11 Ekim 2016 Salı

Ama olmazkiciler


Bir toplumda mutlaka aykırı düşünceler olmalı, fikirler çatışmalı, beyin jimnastiği yapılabilmelidir. Herkes ve her kesim de farklı fikirlere tahammül edebilmeli, hatta saygı duyabilmelidir. Eleştiriye tahammülümüz olmasa da haksızlığa karşı çıkabilmek, kendisi mağdur olmadığı halde mağdurun yanında yer alabilmek, yapıcı eleştiri yapabilmek takdir edilecek bir davranıştır. Muhalif olanlar da tekdüze değildir, çeşit çeşittir. 

Gördüğü, duyduğu ve yapılan her şeyi eleştiren  tipler vardır. Bunlara ağzınla kuş tutsan da yaptığını asla beğendiremezsin. Kendini beğenmiş tiplerdir. Zaten kendisini de beğenmese çatlar ölürdü mutlaka. Bilin ki kendisini beğenmesi de tevazusundandır. Her şeye karşı çıkmayı misyon edinmiştir böyleleri. Müzmin muhaliftir bunlar.

Hiçbir şeyi eleştirmeyen, yorum yapmayan, görüşünü söylemeyen ve paylaşmayan, sadece dinlemekle yetinen, hiç renk ve tepki vermeyen tipler de vardır. İçinde sakladığı görüşü saçı-sakalı bilse sırrım ifşa edildi diyerek saçını-sakalını keser atar. Korkak tiplerdir bunlar. Başıma bir şey gelir korkusu taşır daima. O yüzden etliye, sütlüye karışmaz. Sırrıyla öbür dünyaya gider.

İstediği görev ve makama gelince sesini çıkarmayan, hak ve adalet yerini buldu diye düşünen tipler  de vardır. Makamda durduğu müddetçe hayatından ve kendisini oraya getirenlerden memnundur doğrusu. Ne zaman ki bu tipler bulunduğu yerden alaşağı edilir, işte o zaman basarlar yaygarayı. Bu tipler daha önce mağdur olmuş insanların sesine kulak vermez ve tepki vermez iken hemen “Ama bu haksızlık” demeye başlarlar. İstediği makama gelmeden önce eleştiri yaparken muradına erdikten sonra sesini çıkarmayan ve eleştiriyi bırakan tipler de bu kategoriden sayılabilir.

Ben dobra birisiyim: doğruya doğru, eğriye eğri derim diyen tipler vardır. Önce dobralığı hoşuna gider. Bunlar yanlışı yapan kendinden veya göbek bağı ile bağlı olan birinin yaptığı yanlışa sesini çıkarmazlar. Muhalif olduğu kesime karşı arslan kesilirler. Bunlar da testi başarıyla geçemezler.

Dilin de kemiği olmayan tipler vardır. Bunlar yanlış gördüğünde hangi kesim olduğuna, hangi makamda olduğuna bakmazlar. Başıma bir şey gelir mi diye düşünmezler. Olması gereken eleştiriyi yaparlar. Böyleleri, muhalif kesimden övgü alırken kendi kesiminden yergi almaya başlarlar.İpinin çekilmesi mukadderdir artık. Çünkü yaranamaz ne İsa’ya, ne de Musa’ya. İlk fırsatta başka bir gerekçe ile yerinden edilir. Makamından olur, fakat kişilik ve kimliğini kaybetmemiş olur.

Asla muhalif olmayan, sesini çıkarmayan, sadece denileni yapan, göze girip gözde olmaya çalışan tipler de vardır. Bunlar ise emir eridir. Asla kendisi olamazlar. Sadece emir alır. Kendisini yaptıklarıyla göstermeye çalışır. Üstleriyle ilişkilerini sıcak tutar. Amirinin her sözünü tasvip eder içine sinmese de. Kızdığına kızar, düşman bellediğini düşman bilir. Böylelerini amirleri de sever. Böylece körler ve sağırlar olarak birbirlerini ağırlar dururlar. Bunun muhalifliği efendisinin görüşlerini savunmak, karşı çıkanlara karşı gelmek şeklindedir.

Görüldüğü gibi muhalifin de epey çeşidi varmış. Daha da vardır bunu çeşidi. Seç-beğen...Hangisi olmak istersen... 11/10/2016

10 Ekim 2016 Pazartesi

İlm-i siyaset *

Tanzimat(1839) ve Islahat(1856)  Fermanlarıyla birlikte yıkılmaktan kurtulmak için dış devletlerin müdahalesine açık hale gelmişiz. Dış ülkeler hiç ellerini çekmediler ülkemizin üzerinden. Topla tüfekle gelerek koca Osmanlı Devletini parçaladılar. Kurtuluş mücadelesi verilerek 783.562 km2’lik bir toprağı kurtarabildik ellerinden. Bir daha topla tüfekle gelmediler, fakat sinsi mücadeleyi de elden bırakmadılar. Bu sefer içimizden yetiştirdikleri hainlerle bizi hizaya getirmeye çalıştılar hep. Son yıllarda hem PKK, hem de FETÖ üzerinden bize had bildirme yolunu seçtiler.

