Ana içeriğe atla

Ekmeğini ekmek pişirerek kazananlar

Saat 15.00 suları akşam ekmeğini almak için fırına girdim. Ekmek alırken ekmek pişiren ustaya; kolay gelsin, ne zamandan beri çalışıyorsun dedim. "Sabah altı buçuktan beri" dedi. Allah yardımcın olsun diyerek çıktım fırından.

Akşam kaça kadar çalışıyorsun demek aklıma gelmedi. Daha kaça kadar çalışacak kim bilir? Dün gece evine saat kaçta gitti? Onu da bilmiyorum. Ekmek alırken çalıştığı alana bir göz attım. Daracık bir manevra alanı, karşısında sürekli yanmakta olan ateş ve hep ayakta. Sabahın altı buçuğundan üçe kadar sekiz buçuk saat geçmiş. Ateşin karşısında elinde kürek önce ateşe sürüyor hamuru, pişeni çıkarıyor, boşalan yere tekrar hamur sürüyor. Akşam iş bitinceye kadar ne kadar ter boşalır sırtından yine en iyisi kendisi bilir. hangi birimiz 11-12 ayakta çalışarak dayanabiliriz ki?

Gördüğüm kadarıyla işi zor, her adamın harcı değil yaptığını yapmak. Alın terleterek kazanmak dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Fırın kendisinin mi, yoksa çalışan mı bilmiyorum ama kazancı sonuna kadar helal böyle çalışanların. Hile yok, hurda yok. Alın terleterek kazanıyor elinin emeğini, çoluk-çocuğunun rızkını. Allah başımızdan eksik etmesin böylelerini. Fırında ekmekle beraber pişen bu insanlar olmazsa evinde ekmek yapmayı bilmeyen biz hazır yiyici, kolaya kaçanlar ne yapar, merak ediyorum. Umarım bu fırın ustaları emeğinin karşılığını fazlasıyla alıyorlardır diyeceğim. Ama çok da kazandıklarını sanmıyorum. Çünkü bizde bedenen çalışanlar tam hak ettiği gibi karşılığını alamıyor hiçbir zaman.

Adam orada çalışadursun. Ekmek almaya gelenlerin gözü ise hangi ekmeği seçeyim derdinde. Çoğu zaman ekmeği de beğenmeyiz. Hele bir de tüm ekmekler elimizin ulaşacağı şekilde gözümüzün önünde ise tümünü bir elden geçiririz hangisini alayım diye. Bereket aldığım fırın elimizin ulaşamayacağı şekilde satışa sunmaktadır ekmeği. İçerideki görevli vasıtasıyla alabiliyoruz ekmeğimizi. Bazıları gözüne kestirdiği ekmeği vermesi için elemanla neredeyse: "Hayır o değil, şu, yok, yanındaki" şeklinde oynuyor durmadan. Aklı sıra ekmek seçiyor. Nihayet istediği ekmeği alıp giderken içinde bir ukde olarak kalıyor ekmeklerin tümüne dokunamadım diye. Bütün bu konuşmaları, dilinden başka vücudunun tümü çalışan fırıncı da sessiz bir şekilde çalışmasına devam ederek geçiştiriyor. Aslında ekmek beğenmeyen bizleri yarım saatliğine fırının önüne koyup buyur beğendiğin ekmeği kendir pişir demek lazım. Ekmek bu. Bazen fazla kızarız, bazen biraz yanmış olur, bazen iyice pişmemiş olur, bazen yamuk olur. Ama ekmek bu. Gözünün önünde pişen bir ekmek. Bu ekmeğin ekmek olmadan önceki aşamalarını saymıyorum bile.

Emeğe ve ekmeğe saygı göstermek lazım. Ekmek seçerken de gözümüze kestirdiğimizi almak lazım. Hepsini elden geçirme, altını üstüne getirme gibi bir görevimizin olmadığını bilmemiz; bilmiyorsak da birilerinin bize öğretmesi gerek bu işi. Hele ekmek bayat diye yemeyip dışarı bırakanları da mutlaka pişirmek için ustanın yanına koymak gerek tez elden. Beğenmediği nimetin nice zorluklarla çıktığını görmesi için. 01/12/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde