Eğitim yönünden miadını dolduran okullarda devam eden öğretim ise can çekişiyor. Bu gidişle öğretim de mevta olacak. Eğitimi yapılmayan, ihmal edilen bir eğitim sisteminin öğretiminden de hayır gelmez. Eğer radikal ve kalıcı kararlar alıp uygulamaya geçilmez ise geleceğimiz karanlık demektir.
Değişmeyen tek şey değişim denir. Her şeyimiz değişiyor fakat nedense okullar yerinde sayıyor hatta gerisin geriye gidiyor. Okullar iyice kangren haline gelmeden velinin, öğrencinin, öğretmenin, okul idaresinin, basın ve medyanın, okulun iç ver dış paydaşlarının sorumluluk alanlarını belirlemek, sorumluluğun yerine getirilip getirilmemesine karşılık hesap sorma ve hesap verme, ödül ve ceza, mükafat ve yaptırımlar dönemine geçilmesi gerekir.
Okullarda eğitim ve öğretim yapılıyor diye hiç kendimizi kandırmayalım. Bir defa okullar sadece öğretim yapıyor görünüyor. Görünürde herkes okullardan bir şey bekliyor. Fakat ne devlet, ne vatandaş, ne öğrenci ne veli hiçbiri okullardan bir şey beklemiyor. Bugün okullar sadece diploma veren kurumlar haline geldi. Okula sürekli gelen de alıyor, ara sıra bir uğrayan da. Okulun altını üstüne getiren de alıyor, sorumluluğunu taşıyan da. Bu açıdan baktığımız zaman okula kayıt yaptıran öğrencilerin tamamı başarı göstererek mezun etme yönünden okullar yüzde yüz başarılı. Bu yüzden diploma vermede fire vermeyen sorumlular ödül ile mükafatlandırılsa(!) yeridir. Çünkü hiçbir iş yerinde yüzde yüz efor olmaz. Fırıncı bile zaman zaman bozuk ekmek çıkarır, çıkan bu ekmeği düzgünlerin içinden ayırır. Fabrika; imalat hatası mal çıkarır, onu hemen iyilerin arasından ayrı bir yere koyar. Manav; sattığı malın arasından çürüklerini ayıklar, diğerlerine de sirayet etmesin diye. Aklınıza gelebilecek her yerde düzgün çıkmamış imalat hatası mallar ayıklanır. Çünkü satışa çıkan mal özürlü ise müşteri kaybeder, malı geri gelir.
Seçmenin olmadığı tek yer okullardır. Okul çağına gelmiş herkesin okuduğu yerdir buralar. Hırlısı da gelir, hırsızı da. Çoğunluğu sorumlu ailelerin çocuklarının okuduğu bu okullarda eğitim ve öğretim namına hiçbir şey almayacak olan ya da verilemeyecek olan, hedefsiz bir kitle var. Tüm okul bunlarla uğraşır. Öğretmenin ilk tanıdığı öğrenciler bunlardır. Devamsızlıktan kalmadığı müddetçe sınıf geçme ve diploma alma garantisi vardır. Devletin vergilerimizle yapıp teslim ettiği sırayı öğrenci istediği şekilde karalayacak, çizecek, yontacak, oluşturduğu çer çöpü, sınıfına veya bahçeye atacak, okulun duvarlarına yazı yazacak, dersi istediği şekilde kaynatacak, ders malzeme ve materyali getirmeyecek, ödevini yapmayacak... Öğrenci her yaptığında velisi ile birlikte haklı olacak, hiç sorumluluk taşımayacak. Okulun, öğretmenin ve okul yönetiminin hiçbir yaptırımı olmayacak ve her yapılandan okul sorumlu olacak...Öğrenci ve velinin arkasında koca basın, STK'lar ve devlet olacak. Sonunda okuldan mezun olacak. Herkes gibi diploma sahibi olacak.
Bir makinenin dişlileri gibi geri kalmadan mezun olan bu çocuklar hayata adım atınca bu sefer başlıyor herkes okulları suçlamaya. "Ne biçim öğrenci yetiştiriyorsunuz" diye. Ne isterdiniz ki? Bundan iyisi can sağlığı. Kimse okullara kızmasın. Zira okullar diploma vermede yüzde yüz başarılı. Hangi biriniz ürettiğiniz her şeyde bu kadar başarılısınız.
Eğitim ve öğretim konuşuyoruz, biraz ciddiyet derseniz okullar ciddi olmaya hazırlar. Yeter ki okulla ilgili olan uzaktan kaval okuyanlar bu konuda ciddi ve samimi olsunlar. Okullar ciddi bir eğitim ve öğretim vermek için yeterli misyon ve vizyona sahiptir. Tek istedikleri okula gelen öğrenciler içerisinde çalışan öğrenci ile çalışmayan öğrenci ayırt edilsin. Çalışmayanın yanına kar kalmasın hiçbir şey. Dersine çalışmayan, dersin işlenmesine engel olan öğrenci akranlarına göre bir alt sınıftan gelecek sisteme yeniden dönelim...yani diğer kurum ve kuruluşların, sanayi ve üreticilerin yaptığı gibi çürükleri ayıklayalım, istediğiniz kalite ve verim hemen gelir. Biz bir çürüğü kurtaracağız, devlete maliyeti olmayacak mantığından kurtulmazsak iyileri ve sorumluluk sahibi çocukları da kaybederiz. Eğer çürükleri ayıklama işini yapmazsak bu gidişle okullar ders işlenemez noktaya gelir. Daha biz çok havanda su döveriz. Havanda su dövmekle kalsak yine iyi. Bu gidişle kafamızı çok duvarlara vuracağız.
Şu anda okullarda eğitim ve öğretim alan tek kesim var: öğretmenler. Hedefi olmayan öğrencilere karşı sabretmenin, onlara vurmamanın, dişlerini sıkmanın, onlara hakaret etmemenin, nazik konuşmanın eğitimini alıyor. Öğrenci ne yaparsa yapsın onu sınıf geçirmeyi , elleri kolları bağlı durmayı öğreniyor, kendi saçını-başını yolmayı öğreniyor. Dersten çıkınca savaştan çıkan asker ve komutan misali: "Hele şükür ya Rabbi, bu dersten de kazasız belasız çıktım, sana ne kadar şükretsem az" diyerek dua etmeyi ve şükretmeyi öğreniyor. 01/12/2016
1 Aralık 2016 Perşembe
Ekmeğini ekmek pişirerek kazananlar
Saat 15.00 suları akşam ekmeğini almak için fırına girdim. Ekmek alırken ekmek pişiren ustaya; kolay gelsin, ne zamandan beri çalışıyorsun dedim. "Sabah altı buçuktan beri" dedi. Allah yardımcın olsun diyerek çıktım fırından.
Akşam kaça kadar çalışıyorsun demek aklıma gelmedi. Daha kaça kadar çalışacak kim bilir? Dün gece evine saat kaçta gitti? Onu da bilmiyorum. Ekmek alırken çalıştığı alana bir göz attım. Daracık bir manevra alanı, karşısında sürekli yanmakta olan ateş ve hep ayakta. Sabahın altı buçuğundan üçe kadar sekiz buçuk saat geçmiş. Ateşin karşısında elinde kürek önce ateşe sürüyor hamuru, pişeni çıkarıyor, boşalan yere tekrar hamur sürüyor. Akşam iş bitinceye kadar ne kadar ter boşalır sırtından yine en iyisi kendisi bilir. hangi birimiz 11-12 ayakta çalışarak dayanabiliriz ki?