Kuruluşları aynı yıllarda gerçekleşen bu iki terör örgütünden PKK, bizden canlar alarak oyaladı durdu bizi yıllardır. 40 yıldır korunup gözetilerek büyütülen FETÖ ise 15 Temmuz’da gerçek yüzünü gösterdi. Bundan sonra da ya bu örgütlerle, ya da başka besledikleri beslemeleriyle yine çıkacaklar karşımıza. Çünkü dış güçlerin bizimle ilgili emelleri tükenmedikçe bu ülkede piyonlar boy göstermeye devam edeceklerdir.

Hendek kalkışmasıyla farklı bir hüviyete giren PKK ve okumuşların ihaneti diyebileceğimiz FETÖ ile devlet, amansız bir mücadeleye girişmiştir. Her iki eli kanlı örgütle mücadele konusunda halk hiç olmadığı kadar devlete destek vermektedir. İnşallah bu ülkede bir daha hainler yetişmeyecek şekilde  bu var olma  savaşında başarıya ulaşılır.

Devlet bir taraftan bunlarla mücadelesini yaparken böylesi ihanet şebekelerinin bir daha bu topraklarda neşvünema bulmaması için neler yapması gerektiğini mutlaka masaya yatırmalıdır. Suçluyla mücadele konusunda masuma zarar vermeden tıpkı arkeologların kazı çalışması gibi bir yöntem geliştirmelidir. Bizde ve ülkemizin geleceğinde gözü olan devletlerle mücadele edebilmek için ülke içinde mutlaka toplumsal barış sağlanmalıdır. Önce ülke içinde birlik ve beraberlik sağlanmalı, yaralarımız hep birlikte sarılmalıdır. Kimse ötekileştirilmemelidir. Yerli işbirlikçiler yetişmezse bu ülkede, dışarının topu tüfeği bize vız gelir.

Türkiye hiç olmadığı kadar içeride ve dışarıda bağımsızlık mücadelesi vermektedir. Yine ülkemiz hiç olmadığı kadar yalnızlara oynamaktadır. İçeride toplumsal barışı sağlarken dış devletlerle diplomasiyi elden bırakmamak lazımdır. Devletler arası ilişkilerde mutlaka diplomatik bir dil kullanılmalıdır.  Müzakere hiç ihmal edilmemelidir. Menfaate dayalı devletler arası ilişkilerde bugün düşman olan devletle yarın dost, dost olan devletle de düşman olabiliriz. Türkiye, içeride konuştuğu dili dışarıda konuşmamalıdır. İnsanlar dobra insanı severiz der. Bu sevgi, kuyruğuna basıncaya kadardır. Kullandığımız dil, haklı olduğumuz bir meselede bizi yalnız bırakabilir. Çünkü nasıl ki insanlar güç karşısında sesini çıkaramıyorsa insanların organizesi denen devletler de güçlü, süper ve sömürgeci devletlere karşı sesini çıkaramamaktadır. Her doğru, her yerde, her zaman söylenmemelidir. Mücadeleyi masada kazanmak için çabalamalıyız. Bunun için biraz ilmi siyaset bilmek gerekir. Yazımızı bir hikayeyle bitirelim:

Eski zamanlarda ülkeye nam salmış bir okulu birincilikle bitiren bir öğrenci okuldan ayrılıp hocalık yapmak ister. Hocasının biraz daha kal, ilmi siyaset öğren tavsiyesini kulak ardı eder. Memleketine giderken yolu bir köye düşer. Namaz kılmak için bir camiye girer. Camide vaaz veren hocanın söyledikleri gerçekle örtüşmeyen bilgilerdir. Başarılı öğrenci: Ey cemaat! Hocanızın söyledikleri hep yalan ve dolandan ibaret, sakın ona inanmayın” diye seslenir. Cemaati tarafından çok sevilen hoca: “Bu adam aramıza nifak sokmaya gelmiş, bunun katli vaciptir” diyerek cemaati üzerine salar. Ölmekten gücün kurtulan öğrenci geriye dönerek hocasının yanına gelir, bir müddet daha ilmi siyaset öğrendikten sonra tekrar Cuma kıldığı camiye gelir. Aynı imam yine bol keseden konuşmaya devam etmektedir. İlmin siyasetini de okuyan öğrenci, namaz çıkışı: “Vallahi sizin hoca gibi hoca zor bulunur, ben diyorum ki sizin hocanın sakalından bir kıl koparan cennete gider” der demez cemaat, sakalından kıl koparmak için hocanın üzerine çullanır. Ücretsiz sakal tıraşı olan hoca canını zor kurtarır.”


