18 Eylül 2016 Pazar

Tabiat boşluk kabul eder mi?



2001-2002 yıllarında Adana’da çalışırken bir vesileyle yolum Yehova Şahitleriyle kesişti. Temsilcisini davet ettim. Eşiyle beraber geldi evime. Tanıştık. Sigorta işleriyle uğraşan kendisinin  ve eşinin adı Müslüman ismiydi. Her ikisi de Türkçe konuşuyorlardı. Temsilcinin aksanından yabancı olduğunu anladım. Ama eşi Türk idi. Geçmişini sordum eşine. “Namaz kılar oruç tutardım sonradan Yehova oldum” dedi. Bana kendi inançlarını anlatan bir-kaç risale hediye ettiler. Biraz oturduktan sonra Kitabı Mukaddes’ten bazı bölümler okuyabilir miyim” dedi temsilci. Elbette dedim. Daha önceden fosforlu kalemle çizilmiş İncil’in bazı bölümlerinden cümleler okudu bana. Okuma işi bittikten sonra Kitabı Mukaddes’ten -daha önce okuyup notunu aldığım- bazı bölümlerle ilgili sorular sordum. Kitabınız peygamberlere hakaretlerle dolu soruma “İsa dışında tüm peygamberler günahkar” cevabını verdi. Sonra vedalaşıp ayrıldık.
***
Bir kaç ay sonra okulumun müdür yardımcısı: “Biriyle tanıştıracağım” diye odasına çağırdı. Misafir, Güney Koreli biri idi. Adana’da misyonerlik çalışması için bulunuyormuş, adını da değiştirmiş Musa ismini almış. Kendisine daha önce hangi inançta olduğunu sordum. Konfüçyüs olduğunu söyledi. Sonradan araştırarak Hristiyan olduğunu belirtti. İslam’ı da araştırdın mı dedim. “Araştırdım” dedi. Neyini beğenmedin İslam’ın deyince, “Çok evlilik içime sinmedi” dedi. O devirde birden fazla evlilik bir realiteydi. Batıda da vardı. Eğer İsa peygamber de yaşasaydı o da birden fazla evlenebilirdi” cevabıma “Belki” dedi. Adana’da kaç tane kilise eviniz var dedim. 50 tane dedi. Ayrıldık.
***
Adana’da bir başka okulda ders tamamlamaya gittim. Ramazan ayı idi. Okulda az sayıda oruç tutan öğrencilerden biri geldi yanıma. “Hocam ben Hristiyan olmaya karar verdim” dedi. Çok mu beğendin Hristiyanlığı, derdin ne? Çünkü sen orucunu bile tutuyorsun, dini bilgin de ileri derecede dedim. “Yok hocam Hristiyanlığı beğendiğimden değil. Ben Güneydoğuluyum. Ailem orada. Ben burada ağabeyimin yanında kalıyorum. Geçen gün bana ‘Başının çaresine bak, sana bundan sonra bakamayacağım, kendine yer bul’ dedi. Şimdi ne yapacağım bilemiyorum. Niyetim yurt dışına gitmek. Bunun için de Hristiyan olacağım. Çünkü dışarıya başka türlü gitmem mümkün değil. Geçen gün bir arkadaşım kiliseye gidip hristiyan olunca ona pasaport çıkarttılar. Dinimi değiştirirsem bana da yardımcı olacaklar” dedi. Dilimin döndüğünce yaptığının yanlış olduğunu izah etmeye çalıştım. Daha lise çağındaki  genç ne yaptı sonraları bilmiyorum.
***
2000’li yıllarda başımdan geçen üç tane üzücü anekdot. Güzel ve mükemmel dinimizi anlatamıyoruz, belki de yaşayamıyoruz. Ülkem yabancıların cirit attığı bir yer. Batılılar iyi bir saha çalışması yaparak ülkemde faaliyetlerde bulunuyor. Anlattığım anekdotlarda yabancıların bizim Müslüman insanımızı kendi inançlarına döndürme çalışması var hep. İlk iki olayda muhatap olduğum kişiler özel olarak yetiştirilip ülkeme gönderilmiş kişiler. Konuşması, giyimi, davranışları çok insancıl. Konuşacağı alanları biliyorlar, kitaplarından okuyacağı yerleri biliyorlar. İşini bırakıp ayağına kadar da geliyorlar. Üçüncü olayda; kalacak yeri olmayan genci ne şekilde kendilerine çekeceklerini de biliyorlar. Düşündüm de kendi ülkemin insanı sahipsiz. Tabiat boşluk kabul etmiyor. Adamlar boşluğu buldu mu affetmiyorlar. Biz kendi insanımıza sahip çıkmaktan aciziz. Biz hep aynı kulvar ve menzile giden  insanımızı kendimize çekmeye çalışıyoruz, yeni insanları kazanacağımız yerde. Tıpkı GSM operatörlerinin yaptığı gibi.

Farklı kulvardaki insanlara yaşantımızla örnek olarak ulaşmamız lazım. Belki de adam adama markaj yaparak... Güzel bir üslupla, güzel bir iletişim ve ikna edici bir yöntem  kullanarak yeni insanları İslam’la buluşturmamız lazım hem de ayağımıza beklemeden biz onlara giderek... 18/09/2016

Çözülmedik meselemiz kalır mı bizim?

