Ana içeriğe atla

Konya'da orucun uğramadığı yer

Konya'da orucun, ramazanın uğramadığı yer desem hemen aklınıza otogar gelir. Hayır, derim. O zaman hastane dersiniz. Yine hayır, derim. O zaman neresidir burası? Sizi oruç oruç fazla uğraştırmayayım: Alaaddin Tepesi.

Baştan söyleyeyim, kimsenin oruç tutup tutmadığında değilim. Tutan kendisine tutar, tutmayan da kendine tutmaz. Kimseyi ayıplayacak değilim. Ne tutan benim sevabıma ortaktır, ne de tutmadığı için sevabını almayan kişinin ecri bana yazılıyor. O zaman derdin ne derseniz? Benimki bir merak daha doğrusu. Birkaç yıl öncesinde yanıma iki arkadaşı alıp yıllardır çıkmadığım Alaaddin Tepesine çıktım bir ramazan günü. Mevlana Türbesine batan tepeden çıktım, tepenin zirvesinde biraz oturdum, sonra İnce Minare tarafından indim, uzaklaştım. İstisnalar kaideyi bozmaz ama ne kadar kişi görmüşsem ya sigara içiyor, ya bir şeyler yiyor gördüm. Anlaşılan ramazan uğramamıştı bunlara ve buralara. Çarşını ortasında olmasına rağmen çoğu kimsenin uğrak yeri değil burası, etrafında döner, işini halleder, çeker gider. Tepe, ipini koparmış kimselerin daha rahat hareket edebileceği zula bir yer olmuş. Her bir tarafı lalelerle süslü tepe bu tiplere hizmet ediyor. Herhangi bir değişiklik var mı diye bugün o değilden İnce Minare tarafından yukarıya doğru bir çıktım, zirveye varmadan geri döndüm. Zira birkaç yıl öncesindeki gördüğüm manzaradan farklı bir durum yoktu. Yayılmış yine birileri. Kimi aşk-meşk peşinde, kimi vakit geçirmeye çalışıyor. O güzelim tepe bu tiplerin tekelinde.

İyiler veya bir memleketin dokusunu oluşturan, kültür ve geleneğini oluşturan insanlar nereyi terk etmişse tabiat boşluk kabul etmez misali boşluklar birileri tarafından doldurularak sahipleniliyor. Artık gerçek sahiplerine yabancılaşıyor buraları. Şehrin gerçek sahipleri buraları terk edince ipi kopuk insanların meskeni haline geliveriyor hemen. benim bu değerlendirmem sadece Alaaddin Tepesiyle sınırlı değil. Konya'nın merkezi sayılan Arapoğlu Makası, Şems civarı artık bir başkalarının elinde. Ne buralarda kalan var, ne de uğrayan. kazara işi olan varsa hızlı bir şekilde işini halledip uzaklaşıyor buralardan. Artık buralar her türlü kötülüğün yeri oldu denebilir. Konya'nın dokusunu değiştirecek kişiler cirit atıyor buralarda. Hem gece hem gündüz. Bizler kafamızı gömüp şehrin dışını mesken edindik. Şehrin dışında temiz hava bol gıda alıyoruz almasına. Ama Konya'nın can damarı denilen mevkiler kaybedilmiş. Kendimizi kurtardık diye şükrediyoruz.

Dışarıdan Konya'yı görmeye gelen birinin uğrak yeridir Alaaddin tepesi ve Şemsi Tebrizi Türbesi civarı. Şehrimize misafir olarak gelen kişiler bu kişilerle muhatap oluyor, memleketine döndüğü zaman Konya'yı anlatırken bu bölgelerde gördüğüyle anlatacak şehrimizi. Şehri dokusunu değiştiren bu görüntüler öyle zannediyorum hiçbirimizin hoşuna gitmez.

Çok değil, çoğumuzun  çıkıp çay içtiğimiz, çekirdek çitlediğimiz, manzarasını seyrettiğimiz ve hatıra olsun diye fotoğraf çektirdiğimiz Alaaddin tepesini başı boş insanlara terk etmememiz gerektiğini söylüyorum. Konya'nın hassasiyetlerine uygun davranan kişilerin toplu halde buralara çıkıp eski hatıralarını canlandırmasını istiyorum. Çıkalım ki bize yabancı olan kişiler bizim varlığımızdan rahatsız olsun. Ama tek başına çıkmayalım, çünkü tek kişiye zarar da verebilirler. Belediye, zabıtası vasıtasıyla, polis de asayişiyle buralarda sık sık kontroller yapmalı diye düşünüyorum. 05/06/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde