Yeni tanıştığım veya uzun süre görüşmediğim biriyle karşılaşınca hoş-beşten sonra "Çalışın mı daha" sorusuyla karşılaşırım zaman zaman. Daha 25.yılımı çalışıyorum deyince bir hizmet yılıma bir de bana bakıyor. Şaşkınlığı zaten gözünden okunuyor. Çünkü ben 25.yılı çalışırken akranlarım 30.yılı çalışıyorlar.
Böylelerinin şaşkınlıklarına şaşırıyor değilim. Çünkü ben de bir kendime, bir de hizmet yılıma bakıyorum. Bir anormallik seziyorum. gelin bir hesap kitap yapalım da bu anormalliği tespit edelim.
Beni günü gününe yazdırdığını söyleyen babam eğer yılı yılına doğru yazdırmışsa o zaman ben 9 yaşına girdikten 3 ay sonra ilkokul birinci sınıfa başlamışım. Hatta benim elimden tutarak ilk okula götüren kişi bir yıl önce okula başlayıp sınıfta kalan bir kişi idi. Hüviyetine baktığım zaman bu kişi benden bir yaş küçük. 76 yılında okul bittikten sonra 3 yıl Kur'an Kursuna devam ettim.
Orta birinci sınıfa kayıt olup başladığımda ise 16 yaşını bitirip 17'den yine 3 ay gün almıştım. Yani milletin lise bitirdiği çağda ben yeni ortaokullu olmuştum. Orta bire başlayacağımın yazında bir kursta Kur'an eğitimi almak için kursun yatılı yurduna gittim. Bana: "Gel ağabey, ben aşağıya geçeyim, sen üste çık" diye üst ranzasını veren öğrenci ile üç ay sonra aynı sınıfta karşılaşınca "Abi! Sen bu sınıfta mısın, ben seni son sınıf sanıyordum" demesinden de anlaşılıyordu zaten.
Ortaokulu bitirip lise birinci sınıfa başladığım zaman bu arada askerlik görevim de gelmişti zaten. Yaşım tamam büyüktü ama bunu kimseye duyurmamalıydım... Çok geçmedi sınıfımıza müdür yardımcımız bir konuyu izah etmek için geldi. Konuşmasının arasında hafifçe duraksayarak bana baktı ve "Oğlum! Senin askerlik kağıdın geldi" demesiyle kendimin bir de askerlik şubesinin bildiği sır müdür yardımcısı sayesinde böylece sır olmaktan çıktı.
23 yaşında ise 4 yıllık lise eğitimim bittiğinde 23 yaşındaydım milletin üniversite bitirdiği yaş yani. Orta bire başladığım andan itibaren sürekli yanıma gelip bu okul bitmez, ben senin yerinde olsam okulu bırakırım diyen son sınıf köylümün telkinlerine inat liseyi bitirmiştim. 28 yaşına geldiğime ise 5 yıllık lisans eğitimimi tamamladım. Okumanın yaşı yok görüyorsunuz. Okulda ve sınıfta ne koşuda, ne başarıda birinci olamadım ama yaşta birinciliği kimseye kaptırmadım. Benden büyük olan bir kaç kişi de sınıfta kalınca kendimden 5 yaş küçükler benim akranlarım oldu. Hepsinin abisi oldum yani anlayacağınız. Kaç kişiye nasip olur böylesi. Gördüğünüz gibi okumanın yaşı yokmuş.
Orta, lise ve üniversite hayatım boyunca kaç kişiyle karşılaşsam nerede okuduğumu, kaçıncı sınıf olduğumu sordu. Ne ben okumaktan bıkıp usandım ne de onlar sormaktan usandı. Onlar sordu ben cevap verdim. Ardından "Ben kendimi bildim bileli okuyorsun, ne bitmez okulmuş bu..." teveccühlerine muhatap oldum meraklılarım tarafından.
30'undan gün almaya bir yılım kalmıştı ki, 29 yaşında iken üç çocuklu bir baba olarak göreve başladım. O zamandan bu zamana 25.yılımı çalışıyorum. Ne okuduğum okulu ve sınıfı soran eksildi ne de emekli olmadın mı, hala çalışıyon mu diye sorgucular eksik oldu. Hep cazibe merkezi oldum bu alanda bilesiniz.
Bu yılı tamamlayınca emekli olmayı hak etmiş olacağım. Ama ne zaman emekli olacağımı bilemiyorum. Allah sağlık ve huzur versin, insanlara faydalı olmayı nasip etsin.
İçinde yaşımı da barındıran okullu hayatımı yazdım ki umarım meraklılarım takip eder de bir daha "Ne zaman emekli olacaksın" diye sormazlar. Sayın meraklılarıma duyurulur: Ben emekliliği daha hak etmedim... 11/10/2016
11 Ekim 2016 Salı
Ama olmazkiciler
Bir toplumda mutlaka aykırı düşünceler olmalı, fikirler çatışmalı, beyin
jimnastiği yapılabilmelidir. Herkes ve her kesim de farklı fikirlere tahammül
edebilmeli, hatta saygı duyabilmelidir. Eleştiriye tahammülümüz olmasa da
haksızlığa karşı çıkabilmek, kendisi mağdur olmadığı halde mağdurun yanında yer
alabilmek, yapıcı eleştiri yapabilmek takdir edilecek bir davranıştır. Muhalif
olanlar da tekdüze değildir, çeşit çeşittir.
