13 Mayıs 2017 Cumartesi

Sorumlu öğrencinin böylesi

10 Nisan 2017 günü tüm yedinci sınıflara ortak sınav yaptım. Bir iki gün içerisinde sınav kağıtlarını okudum, sisteme notlarını girdim. Sınava giremeyen öğrencilerin numaralarını ayrı bir kağıda not ettim. Sınava giremeyen öğrencilere haber göndererek 7/B sınıfına gelmelerini söyledim. gelen öğrencilere işaret koydum. Ders işlerken bu sınava giremeyen öğrenciler de bir taraftan sınav oldular. Akşamında bu notları da girerek giremeyen öğrenciler için yeni bir liste oluşturdum. Halen üç öğrenci sınava girmemişti. Birkaç defa sınıflarına haber gönderdim, aradığım öğrenciler yoktu. 

Sınavı yaptıktan bir ay sonra dersine girdiğim bir öğrenci yanıma geldi, "Öğretmenim ben sınava girmedim, beni sınav yapabilir misin?" diye. Kendi kendime, "Sınava girmeyen öğrenciler arasında bu öğrenci yok ama neyse...demek ki yaşlanıyorum, bu öğrenci gözümden kaçmış olmalı" dedim. Ön sırayı boşaltarak eline sınav kağıdını verdim. Zil ile birlikte öğrencinin verdiği kağıdı okudum 27 aldı. teneffüste de öğrencinin rehber öğretmeni yanıma gelerek "Hocam, öğrenci size söyleyememiş, sınava girememiş, çoğu zaman okula gelmiyor, sınav yapabilir misin" dedi. Hocam az önce yaptım, sorun yok dedim. 

Akşam e-okul sistemine notu girmek için oturdum.  Not vereceğim sütunda öğrenciye ait 70 puan yazılıydı. Bir an için acaba ben bu öğrenciye sınav olmadan puan mı yazdım, eğer öyleyse ülke yeni bir öğretmen faciasıyla karşı karşıya... artık emeklilik dilekçemi vermemin zamanı gelmiş de geçiyor, dedim. Düşündüm, taşındım...bu öğrencinin zamanında sınava giremeyen diğer öğrenciler gibi 7/B sınıfında sonradan sınava girdiğini tespit ettim. Ertesi günü öğrenciyi yanıma çağırdım. ""yavrum, girdiğin bir sınava tekrar niye girdin? Ben seni 7/B sınıfında sonradan sınav yapmamış mıydım?" dedim. Öğrenci, "Öğretmenim benim 7/B sınıfında sonradan girdiğim sınav birinci dönem birinci sınav idi. Şimdi biz ikinci dönem birinci sınavını olduk" dedi. "be çocuğum! Sen ilk dönem ilk sınava da gelmedin, yine 7/B sınıfında yapmıştım. Sen bu sınava girmişsin. Sonra ilk girdiğin sınavda aynı sorulardan 70 alırken yine aynı sorulardan bir ay sonra 27 almak da neyin nesi?" dedim. Öğrenci, "Girmiş miyim" diyerek hayretini ifade etti. Ardından "Ben 70'in altında puan aldığım için koyduğunuz kural gereği fotokopi kağıdı parasını vermiştim, dedi. "Sen 70 almışsın, git paranı geri al" dedim, yürüdüm.

Gördüğün değil mi sorumlu öğrencimi. Sorumluluğu o kadar fazla ki girdiği bir sınava bir daha giriyor, bir daha giriyor. Be yavrum! aynı soruları görünce de mi "Ben bu soruları daha önce yapmıştım" demedin? Ne diyeyim ben sana. Daha bu yaşta...Sorsan dün akşam ne yediğini, öyle zannediyorum, onu da hatırlamayacak. 

