorunu da var. Adamı tanımıyordum ama sorduğu sorudan odun gelip odun giden birine benziyor. Zira ben 65 yaşındayım demedim ki "Var mısın o kadar" diye sorsun. Çalışıyorum daha dedim. Ardından "58 var mısın" dedi. 54 yaşındayım, dedim. "Emekliliği hak ettin mi" dedi. "Yeni hak ettim, göreve geç başladım" dedim. O da "Ben de geç başladım" dedi, ardından binanın kapısından içeri girdik. Kapıda düzenini yeni kurmaya çalışan polise, "Burası A blok mu, yoksa B' mi" dedim. "A blok" der demez geri çıktım. Benim görev yerim B blok idi.

Aynı blokta olmadığıma şükrettim. Çünkü içeri girince her ne kadar birbirimizin adını-sanını bilmesek de yan yana oturacağız. Görev yerimize gidinceye adam daha bana ne kadar soru soracaktı kim bilir? Çünkü saat 9.00'a kadar ne yapacaktık? Ben yedek gözetmendim, ya bir de o yedekse işte o zaman yat ağla, kalk ağla olurdum.

Şimdi siz bu yazıyı okurken ben ondan kurtulmanın sevinç ve mutluluğunu yaşıyorum. Zira mübarek günde sabah sabah çekemezdim onun bu kadar sorduğu ve soracağı soruyu. Ya susup içime atacaktım, ya da "Sayın hocam! Sabah sabah rüyanda mı gördün, derdin ne? Susuver artık. İşin yok mu senin? Madem konuşmaya bu kadar heveslisin. Hiç olmazsa ilk önce nezaketen kim olduğumu, nerede çalıştığımı bir öğren, ondan sonra istersen yedi ceddimi sor-soruştur. Ayrıca hayatında ilk gördüğün ve tanımadığın biriyle bu kadar samimiyet doğru mu?..." derdim belki. Eskiden hizmet ne kadar oldu denirdi. Eskilerin sorduğu daha güzelmiş.
***
Emekliliği hak ettim şubat ayı itibariyle. Anlaşılan bundan sonra "Daha çalışın mı, emekli olmadın mı" diyenin sayısı eksik olmayacak. Devlet ne kadar geç emekli olursa benim için iyi gözüyle bakıyor bize. Üzerine vazife olmayan birileri de ne zaman ayrılacaksın diye gözümüze bakıp duracak. Ölmedin mi daha, ölmeyecek misin, niye yaşıyorsun, demek gibi bir şey bu.

Merak edenler için söyleyeyim, dört-beş yıl daha çalışmayı düşünüyorum. Faydalı olduğuma kanaat getirdiğim müddetçe çalışmaktan yanayım. Ama göz görmez, kulak duymaz, yürümekte zorlanır, ne dediğimi bilmez, ipe un sermeye başlar, işimi aksatır, idareye yük olduğumu hisseder, sınıfa hakim olamaz, sorulan bir soruya ne şekilde cevap vereceğimi bilemez bir duruma düşersem bir gün bile beklemez, emeklilik dilekçesini veririm.

Şimdi düşünüyorum da daha bana soru soracak olan sabahki adam acaba ben ondan kurtulduktan sonra kimi buldu gönül eğlendirecek? Kimi bulduysa Allah onun yardımcısı olsun.

Siz siz olun! Görev yerinize çok erken gitmeyin. Zira orada beklerken cins biriyle karşılaşır; ulu orta, olur olmaz soru sorar, moraliniz bozulur. 04.06.2017