Haklı olduğumuz bağımsızlık mücadelesinde mesafe alabilmek ve mazlumların hamisi olmak için biraz ilmi siyaset öğrenmeye ne dersiniz? 10/10/2016

* 12/10/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

8 Ekim 2016 Cumartesi

Geniş Tabanlı Eğitim Sistemi *

Değişmeyen tek şey değişimdir diyerek sürekli eğitim sistemimizle oynuyoruz. Gelen oynuyor, giden oynuyor. Çünkü kimse mevcuttan memnun değil. Her yeni gördüğümüze sarılıyoruz, mevcut iyi değil diye. Her yeniyi uygulamaya umutla başlarız. Aksayan yönleri görünce hemen yeni arayışlara yöneliyoruz. Sürekli arıyoruz, eğitimde en iyiyi bulmak için. Bir türlü sığınacağımız güvenli limanı bulamadık. Bıkıp usanmadık. Kaç nesli heba ettik kobay olarak kullanmaktan. Nedeyse her arayış bizi duvara toslatıyor.

Eğitimimiz bir çorba. İyi niyetle yapılan bir çorba. Ama nedense her çorba bize gıda olmaktan ziyade zehir saçıyor. Öyle zehir ki eğitim sistemimizdeki çarpıklıktan dolayı  ülke elden gidiyordu maazallah. Çünkü 15 Temmuz, okumuşların isyan ve ihanetiydi. Bedelini kanla ödedik.

Adını, sayısını unuttum uygulanan eğitim sisteminin. Bizden öncekiler iyi bir eğitim alamadan gittiler. Yarın biz de gidersek öbür dünyadakiler soracak eğitim sistemi düzeldi mi diye. Sizi bilmem ama bana ötede sorarlarsa eğitim sistemimizi en iyi anlatan aşağıdaki hikayeyi anlatacağım onlara:

"Bir gün ormandaki hayvanlar bir araya gelip okul açmaya karar verirler.
Bir tavşan, bir kuş, bir sincap, bir balık ve yılan balığı yönetim kurulunu oluşturdu.

Tavşan, müfredatta koşmanın bulunmasını istemektedir.

Kuş, uçmanın, balık yüzmenin dahil olmasını ve sincap, ağaca tırmanmanın mutlaka zorunlu dersler arasında olması gerektiğini söylemektedir. Bütün bunları bir araya getirip, bir müfredat programı yaptılar ve bütün hayvanların bu dersleri görmesini istediler.

Tavşan koşu dersinden A alıyor olmasına rağmen, ağaca tırmanmak onun için çok ciddi bir sorundu. Sürekli kafa üstü düşüyordu.

Bir süre sonra beyni hasar gördü ve eskisi gibi koşamadı.

Artık koşuda A almak yerine, C alıyordu. Ve tabii, ağaca tırmanmada ise her zaman zayıf alıyordu. Kuş, uçmada çok başarılıydı, ama sıra toprak kazmaya geldiği zaman, o kadar başarılı değildi.

Sürekli gagasını ve kanatlarını kırıyordu. Bir süre sonra toprak kazma notu hala F olmasına rağmen, uçma notu C´ ye düşmüştü. O'da ağaca tırmanmada çok zorlanıyordu.

Sonuçta sınıf birincisi olan hayvan her şeyi yarım yapabilen, geri zekalı yılan balığı oldu. Ancak eğitimciler çok mutluydu, çünkü herkes bütün dersleri görüyordu.

Ve buna “Geniş Tabanlı Eğitim Sistemi” dediler." (OSHO´nun “Sezgi” kitabından alıntıdır.)

Hayvanların üzerinden anlatılan bu hikayeyi dinleyince öbür dünyadakiler: "Tamam kardeş, daha başka bir şey anlatmana gerek yok. Türkiye'deki eğitim sisteminde hiçbir değişiklik yok. Bizde de aynıydı. Anlaşılan hala havanda su dövülüyor" derler sanırım.

Türkçe'si her şeyin öğrenilmesi için planlamanın yapıldığı, ama hiç bir şeyin öğretilmediği sistem bizdeki. İşin garibi mevcudu da unutuyoruz, tıpkı hikayede anlatılan kuş ve hayvanların yeteneklerini de kaybettikleri gibi. 08.10.2016

* 16/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.