Sorumlu öğrencimin sayısı bu kadarla da sınırlı değil. Sınıfın birinde sınav kağıtlarını okudum, yanlışlarını görmeleri için yazılı kağıdını tek tek dağıttım. Biri geldi yanıma, "Öğretmenim, kağıtta 79 yazılı. Siz e-okula 69 şeklinde yanlış girmişsiniz" dedi. Hemen notlarımın arasına aldım, düzeltilmesi için. Ardında öğrencilere genel bir duyuru yaptım. "Çocuklar! 403 tane kağıdı okuyarak sisteme girdim. Gözden kaçıp yanlış yazmış olabilirim," dedim.  Akşam öğrencinin notunu düzeltmek için bilgisayarın başına oturdum. Öğrencinin puanı 79 idi. yani kağıtta yazılı olan notu ile aynı idi. Değiştirmemi gerektiren bir durum yoktu. Ertesi hafta dersine girdiğimde öğrenciye, "Yavrum, nasıl baktın da 69 gördün. Sen kendi bölümündeki notu bile yanlış görüyorsun" dedim. Öğrenci, "Ama ben 69 gördüm" diye manidar bir şekilde baktı. Halbuki ne akdar da sevinmişti, öğretmenin bir hatasını buldum diye.

İşte size bir sorumlu öğrenci daha. Çok beğendi iseniz size gönderebilirim bu iki öğrenciyi. 13/05/2017


11 Mayıs 2017 Perşembe

"Dilin kemiği yok" nereden doğdu?

Böyle bir sayfaya ihtiyaç var mıydı? Ya da niye ihtiyaç duyuldu? Nereden doğdu?

2009 yılında bir lisede görev yaparken bir face furyasıdır gidiyor. Öğrencinin biri geliyor, diğeri çıkıyor: "Hocam bana facede falan şunu yazmış, bunu yazmış” diye. Bazen de kavgalara, atışmalara sebebiyet veriyordu.  Bu nedir ne değildir diye bilişim formatörüme sordum: “Sanal alemde yazışma ve paylaşımların yapıldığı, uzun süre vaktin harcandığı yer” diye  bahsetti. İsminden de hiç haz almamıştım bu Facebook'un zaten. Çoğu zaman da yazıldığı gibi okudum.

Öğrencileri bu alemden uzak tutmak, derslerine yoğunlaşmalarını sağlamak amacıyla zaman zaman tören esnasında zararlarından bahsederdim.

O liseden ayrıldıktan sonra bir topluluk ile otururken "Eski arkadaşlarıma ulaştım Facebook vasıtasıyla" şeklinde konuşmalarına şahit oldum. Bir gün nedir diyerekten bu alemden bir adres aldım. Neyi, nasıl yapacağımı bilmeden zaman zaman girip çıkıyordum evdeki masaüstü bilgisayarımdan. Karşı olduğum yerin bir üyesi de ben olmuştum artık. İnsanın ayıpladığı başına gelmeden ölmezmiş denir ya. Benimki de öyle oldu. Ne de olsa bir faniyim.

2014 yılında  çocuğuma bir tablet aldım. Çocuğum zaman zaman "Baba, al biraz da sen bak" der, kabul etmezdim; “Ben bu dokunmatiklerden anlamam, benimki basmatik olacak” derdim. Çocuk gösterdi şöyle yapacaksın diye. Oturduğum yerden bazı köşe yazılarını okumaya başladım. Buradan faceye girmeye de başladım.

Tableti kullanmaya aşina oldukça kendime güvenim geldi. Gündeme dair duygu ve düşüncelerimi yavaştan çalakalem yazmaya başladım. Yazdığımı paylaşmaya başladım imla kurallarına dikkat etmeden. Zaten imlaya dikkat etmem mümkün değildi, küçücük tabletten sayfanın başını sonunu göremiyordum.

Bir zaman sonra cep telefonumu değiştirmem gerekti. Bu sefer akıllısını aldım, tablet kadar büyük olmasa da. Toplu ulaşım araçlarında iş gereği geliş-gidiş yaparken telefonun not defterine yazıp paylaşmaya başladım. Artık yazdıklarımın dozu iyice artmıştı. Evde çay içerken de telefon yanımdaydı artık. Aklıma geleni yazıp paylaşıyordum.

Bir gün sabah okula geldim Kasım 2015'in sonları. Bilişim öğretmenim yanıma geldi. "Hocam bir web sayfası kuralım, senin bu yazılarını oraya aktaralım istersen" dedi. "Gerek var mı hocam, sonra kim okur" dedim. "Hocam okunmasa da tüm yazılarınızı bu sayfada toplarız" dedi. Yazıların web sayfasında toplanmasına karar verdik. "Adı ne olsun?" dedi. Ağzımdan gayri ihtiyari "Dilin kemiği yok" olsun dedim. Adı da bu şekilde çıkmış oldu. Öğretmenimiz hemen gidip adresi aldı. 1,5 ay kadar geriye doğru benim Facebook'taki paylaşımları kopyalayarak ‘blog’umuza aktardı.

