Arabamın ufak tefek tamir işini halledip mahalleme doğru yola çıktım. Fatih Caddesindeki ışıklarda ışık bekleyen bir aracın arkasına durdum. Siren sesiyle birlikte ardımıza yanaşan ambulansa yol vermek için kornaya bastım, önümüz açılsın diye. Önümdeki araç hareket ederken bir taraftan kalkmaya çalıştım, dikiz aynasından da ambulansı göz attım. Benim hareket ettiğimi gören yan taraftaki ambulans ardıma yanaşmak için harekete geçti.
Yeni kalkmıştım ki önümden hareket eden aracın durmasıyla birlikte sol tampona hafifçe vurdum. Önümdeki araç hızlı bir şekilde yoluna devam etti, Ardından kalkan ben ve diğer araçlar çil yavrusu gibi dağıldı her bir tarafa. 150 metre ötedeki markete gitmek için aracımı park ederek alışveriş yaptım.
Ertesi günü 2015-2016 öğretim yılının sene sonu toplantısını yapıyorum. Toplantı esnasında iki defa telefonum çalmış, açmadım. Bir fırsat bulup beni arayan telefonu aradım. Telefondaki ses, elektronik bir ses idi. Dinlemeden kapattım. Az sonra telefonuma baktığım zaman yine 505'li bir numara. Tekrar aradım, yine banttan bir ses. Sanırım reklamcı olsa gerek diyerek dinlemeden kapatıp toplantıya devam ettim. Az sonra eşim aradı, cevap vermedim toplantıyı bölmemek için. Öğretmenler konuşurken kayıtlı olmayan bir numara daha aradı. Açtım telefonu. "Amca! Niye kaçtın dün" dedi. Ne kaçması, kimsiniz derken. "Dün benim arabama vurup kaçtın ya" dedi. Kaçan falan yok, sen de gittin, durmadın dedim. "Polis çağırdım, arabam berbat" dedi. Neyi var arabanın, markası ne dedim. "Toyota, arka tampon, kullanılmaz durumda, değişmesi lazım" dedi. O kalkış hızıyla tampon kullanılmaz durumda öyle mi dedim. "Evet değişecek" dedi. Tamam bakalım, gerekirse değiştirelim dedim. "Sen kaçınca ben polis çağırdım" dedi. İyi yapmamışsın mübarek, zaten plakamı almışsın, polise gidinceye kadar beni arasaydın ya dedim. "Oldu bir kere" dedi. Şikayetini geri al, bugün toplantım var, yarın sanayide buluşup tampon işini halledelim dedim, telefonu kapattım.
Telefonuna cevap vermediğim eşim "Eve iki polis geldi, seni karakola çağırıyor, bu ne iş" diye mesaj göndermiş. İletiyi okuyunca işin vahametini anladım. Gelince görüşürüz dedim. Toplantı bittikten sonra eve gelip aracıma bindim, karakola uğradım. Tampon mağdurunu da çağırdım, ifadenizi geri çekin diye. Buluştuk. İfademde olayı olduğu gibi anlattım, tutanaklar tutuldu. Polise sordum, eve niye geldiniz diye. "Sizi iki defa aradık, cevap vermeyince mecbur kaldık" dedi. Ne zaman aradınız dedim. "505'li numara ile aradık" dedi. Telefonumdaki cevapsız çağrı numarasını söyledim, bu mu sizin numaranız diye. "Evet" dedi. Ben sizi pazarlama ve reklamcı sandım dedim, çıktım. Ardından aracına vurduğum ifadesini yeniledi mağduriyetim yok diye. Kendisini dışarıda bekledim. Nerede vurduğum araba, bir göster bana dedim. Park yerinde aracını gösterdi. 98 model eski toyotalardan idi. Tampon sol tarafa yatık bir şekilde duruyordu. Bu tampona ben vurunca mı bu hale geldi dedim. "Evet" dedi. Geçmiş olsun dedim. Yarın sanayide buluşmak üzere ayrıldık.