Gördüğüm kadarıyla işi zor, her adamın harcı değil yaptığını yapmak. Alın terleterek kazanmak dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Fırın kendisinin mi, yoksa çalışan mı bilmiyorum ama kazancı sonuna kadar helal böyle çalışanların. Hile yok, hurda yok. Alın terleterek kazanıyor elinin emeğini, çoluk-çocuğunun rızkını. Allah başımızdan eksik etmesin böylelerini. Fırında ekmekle beraber pişen bu insanlar olmazsa evinde ekmek yapmayı bilmeyen biz hazır yiyici, kolaya kaçanlar ne yapar, merak ediyorum. Umarım bu fırın ustaları emeğinin karşılığını fazlasıyla alıyorlardır diyeceğim. Ama çok da kazandıklarını sanmıyorum. Çünkü bizde bedenen çalışanlar tam hak ettiği gibi karşılığını alamıyor hiçbir zaman.
Adam orada çalışadursun. Ekmek almaya gelenlerin gözü ise hangi ekmeği seçeyim derdinde. Çoğu zaman ekmeği de beğenmeyiz. Hele bir de tüm ekmekler elimizin ulaşacağı şekilde gözümüzün önünde ise tümünü bir elden geçiririz hangisini alayım diye. Bereket aldığım fırın elimizin ulaşamayacağı şekilde satışa sunmaktadır ekmeği. İçerideki görevli vasıtasıyla alabiliyoruz ekmeğimizi. Bazıları gözüne kestirdiği ekmeği vermesi için elemanla neredeyse: "Hayır o değil, şu, yok, yanındaki" şeklinde oynuyor durmadan. Aklı sıra ekmek seçiyor. Nihayet istediği ekmeği alıp giderken içinde bir ukde olarak kalıyor ekmeklerin tümüne dokunamadım diye. Bütün bu konuşmaları, dilinden başka vücudunun tümü çalışan fırıncı da sessiz bir şekilde çalışmasına devam ederek geçiştiriyor. Aslında ekmek beğenmeyen bizleri yarım saatliğine fırının önüne koyup buyur beğendiğin ekmeği kendir pişir demek lazım. Ekmek bu. Bazen fazla kızarız, bazen biraz yanmış olur, bazen iyice pişmemiş olur, bazen yamuk olur. Ama ekmek bu. Gözünün önünde pişen bir ekmek. Bu ekmeğin ekmek olmadan önceki aşamalarını saymıyorum bile.
Emeğe ve ekmeğe saygı göstermek lazım. Ekmek seçerken de gözümüze kestirdiğimizi almak lazım. Hepsini elden geçirme, altını üstüne getirme gibi bir görevimizin olmadığını bilmemiz; bilmiyorsak da birilerinin bize öğretmesi gerek bu işi. Hele ekmek bayat diye yemeyip dışarı bırakanları da mutlaka pişirmek için ustanın yanına koymak gerek tez elden. Beğenmediği nimetin nice zorluklarla çıktığını görmesi için. 01/12/2016
Akşam kaça kadar çalışıyorsun demek aklıma gelmedi. Daha kaça kadar çalışacak kim bilir? Dün gece evine saat kaçta gitti? Onu da bilmiyorum. Ekmek alırken çalıştığı alana bir göz attım. Daracık bir manevra alanı, karşısında sürekli yanmakta olan ateş ve hep ayakta. Sabahın altı buçuğundan üçe kadar sekiz buçuk saat geçmiş. Ateşin karşısında elinde kürek önce ateşe sürüyor hamuru, pişeni çıkarıyor, boşalan yere tekrar hamur sürüyor. Akşam iş bitinceye kadar ne kadar ter boşalır sırtından yine en iyisi kendisi bilir. hangi birimiz 11-12 ayakta çalışarak dayanabiliriz ki?