Önceki yazdıklarım ne kadar onu bilmiyorum. Sonraki yazdıklarımı da ona gönderip yayımlanmasını sağladı. Bir gün kendisine "Hocam, seni daha fazla rahatsız etmeyeyim. Bu yazılar sayfada nasıl yayımlanıyor gösterir misin" dedim. Onu da gösterdi. Şimdi kendim yazıp yayımlıyorum. Sayfamızdaki yazıların bir kısmı facede yazdıklarımın  ‘blog’a aktarılmasından ibarettir. Tüm yazdıklarımı bu sayfamda topluyorum. Blog, benim için bir arşiv niteliğinde.

Yazılarımdan bir kısmı; haftada üç gün  "anadoludabugun.com.tr" ve Anadolu'da Bugün gazetesinde, haftada bir gün "kahtasoz.com" web sayfasında, belirli aralıklarla "ladik.biz" sitesinde yayımlanmaktadır.

Yazılarımı yazarken  kimseyi üzme, herkese şirin görünme gibi bir düşüncem hiç olmadı. Kendimce dert edindiklerimi kendi küçük penceremden aktarmaktır derdim. Yazdıklarımın doğru olduğu iddiasında hiç değilim. Sayfam ve yazılarımla ilgili görüş, öneri ve yorumlarınız benim cahil cesaretimi artıracaktır.

Sayfamı ve yazılarımı takip edenler imla ve yazım hatalarını hemen fark edebilirler. Bunun sebebi de tablet ve cep telefonu marifetiyle çabucak yazılarak face'ye aktarılmasından dolayıdır. Sayfamdan sonra yeni gönderdiğim yazılarımda imla kurallarına daha dikkat etmeye çalışıyorum. Ne kadar dikkat edersem edeyim Türkçe imla kurallarının içinden çıkmak gerçekten mümkün değil. 

Bu vesileyle yazım ve imla kurallarından dolayı eksikliklerimiz için takipçilerimizin affına sığınırım. Bu vesileyle bana cesaret verip yol gösteren “dilinkemigiyok.blogspot.com.tr” adresini açıveren ve yazılarımı aktaran Bilişim Teknolojileri Öğretmeni Sayın Mustafa YILDIRIM’a çok teşekkür ederim. 07/02/2016

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Öğretmenliğimin 25.yılında diplomamın sahte olmadığını ispatlamama ramak kaldı

Yazımın başlığına "MEB peşimde, diploma serüvenim" adlarını koymak da mümkün. Bu iş başka bir işe benzemez. Tamamen diplomamın sahte olmadığını ispatlamak üzerinedir.

Baştan söyleyeyim, diplomanın sahte olup olmadığı konusunda devleti hep ciddi gördüm. Eksik olmasın, bana kapısında iş verdi vermeye. Ama 25 yıldır da diplomamın sahteliği ve hakikiliği konusunda ne elimdeki belgeye güvendi, ne de bana. Sürekli değişik yöntemlerle test etmeye devam ediyor. Devlet ciddiyeti dedikleri bu olsa gerek. Emekli olmadan önce devlet diplomamın sahte olduğunu ispatlarsa mutluluğuna diyecek yok.
 ***
1992 yılının ilk ayında atamamın yapılabilmesi için içerisinde lisans diplomamın aslı ve noter onaylı fotokopisi de olmak üzere Ankara’ya giderek istenen belgeleri elden teslim ettim. Görevli kişi,  verdiğim evrakı tek tek inceleyerek aldı. Nice sonra gelen tebliğat ile birlikte göreve başladım. Okulda göreve başlarken de kararname ile birlikte yine diplomamın fotokopisini memura verdim.