Sabahında gördüğüm seminerden sonra öğle vakti sanayiye geldim. Aracına vurduğum, sanayide oto cam işiyle uğraşan gençleri de çağırdım kaportacımın yanına. Şu aracın tamponunu yenileyelim dedim. Usta: "Ben bunu tamir ederim" dedi. Mağdur: "İyi bir şey olacaksa olur" deyince, kaportacı: "Nasıl iyi bir şey istiyorsun, zaten tamponun burasından daha önce kaç defa işlem görmüş, sen ne iyi bir şeyden bahsediyorsun dedi. Bizimkiler sesini kesti, "Tamam, öyle olsun" dedi. Kaportacıya boya ve el emeği ücretini ödedim ayrıldım oradan.
120 liraya mal oldu bana vurup da kaçtığım aracın tamponunun tamiri. Araca vurduktan sonra zarar verdiğimi bilseydim dururdum. Aracına vurduklarım da az ileride sağda durmuşlar. Ben de sol tarafa dönüm sağa park etmiştim aracımı. Kaçak muamelesi görmek, evime polisin gelmesi, ardından gidip karakola ifade vermek zoruma gitti. Böylece ilk ifademle birlikte ifade vermenin de ne olduğunu böylece öğrenmiş oldum. Bir şey daha öğrendim: gençlerin göz açıklığı. Defalarca vurulup tamir gören tamponu bana yeniletmek istemeleriydi. Üstelik sanayicilermiş bir de. Ama yine de hatalıyım, adına kaçmak denilen o eylemi yapmamalıymışım. Gençlerin işleri de varmış, işlerinden de kalmışlar. İyi ki yapamadıkları işlerin parasını istemediler benden. Buna da şükür!
Ben, benim aracıma vurup kaçanların peşine düşmüş olsaydım arabamı yenilermişim, bahtıma yanayım. Hele en son aracıma vuranla ilgili tutulan tutanağı bile işleme koymamış, gidip kendim yaptırmıştım, eksper ile kim uğraşacak diye.
Bundan sonra gözüm açıldı. Arabama vuranın peşindeyim haberiniz olsun. Eski Ramazan'ı bulamayacaksınız, ona göre dikkatli olun... 06/10/2016
6 Ekim 2016 Perşembe
4 Ekim 2016 Salı
"Hiç sevmem öğretmenleri..."
3-4 yıl önce bir vesileyle tanımadığım bir eve misafir oldum. Oturduktan sonra ev sahibi bana "Ne iş yapıyorsun" dedi. Öğretmenim dedim. "Hiç sevmem öğretmenleri" dedi. Niye, ne yaptılar ki dedim. Soruma cevap vermeden "Bir de polisleri" dedi. Tekrar sordum: Siz ne iş yapıyorsunuz diye. "Ne iş yapıyorlar ki" dedi. Beyefendi siz ne iş yaparsınız soruma: "Pazarcıyım" dedi. Her meslekte işini iyi yapanlar olduğu gibi baştan savanlar da var açıklamama ikna olmadıysa da sessiz kaldı.
Her birimiz kendi işimizin zor, başkasının yaptığı işi kolay olarak görürüz. Aslında sorumluluğunu bilen ve sorumluluğun gereğini yerine getirenler için hayatta kolay iş ve meslek yoktur. Görevini tam yerine getirmeyen, işini aksatan herkes için kolaydır. En kolay iş yemek yemektir. Onu yemek için de bölmek, parçalamak ve çiğnemek gerekiyor.
Çoğumuzda bir hazımsızlık vardır. Her işin riski, ağırlığı, çalışma şartları ve sorumluluğu vardır. Her meslek hem kolay, hem zordur. Önemli olan prensip olarak her iş koluna saygı göstermektir, değer vermektir. Her meslek erbabına toptancı davranmamaktır.
Öğretmen ve polisi ne iş yapıyorlar ki diyerek küçümseyen, evine misafir olduğum ev sahibim de pazarcılık yapıyormuş. Pazarcılık kolay mı? Değil. Yaz-kış, soğuk-sıcak demeden her gün bir semt pazarına sebze ve meyvesini götürüp sergisini açacak, malını; soğuğa ve sıcağa karşı koruyacak, sergisinin üzerine malını güzelce istif edecek, sattığını satacak, satamadığını tekrar aracına yükleyip geç vakitte evinin yolunu tutacak.
Şimdi size sorarım pazarcıların itibarı, özellikle Konya'da nasıl? İçlerinde işini düzgün yapan, malını düzgün satan, kazancına haram karıştırmayan satıcıların yanında; sattığını seçtirmeyen, tezgahının önüne iri ve güzellerini koyan, düzgün tartmayan, poşetin içine çürük-çarık doldurup ağzını bağlayan, tezgahın arka tarafına bakmak istediğin zaman 'Hepsi aynı' diyen, akşam giderken tüm çöpünü işgal ettiği yere bırakıp giden pazarcı sayısı da az değildir. Hatta genel kanaat budur. Tezgahın önüne malın iyisini koyan tabiri pazar esnafı için kullanılır. Her ne kadar imajları düzgün değilse de hepsini aynı kefeye koymamak gerek.
Keşke öğretmeni ve polisi bir iş yapmadıkları için hiç sevmediğini söyleyen birinin iş ahlakı halk nezdinde iyi olsaydı bari. Bu iki meslek grubunu hiç yıpranmamış bir başka meslek grubu tenkit etmiş olsaydı.
Kim bilir belki bu esnaf işini doğru dürüst yapıyordur. 04.10.2016
Her birimiz kendi işimizin zor, başkasının yaptığı işi kolay olarak görürüz. Aslında sorumluluğunu bilen ve sorumluluğun gereğini yerine getirenler için hayatta kolay iş ve meslek yoktur. Görevini tam yerine getirmeyen, işini aksatan herkes için kolaydır. En kolay iş yemek yemektir. Onu yemek için de bölmek, parçalamak ve çiğnemek gerekiyor.
Çoğumuzda bir hazımsızlık vardır. Her işin riski, ağırlığı, çalışma şartları ve sorumluluğu vardır. Her meslek hem kolay, hem zordur. Önemli olan prensip olarak her iş koluna saygı göstermektir, değer vermektir. Her meslek erbabına toptancı davranmamaktır.
Öğretmen ve polisi ne iş yapıyorlar ki diyerek küçümseyen, evine misafir olduğum ev sahibim de pazarcılık yapıyormuş. Pazarcılık kolay mı? Değil. Yaz-kış, soğuk-sıcak demeden her gün bir semt pazarına sebze ve meyvesini götürüp sergisini açacak, malını; soğuğa ve sıcağa karşı koruyacak, sergisinin üzerine malını güzelce istif edecek, sattığını satacak, satamadığını tekrar aracına yükleyip geç vakitte evinin yolunu tutacak.
Şimdi size sorarım pazarcıların itibarı, özellikle Konya'da nasıl? İçlerinde işini düzgün yapan, malını düzgün satan, kazancına haram karıştırmayan satıcıların yanında; sattığını seçtirmeyen, tezgahının önüne iri ve güzellerini koyan, düzgün tartmayan, poşetin içine çürük-çarık doldurup ağzını bağlayan, tezgahın arka tarafına bakmak istediğin zaman 'Hepsi aynı' diyen, akşam giderken tüm çöpünü işgal ettiği yere bırakıp giden pazarcı sayısı da az değildir. Hatta genel kanaat budur. Tezgahın önüne malın iyisini koyan tabiri pazar esnafı için kullanılır. Her ne kadar imajları düzgün değilse de hepsini aynı kefeye koymamak gerek.
Keşke öğretmeni ve polisi bir iş yapmadıkları için hiç sevmediğini söyleyen birinin iş ahlakı halk nezdinde iyi olsaydı bari. Bu iki meslek grubunu hiç yıpranmamış bir başka meslek grubu tenkit etmiş olsaydı.
Kim bilir belki bu esnaf işini doğru dürüst yapıyordur. 04.10.2016
Güya eğitim ve öğretimde kitaplar ücretsiz **
Okullar açılalı iki hafta oldu. Üçüncü haftayı bitirdik. Eğitim
ve öğretim başladı başlayalı, araç ve insan trafiğinde gözle görülür bir
yoğunluk göze çarpıyor. Okul kıyafeti ve kitap kırtasiye satan firmaların
bulunduğu güzergahlarda aracınla geç geçebilirsen. Yaya gelenin bile içeri
giremediği günler yaşıyoruz. Kitapçıların içi tıklım tıklım, içeri girmek için
dışarıda sıra bekleyenler bile var.
Okul kıyafetini belki bir yerde bulup hallediyorsun işini.
Kırtasiye işlerini de herhangi bir mağazadan alıp kurtulabilirsin. Dur bakalım
hemen kurtuldum deme. Daha sırada öğretmenin dediği yardımcı kaynakları
alacaksın. Hepsini bir kitapçıda bulamazsın. Şehri dört döneceksin. Çünkü
öğretmenin istediği yardımcı kaynağı bulmak için nokta atış yapman gerekiyor.
Zira bazı öğretmenler sadece yardımcı kaynak aldırmıyor. "X yayın
evinin bastığı Y kimseye ait kitabı Z kitapçıdan alacaksınız. Şu kadar kitabı
oradan alabilirsiniz. Almaya mecbur değilsiniz, isteyen alabilir, ben dersleri
o aldığınız kitaptan işleyeceğim. Falan okuldan geldim derseniz size şu
fiyattan verilecek" diyor. Sen veli olarak şu kitap evi, bu kitap
evi dolaşıp duracaksın. Üstelik bazı kitaplar bittiği için geleceği gün tekrar
gidip alacaksın. Alacağın onca yardımcı kaynak ne kadar tutar, hesabını sonra
yaparsın. Çünkü acısı sonra belli olur... Şimdi sen kitapları halletmeye bak
ki, çocuğun da mutlu olsun, öğretmeni de. Çocuğun ve öğretmeni mutlu oldu mu
yayın evi zaten dört köşe olur mutluluktan. Kitabı satıldıkça yazarı da ihya
olacak bu arada. Bak aynı anda kaç kişiyi mutlu ediyorsun. Allah da seni
bahtiyar eylesin. Sen bol kazanmaya devam et ki doyuracağın insanlar olsun.
Devlet de kafasını kuma gömsün: Eğitim ve öğretim ücretsiz
desin, durmadan ders kitaplarını ihale ile firmalara vermeye çalışsın,
bastırdığı kitapların dağıtımını başka firmalara versin, okulun açıldığı ilk
gün sıraların üstünde olacak diye firmalar gece gündüz, mesai takip etmeden
okullara kitaplarını götürsün, saymadan rastgele verdiği kitapların ve
getirmediği kitapların listesini okul yetkilisine tam ve eksiksiz olarak teslim
aldım diye imza attırsın. Ardından da "Hocam eksik ve fazla olursa bizim
depomuz falan yerde, şu saat ile bu saat arası orada bulunuruz, fazlasını
arabanızla getirin, eksiğini yine arabanızla okula götürün, eksik kitaplar ne
zaman gelir, okullar ne zaman getirir bilinmez, siz ara ara uğrayın oraya"
der, çeker gider. Okulun girişinde rastgele bırakılmış kitapları paketleyip ilk
gün sıraların üzerinde hazır olması için bu işi hizmetli, öğretmen, idareci
yapsın. Bunca masraf, telaşe ve sıkıntının ardından herkes işimizi yüzümüzün
akıyla yaptık, yetiştirdik hele şükür desin. Bundan sonra sıra öğretmende
artık.