Gördüğü, duyduğu ve yapılan her şeyi eleştiren tipler vardır.
Bunlara ağzınla kuş tutsan da yaptığını asla beğendiremezsin. Kendini beğenmiş
tiplerdir. Zaten kendisini de beğenmese çatlar ölürdü mutlaka. Bilin ki
kendisini beğenmesi de tevazusundandır. Her şeye karşı çıkmayı misyon
edinmiştir böyleleri. Müzmin muhaliftir bunlar.
Hiçbir şeyi eleştirmeyen, yorum yapmayan, görüşünü söylemeyen ve
paylaşmayan, sadece dinlemekle yetinen, hiç renk ve tepki vermeyen tipler de
vardır. İçinde sakladığı görüşü saçı-sakalı bilse sırrım ifşa edildi diyerek
saçını-sakalını keser atar. Korkak tiplerdir bunlar. Başıma bir şey gelir
korkusu taşır daima. O yüzden etliye, sütlüye karışmaz. Sırrıyla öbür dünyaya
gider.
İstediği görev ve makama gelince sesini çıkarmayan, hak ve adalet yerini
buldu diye düşünen tipler de vardır. Makamda durduğu müddetçe hayatından
ve kendisini oraya getirenlerden memnundur doğrusu. Ne zaman ki bu tipler
bulunduğu yerden alaşağı edilir, işte o zaman basarlar yaygarayı. Bu tipler
daha önce mağdur olmuş insanların sesine kulak vermez ve tepki vermez iken
hemen “Ama bu haksızlık” demeye başlarlar. İstediği makama gelmeden önce
eleştiri yaparken muradına erdikten sonra sesini çıkarmayan ve eleştiriyi
bırakan tipler de bu kategoriden sayılabilir.
Ben dobra birisiyim: doğruya doğru, eğriye eğri derim diyen tipler vardır.
Önce dobralığı hoşuna gider. Bunlar yanlışı yapan kendinden veya göbek bağı ile
bağlı olan birinin yaptığı yanlışa sesini çıkarmazlar. Muhalif olduğu kesime
karşı arslan kesilirler. Bunlar da testi başarıyla geçemezler.
Dilin de kemiği olmayan tipler vardır. Bunlar yanlış gördüğünde hangi kesim
olduğuna, hangi makamda olduğuna bakmazlar. Başıma bir şey gelir mi diye
düşünmezler. Olması gereken eleştiriyi yaparlar. Böyleleri, muhalif kesimden
övgü alırken kendi kesiminden yergi almaya başlarlar.İpinin çekilmesi
mukadderdir artık. Çünkü yaranamaz ne İsa’ya, ne de Musa’ya. İlk fırsatta başka
bir gerekçe ile yerinden edilir. Makamından olur, fakat kişilik ve kimliğini
kaybetmemiş olur.
Asla muhalif olmayan, sesini çıkarmayan, sadece denileni yapan, göze girip
gözde olmaya çalışan tipler de vardır. Bunlar ise emir eridir. Asla kendisi
olamazlar. Sadece emir alır. Kendisini yaptıklarıyla göstermeye çalışır.
Üstleriyle ilişkilerini sıcak tutar. Amirinin her sözünü tasvip eder içine
sinmese de. Kızdığına kızar, düşman bellediğini düşman bilir. Böylelerini
amirleri de sever. Böylece körler ve sağırlar olarak birbirlerini ağırlar
dururlar. Bunun muhalifliği efendisinin görüşlerini savunmak, karşı çıkanlara
karşı gelmek şeklindedir.
Görüldüğü gibi muhalifin de epey çeşidi varmış. Daha da vardır bunu çeşidi.
Seç-beğen...Hangisi olmak istersen... 11/10/2016
10 Ekim 2016 Pazartesi
İlm-i siyaset *
Tanzimat(1839)
ve Islahat(1856) Fermanlarıyla birlikte yıkılmaktan
kurtulmak için dış devletlerin müdahalesine açık hale gelmişiz. Dış ülkeler hiç
ellerini çekmediler ülkemizin üzerinden. Topla tüfekle gelerek koca Osmanlı
Devletini parçaladılar. Kurtuluş mücadelesi verilerek 783.562 km2’lik
bir toprağı kurtarabildik ellerinden. Bir daha topla tüfekle gelmediler, fakat sinsi
mücadeleyi de elden bırakmadılar. Bu sefer içimizden yetiştirdikleri hainlerle
bizi hizaya getirmeye çalıştılar hep. Son yıllarda hem PKK, hem de FETÖ
üzerinden bize had bildirme yolunu seçtiler.