2002 yılında memleketim Konya’ya alanım kapalı olduğundan tayin isteyemedim. Son çare Adana’ya nakil geldim. Bir gün okulumuz müdür başyardımcısı toplantıda, “Arkadaşlar, bilgilerinizi kontrol etmek için “ilsis.meb.gov.tr” ye girmeniz gerekli, dedi.  Nedir bu ‘ilsis’ dedikleri diyerek istenilen adrese girdim. Bilgilerimi kontrol ettim. Deve gibiydim. Hangi bir tarafım düzeltilecekti. Bir tane yanlışını söyle derseniz, atama branşım Mobilya Dekorasyon Öğretmenliği yazıyordu, desem sanırım diğer yanlışları saymaya gerek yok. Hazır görev yaptığım branşım olan İHL Meslek Dersleri Konya'ya kapalıyken acaba yeni branşımla tayin mi istesem mi diye düşünmedim  değil. Tek tek yanlışlarımı not ederek il milli eğitim müdürlüğündeki ilsis’ten sorumlu memurun yanına gittim. Görevliye durumumu izah ettim. "Gel, otur yanıma, düzeltelim," dedi. İlk göreve başlama tarihimden, nakil gittiğim yerlere ait başlama ve ayrılma bilgisini, ardından ilgi ve alakamın olmadığı atama branşımı, aile ve çocuk bilgisi artık o günün şartlarında yeni ortaya çıkan bu il sicil ortamı adı verilen elektronik ortama bilgilerimi vererek düzelttirdim. Bilgilerimi giren memura, "Bana zaman ayırdığınız için teşekkür ederim, size zahmet oldu" dedim. "Önemli değil, bu zaten bizim görevimiz, keşke herkes senin gibi tüm bilgilerini bilerek gelse" dedi. Tekrar teşekkür ederek ayrıldım. İçimden madem göreviniz idi, be kardeşim! Ben buraya gelmeden niye düzeltmediniz, dedim yolda. Yine de içim içime sığmıyordu, evrak istenmeden bilgilerimi beyanıma dayalı olarak düzelttikleri için.
 ***
2010 yılından sonra SGK'nın "Hizmet Takip Programı" adını verdiği 'HİTAP' gündemimize oturdu. O zamanlarda önceleri ilsis olan elektronik ortamın adı artık MEBBİS idi. Mebbis'teki diploma bilgilerinin kontrol edilmesini istiyordu Bakanlık. Okul müdürlerine bilgileri düzeltme imkanı verdiler. Çoğu öğretmenin diploma bilgileri yanlıştı. Öğretmenlerden diplomalarını istedik. Bilgilerini girmeye çalıştık. Fakat çoğu öğretmenin mezun olduğu okulun adı değiştirildiği için bilgilerini düzeltemedik. Sonunda öğretmenlerin diplomalarını aslı gibidir şeklinde onaylayarak tarayıp Bakanlığın düzeltilmesi için göndermemizi istediği adrese e-posta yoluyla gönderdik. Bugün yarın derken 'HİTAP'tan bir gelişme olmadı. 
 ***
2015-2016 yılında Bakanlık personelin diploma bilgileriyle MEBBİS kayıtlarını karşılaştırmamızı istedi. Personelden diplomalarının hem asıllarını hem de fotokopilerini istedik. Bilgileri doğru olan öğretmen ve personelin diploma fotokopilerinin arkasına "Diploma bilgilerimde bir yanlışlık yoktur" şerhi yazdırarak imzalarını aldık. Bilgilerinde yanlışlık olan varsa ilçe milli eğitim müdürlüklerinde kurulan komisyona gönderdik personeli. Tüm bilgiler düzeltildikten sonra arkası personel tarafından “Bilgilerim doğrudur” şerhli ve imzalı diploma fotokopilerini bir dosya içerisine koyarak personel listesiyle birlikte kontrol edilmek üzere ilçelerde kurulan komisyona teslim ettik. Süresi içerisinde komisyon üniversiteden gelen yetkili ile birlikte diplomalarımızı didik didik inceledi. Sonunda diploma bilgilerimizin test edilmiş ve onaylanmış şekli MEBBİS ortamında yerini aldı. Bir şükür çektik sonunda.