Gördüğüm kadarıyla işi zor, her adamın harcı değil yaptığını yapmak. Alın terleterek kazanmak dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Fırın kendisinin mi, yoksa çalışan mı bilmiyorum ama kazancı sonuna kadar helal böyle çalışanların. Hile yok, hurda yok. Alın terleterek kazanıyor elinin emeğini, çoluk-çocuğunun rızkını. Allah başımızdan eksik etmesin böylelerini. Fırında ekmekle beraber pişen bu insanlar olmazsa evinde ekmek yapmayı bilmeyen biz hazır yiyici, kolaya kaçanlar ne yapar, merak ediyorum. Umarım bu fırın ustaları emeğinin karşılığını fazlasıyla alıyorlardır diyeceğim. Ama çok da kazandıklarını sanmıyorum. Çünkü bizde bedenen çalışanlar tam hak ettiği gibi karşılığını alamıyor hiçbir zaman.
Adam orada çalışadursun. Ekmek almaya gelenlerin gözü ise hangi ekmeği seçeyim derdinde. Çoğu zaman ekmeği de beğenmeyiz. Hele bir de tüm ekmekler elimizin ulaşacağı şekilde gözümüzün önünde ise tümünü bir elden geçiririz hangisini alayım diye. Bereket aldığım fırın elimizin ulaşamayacağı şekilde satışa sunmaktadır ekmeği. İçerideki görevli vasıtasıyla alabiliyoruz ekmeğimizi. Bazıları gözüne kestirdiği ekmeği vermesi için elemanla neredeyse: "Hayır o değil, şu, yok, yanındaki" şeklinde oynuyor durmadan. Aklı sıra ekmek seçiyor. Nihayet istediği ekmeği alıp giderken içinde bir ukde olarak kalıyor ekmeklerin tümüne dokunamadım diye. Bütün bu konuşmaları, dilinden başka vücudunun tümü çalışan fırıncı da sessiz bir şekilde çalışmasına devam ederek geçiştiriyor. Aslında ekmek beğenmeyen bizleri yarım saatliğine fırının önüne koyup buyur beğendiğin ekmeği kendir pişir demek lazım. Ekmek bu. Bazen fazla kızarız, bazen biraz yanmış olur, bazen iyice pişmemiş olur, bazen yamuk olur. Ama ekmek bu. Gözünün önünde pişen bir ekmek. Bu ekmeğin ekmek olmadan önceki aşamalarını saymıyorum bile.
Emeğe ve ekmeğe saygı göstermek lazım. Ekmek seçerken de gözümüze kestirdiğimizi almak lazım. Hepsini elden geçirme, altını üstüne getirme gibi bir görevimizin olmadığını bilmemiz; bilmiyorsak da birilerinin bize öğretmesi gerek bu işi. Hele ekmek bayat diye yemeyip dışarı bırakanları da mutlaka pişirmek için ustanın yanına koymak gerek tez elden. Beğenmediği nimetin nice zorluklarla çıktığını görmesi için. 01/12/2016
Kılı Kırk Yaran Mıymıntılar
Herhangi bir makama bileğinin hakkı ile hak ederek gelenler bulundukları makamın hakkını verir, oturduğu koltuğa yakışır. İnsanlara tepeden bakmaz, mütevazıdır. Personelini incitmez, bilakis motive eder, bulunduğu yerde farkındalık oluşturur, pozitif enerji dağıtarak kurumunda sosyal barışı sağlar, personelinin derdi ile dertlenir, babacan tavrı ile meselelere çözüm bulmaya çalışır, iletişim dilini iyi kullanır, nazik ve kibarlığı elden bırakmaz, kurum kültürünün oluşmasına katkıda bulunur, kompleks sahibi değildir, kimseye minnet borcu ve eyvallahı yoktur. Ne ezer ne de ezdirir. Kişilik ve şahsiyetinden ödün vermez. İşini yapabileceğinin en iyisi olarak yapmaya çalışır.
Bulunduğu makama birilerinin elini-eteğini öperek gelen ise makamda iğreti durur, koltuğu dolduramaz. Dağları ben yarattım der gibi mağrurdur. Tepeden bakar çalışanlarına. Tek hedefi vardır, kendisini oraya getirenlerin gözüne girmek. Çünkü yapıştığı makamda tutunabilmesi efendisinin iki dudağının arasındadır. Bu yüzden bir dediğini iki etmez. Onun ricası emirdir onun için. O makamda kalabilmek ve layık olduğunu gösterebilmek için yapamayacağı yoktur. Takla at dese, onu da yapar. Gücünü makamından alır. Personelini çalışan bir birey olarak değil, emir eri olarak görür. Hatasında ipini çeker, yoksa hatası; kılı kırk yarar, bir hata bulmaya çalışır. Titiz olduğu imajı vermeye çalışır. Aslında titizliği mıymıntılığından ibarettir. Kusur örtmede gece gibi değil, açığa çıkarmak için gündüz gibidir. Suç bulmaktır tüm derdi. Bir hata bulsa mal bulmuş mağribi gibi sevinir. Bu işi yaparken "... Kim, Müslümanın ayıbını örterse, Allah teâlâ da onun dünya ve ahirette ayıbını örter..." (Müslim) hadisini görmez bile. Pekiyi hatası, kusuru, ihmali yoksa personelin? İşte o zaman kılı kırk yararcasına deşeler, yedi ceddini araştırır, acaba, nereden, nasıl bağlantı çıkarabilirim diye. Suç isnat edebilirse dört köşe olacak, hemen ipini çekecek, layık olmadığı halde kendisini oraya getirenlerin gözüne bir daha girecek, yerini sağlamlaştıracak, hatta daha da yükselecek. Geleceğini garantiye alacak. Çünkü şimdi suç isnat etmek modadır ya. Bulursa, ya da çamur atabilirse keyfine diyecek yoktur. Zira İrem Cennetine kavuşacaktır. Suç yamayabilirse işini ve görevini yapmanın huzuru içerisinde ardından kalkar bir de namazını kılar, tıpkı Hz Hüseyin'in kellesini Yezid'e getirdikten sonra iki rekat şükür namazı kılan komutan gibi. (Abdullah bin Habbab, hamile cariyesi ile birlikte onlarla karşılaşır; onu şehit etmekle kalmazlar, cariyesinin karnını deşerek onu ve karnındaki çocuğunu da şehid ederler. Bir süre sonra bu topluluk bir Hristiyan’a ait bir hurma bahçesine denk gelir, onlardan biri oradan bir hurma alır, ağzına koyar, arkadaşı “Allah’tan kork, o bir zimminin hurmasıdır” deyince hurmayı ağzından atar, hatta bir habere göre bir domuza denk gelir ve onu vurmak isterlerken onun yabani değil, bir Hristiyan’a ait olduğunu anlayınca onu öldürmekten vazgeçerler.)
Makamını kişiliğinden değil de koltuğundan alan bu kişiler kompleks sahibi kişilerdir. Adam yokluğundan getirilmişlerdir oraya. Hani koyunun olmadığı yerde keçiyi Abdurrahman Çelebi diye atarlarmış ya, işte öyle bir şey bunların gelmesi. Geldiğinin hissedilmesi kelle almasına bağlıdır, zira kelle avcılığı yapmak için getirilmiştir zaten buraya. Zaten bu durumda aranan adamdır bu gibileri. Çünkü yaptırılacak olanları kişilikli birine yaptıramazlar. Bu tipler, siyasetin, devletin kelle alma gibi bir niyeti olmasa da mücadele ediyorum imajı vermek için kendilerine pay çıkarırlar. Makamda kaldıkları müddetçe sesini çıkarır, indirilip kenara atılınca: "Ben bunu hak etmedim, halbuki ben şunu şunu yaptım" şeklinde başına geleni de kabullenmek istemezler.
Oturduğu makamda yapışık kalan bu tipleri anlatmaya çalıştım. Siz ne dersiniz bilmem ama ben bunlara Çingene Beyi derim. Samimidirler belki ama kafa yapıları tıpkı tarihte yaşamış, Müslümanların ve Hz Ali'nin başına bela olmuş Hariciler gibidir.
Bulunduğu makama hak ederek gelen, işinin ehli makam sahiplerinin gelmesi dileklerimle. 01/12/2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)