Kuruluşları
aynı yıllarda gerçekleşen bu iki terör örgütünden PKK, bizden canlar alarak
oyaladı durdu bizi yıllardır. 40 yıldır korunup gözetilerek büyütülen FETÖ ise
15 Temmuz’da gerçek yüzünü gösterdi. Bundan sonra da ya bu örgütlerle, ya da
başka besledikleri beslemeleriyle yine çıkacaklar karşımıza. Çünkü dış güçlerin
bizimle ilgili emelleri tükenmedikçe bu ülkede piyonlar boy göstermeye devam
edeceklerdir.
Hendek
kalkışmasıyla farklı bir hüviyete giren PKK ve okumuşların ihaneti
diyebileceğimiz FETÖ ile devlet, amansız bir mücadeleye girişmiştir. Her iki
eli kanlı örgütle mücadele konusunda halk hiç olmadığı kadar devlete destek
vermektedir. İnşallah bu ülkede bir daha hainler yetişmeyecek şekilde bu var olma
savaşında başarıya ulaşılır.
Devlet
bir taraftan bunlarla mücadelesini yaparken böylesi ihanet şebekelerinin bir
daha bu topraklarda neşvünema bulmaması için neler yapması gerektiğini mutlaka
masaya yatırmalıdır. Suçluyla mücadele konusunda masuma zarar vermeden tıpkı
arkeologların kazı çalışması gibi bir yöntem geliştirmelidir. Bizde ve ülkemizin
geleceğinde gözü olan devletlerle mücadele edebilmek için ülke içinde mutlaka
toplumsal barış sağlanmalıdır. Önce ülke içinde birlik ve beraberlik
sağlanmalı, yaralarımız hep birlikte sarılmalıdır. Kimse
ötekileştirilmemelidir. Yerli işbirlikçiler yetişmezse bu ülkede, dışarının topu
tüfeği bize vız gelir.
Türkiye
hiç olmadığı kadar içeride ve dışarıda bağımsızlık mücadelesi vermektedir. Yine
ülkemiz hiç olmadığı kadar yalnızlara oynamaktadır. İçeride toplumsal barışı
sağlarken dış devletlerle diplomasiyi elden bırakmamak lazımdır. Devletler arası
ilişkilerde mutlaka diplomatik bir dil kullanılmalıdır. Müzakere hiç ihmal edilmemelidir. Menfaate
dayalı devletler arası ilişkilerde bugün düşman olan devletle yarın dost, dost
olan devletle de düşman olabiliriz. Türkiye, içeride konuştuğu dili dışarıda
konuşmamalıdır. İnsanlar dobra insanı severiz der. Bu sevgi, kuyruğuna
basıncaya kadardır. Kullandığımız dil, haklı olduğumuz bir meselede bizi yalnız
bırakabilir. Çünkü nasıl ki insanlar güç karşısında sesini çıkaramıyorsa insanların
organizesi denen devletler de güçlü, süper ve sömürgeci devletlere karşı sesini
çıkaramamaktadır. Her doğru, her yerde, her zaman söylenmemelidir. Mücadeleyi
masada kazanmak için çabalamalıyız. Bunun için biraz ilmi siyaset bilmek
gerekir. Yazımızı bir hikayeyle bitirelim:
Eski
zamanlarda ülkeye nam salmış bir okulu birincilikle bitiren bir öğrenci okuldan
ayrılıp hocalık yapmak ister. Hocasının biraz daha kal, ilmi siyaset öğren
tavsiyesini kulak ardı eder. Memleketine giderken yolu bir köye düşer. Namaz
kılmak için bir camiye girer. Camide vaaz veren hocanın söyledikleri gerçekle
örtüşmeyen bilgilerdir. Başarılı öğrenci: Ey cemaat! Hocanızın söyledikleri hep
yalan ve dolandan ibaret, sakın ona inanmayın” diye seslenir. Cemaati
tarafından çok sevilen hoca: “Bu adam aramıza nifak sokmaya gelmiş, bunun katli
vaciptir” diyerek cemaati üzerine salar. Ölmekten gücün kurtulan öğrenci geriye
dönerek hocasının yanına gelir, bir müddet daha ilmi siyaset öğrendikten sonra
tekrar Cuma kıldığı camiye gelir. Aynı imam yine bol keseden konuşmaya devam
etmektedir. İlmin siyasetini de okuyan öğrenci, namaz çıkışı: “Vallahi sizin hoca gibi hoca zor bulunur,
ben diyorum ki sizin hocanın sakalından bir kıl koparan cennete gider” der
demez cemaat, sakalından kıl koparmak için hocanın üzerine çullanır. Ücretsiz
sakal tıraşı olan hoca canını zor kurtarır.”
Haklı olduğumuz bağımsızlık mücadelesinde
mesafe alabilmek ve mazlumların hamisi olmak için biraz ilmi siyaset öğrenmeye
ne dersiniz? 10/10/2016
* 12/10/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 12/10/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)