Öğretmen daha derse gelir gelmez, devletin nice emek ve
masrafla gönderdiği kitabın yüzüne bakmadan aldıracağı yardımcı kaynakları bir
bir sıralasın. Sen de ne olur ne olmaz, belki çocuğum dersten geri kalır, hatta
öğretmen yardımcı kaynağı almadığı için çocuğumun performansını düşük bile
verebilir diyerek soluğu kitapçılarda al. Ne kadar harcayacağın bir muammadır.
Çünkü ucu açıktır. Bazı öğretmenler dünyanın merkezine kendi derslerini alıyor.
Başka ders önemli değil. Alacaksın başka çaren yok adına tavsiye denilen bu
yardımcı kaynakları. Dua et bazı öğretmenler “Yardımcı kaynak aldırmak yasak”
diye sesini çıkarmıyor ve çocuğuna kitap aldırmıyor. Hepsi aldırsa vay haline.
Ücretsiz olan eğitim ve öğretim için servis, kıyafet,
defter, yardımcı kaynak vb harcamalar belini büker. Daha çocuğunun yemek-kantin
ve harçlığı da ardından gelecek. Allah senin yardımcın olsun sayın veli! İnşallah
aldığın onca yardımcı kaynak ve eğitimin diğer masrafları için yaptığın-yapacağın
masrafa değer.
Bizim durmadan hangi parti ne kadar oy alacak şeklinde
anket çalışması yapan saha araştırmacıları! Ne olur, bir hafta siyasi anket
yapmayın da yardımcı kaynak aldıran öğretmenle, yardımcı kaynak aldırmayan
öğretmenin sınıflarında bir farklılık oluyor mu? Bir de bunun araştırmasını
yapın. Bu, sizin işiniz değil biliyorum ama ne yaparsın ki Türkiye'de o kadar
üniversite var. Daha bu güne kadar yardımcı kaynakların eğitime katkısını
araştırmadılar. Oldu olacak bu işi de siz yapın.
Sayın öğretmenim! Derdin ne senin yardımcı kaynakla? Daha
okul açılmadan yardımcı kaynakla yatıp kalkıyorsun, devlet tavsiye
etmiyor, aldırmayın diyor. Demek ki devlet ihtiyaç olarak görmüyor bunu.
Devletin dert edinmediğini sen niye dert ediniyorsun? Sonra yayın evi, yazar
adı ve kitapçı adı vererek öğrenciyi yönlendirmek doğru mu? Yoksa kitapçı ile
gizli bir anlaşman mı var? Adam sana prim mi veriyor? Kendini düşürme bu kadar.
Devlet hangi malzeme ve materyali vermişse onunla yetin.
İsteyen öğrenci, isteyen veli takviyeye ihtiyaç
hissediyorsa kitapçının yolunu tutsun, hangisini isterse onu alsın. Biliyorum
işiniz zor. Kimi veli yardımcı kaynak alınsın diye size teklif eder, kimi de
alınmasın diye. Siz de iki arada bir derede kalıyorsunuz. Kiminiz aldırıyor,
kiminiz aldırmıyor. Aldırsanız da suç, aldırmasanız da... Bırakın kim ne
yaparsa yapsın. Sadece devletin verdiği kitapla yetinin...
Bu kadar yardımcı kaynağı çözecek öğrenciler bu yükün
altından nasıl kalkacak biraz da onları düşünelim... 04/10/2016
** 12/10/2016 tarihinde kahtasoz internet gazetesinde yayımlanmıştır.
** 12/10/2016 tarihinde kahtasoz internet gazetesinde yayımlanmıştır.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)