Sıkıldınız biliyorum, yeter artık! Nedir bu senin diploma serüveninizden dediğinizi işitir gibiyim. Ben de tamam bitti diyecektim ki maalesef bitmemiş. Şimdi de KBS sistemine yeni öğrenim bilgileri ekranı işlenmiş. Sistem bunu YÖK’ün yeni kurduğu YÖKSİS sisteminden alması gerekiyormuş. “Ne var bunda görevliler girer” diyebilirsiniz. Okulun müdür yardımcısı KBS’de diploma bilgileri görünmeyen bir liste göndermiş. Kambersiz düğün olur mu 50’den fazla personel isminin bulunduğu listede ben de vardım. E-devlet’e girerek diploma bilgilerimi kontrol ettim, orada da yok. İş başa düştü. Son çare bir dilekçenin ekinde nüfus cüzdan fotokopisi ve diplomamın fotokopisini ekleyerek mezun olduğum okuluma müracaat edeceğim. Onlar da YÖKSİS’e girerek KBS’den ve e-devlet’ten görünecekmiş. Diploma bilgileri görünmeyen öğretmenlerin hepsi mezun olduğu üniversitesinin ismi değişenlerden oluşuyor. Yani sorunun kaynağı, değişen üniversitelerin isimleri. Yetkililer oturdukları yerden isim değişikliği yapıyorlar, sen de o değişen isimlerin hatırına o kapıdan bu kapıya giderek yorul. Diploma bilgilerini girdirmeye çalış. 

Bugün öğrendim. Dilekçe ile mezun olduğumuz üniversiteye müracaat ediyormuşuz. Onlar dilekçeyi alıp mezun olduğumuz önceki üniversiteye gönderip onlar gireceklermiş bu bilgileri. Okul 12 Mayıs’a kadar bilgilerinizi sisteme girdirin desin. Üniversite ise verdiğimiz/vereceğimiz dilekçeleri toplayıp göndermek için evrak istifi yapsın. Anlamadığım, birilerinin yapmakla görevli olduğu mezuniyet bilgilerimin ben niçin peşinden koşayım? Niye birileri, görevini yapmayan YÖK’e sormaz bunu? Niçin YÖK, doğru ve test edilmiş, tek tek kontrol edilerek MEBBİS ortamına girilen öğretmen bilgilerini MEB’in sistemine girerek almaz? Sorulacak soru çok. Ama hepsi cevapsız. Ayrıca öğretmenin işi ne? Zaten ne iş yapıyor ki? Atlayıp eski üniversitesine gitsin, sisteme tıpkı benim Adana MEB’de memura söyleyip düzelttirdiğim gibi girdirsin.

Allah vere de emekli olmadan önce diplomanın bana ait olduğu ve bu üniversiteden mezun olduğum anlaşılır. Anlaşılmazsa bunca yıl çalıştıktan sonra kapının önüne konmakta var. Haydi, kapının önüne konduk, diyelim. Ya devlet, diplomamın gerçekliği ispatlanamadığı için işime son verdikten sonra 25 yıl boyunca aldığımız maaşları geriye almaya kalkarsa… Biliyorsunuz devlet verdiğini geriye alırken yasal faiziyle birlikte ister. İnşallah verdiklerini geriye alırken 5 Nisan veya 2001 ekonomik krizinden kaynaklanan gecelik faiz üzerinden hesaplamaz.

Diploma bilgilerimi YÖK sistemine işletmekle işimiz biter mi? Sanmıyorum. Öyle zannediyorum devlet daha güvenilir olsun diye bu işin başka sağlama yollarını da bulacaktır ve bulmalıdır. Mesela bilgilerimiz YÖKSİS’e girdirildikten sonra ayrı bir pencere açıp mezun olduğumuz yıl sınıfımızda ve dönemimizde hangi kişiler vardı? Umarım bu bilgileri istemez. Aslında istese fena olmaz. En azından birbirimize, “Bu adam gerçekten sizin sınıfta mıydı” diye sorar.

Gördüğünüz gibi öğretmenin mezun olması yetmiyor. Göreve başladıktan sonra da zaman zaman diplomasının sahte olup olmadığını ispatlaması gerekiyor. Umarım emekli oluncaya kadar bu iş hitama erer. Eğer ermezse bu demektir ki, öğretmenin diploma çilesi bitmez. Aha size bir başlık daha: Öğretmenin diploma çilesi… İsterseniz başlığı siz koyun. Hepsi olur.

Sahi, yetkililerimiz oturdukları yerden okul ve üniversitelerin adını değiştirip yeni problemler açtıklarına göre biraz da kendi isimlerini değiştirseler nasıl olur? Bence fena olmaz. Bu şekilde biraz da onlar uğraşmış olur. 10/05/2017