Türkiye’de yaşayan insanları genelleme yaparken  -her ne kadar- % 99’u Müslüman dense de  bu ülke; her kesimden, her düşünceden, her inançtan toplulukların bulunduğu bir mozaikler ülkesi. Çoğu insan da düşüncesini söyleyemeden yaşar bu ülkede. Çünkü kimi baskıdan, kimi ayıplanmaktan, ya da dışlanmaktan endişe eder. Düşüncelerin rahatça söyleneceği ortamlar olmayınca her kesim birbirine karşı körler ve sağırlara oynar. Herkes yekdiğerini yüzeysel tanır ve birbirine karşı ön yargılıdır. Her kesim kendi inanç ve düşüncesinin doğru, diğerlerinin yanlış olduğuna kendini inandırarak kendi düşüncesindekileri korumaya çalışır. Diğer kesimin kendi düşüncesine gelmesini, kendi gibi düşünmesini ve yaşamasını ister. 

Farklı yapı ve dokuların birbirlerine karşı iletişim, üslup ve güven  sorunu vardır. Genelde ya saldırganızdır, ya da savunmadayız. Ortası yok bu ülkede.  İletişim ve üslup sorunumuzu halletmeden, birbirimize güven vermeden  bu ülkede birbirimize  ve inançlarımıza karşı saygılı bir şekilde yaşayamayız. Barış iklimi de asla gelmez. Bazı zamanlarda ortaya çıkan barış görüntüsü de yalancı bahar gibidir. Her kesim bu üç sorunu çözmeden kimseyi ikna edemez. Her şeyden önce farklı düşünceye sahip insanlara karşı empati yapabilmeyi bilmeliyiz. Fikirlerimizi medenice tartışamıyoruz. En ufak bir durumda en sakinimizin hemen sesi yükselir. Hemen belden aşağıya vurmaya başlarız. Birbirimizi de dinlemeyiz. Yüksek sesle hakaretlerimizi bir bir sıralarız. Araya girilmezse eğer gerekirse kavga bile ederiz. Maalesef birbirimize tahammülümüz yok.

“Benim oğlan bina okur, döner döner bir daha okur” misali farklı kesimler birbirinin hep niyetini okur bu ülkede. “Yok, sen böyle diyorsun ama aslında sizin niyetiniz bu” şekilde. Çünkü her kesim diğerlerine karşı şeffat değil, maalesef genelinin bir gizli ajandası var. Bu ikinci ajandadan vazgeçmeden ya da açığa çıkarmadan asla karşı tarafa güven veremeyiz. Gizli ajandamız yoksa da bu gizli ajanda algısından kurtulmamız lazım. Karşı tarafa yemin billah  etsen de mümkün değil inandıramıyorsun. Çünkü “Öküzün altında buzağı arıyoruz” hepimiz anlaşılan. İletişim, üslup, güven ve gizli ajanda konusunda birbirimizin eline su dökemeyiz. Aslında tencere-kapak gibiyiz farkında olmasak da.

Yaşayacak başka ülkemiz yoksa bu sorunu nasıl çözeceğiz? Sorunu tespit edip her kesim kendi öz eleştirisini yaparsa çözüm de kendiliğinden gelir aslında. Eğer birbirimize karşı:
·         İletişim ve diyalog yolunu hep açık bırakırsak,
·         Şeffaf olup, gizli ajanda taşımazsak,
·         Güzel bir üslupla medenice tartışabilirsek,
·         Güvenirsek,
·         Şiddet, baskı ve yıldırma olmadan, aba altından sopa göstermeden saygılı olabilirsek,
·         İyi günümüzde, kötü günümüzde empati yapabilirsek,
·         Fikir, düşünce ve inancımızı birbirimizi rahatsız etmeden ayıplamadan, dışlamadan özgürce savunup yaşayabilir ve birbirimize hayat hakkı tanırsak,
·         Bu ülkeyi birbirimizden kurtarmaya çalışmaz, içinde bulunduğumuz yapıdan beslenmezsek,
·         İşimizi düzgün yapıp ülkenin kalkınması için çabalarsak,
·         Konuşma ve davranışlarımızda birbirimizin hassasiyetlerine riayet edersek...

Bu ülkenin çözülmedik meselesi kalmaz inanın... 18/09/2016

17 Eylül 2016 Cumartesi

Ölenin Ardından Nasıl Konuşalım?

İster inansın, ister inanmasın, ister iyi ve güzel yaşasın, ister kötü, ister inançlara saygılı olsun, ister düşmanı olsun. Doğum kadar ölüm de haktır. Sırası gelen her fani ölecektir. Çünkü sünnetullah'ın gereğidir bu. 

Ne zaman karşı mahalleden biri ölse, inancı ve yaşantısı gündeme gelir: “Geberdi gitti, şöyle kötüydü, böyle kötüydü,  falan tarihte şu konuda şöyle demişti, şimdi artık görsün gününü…” diyerek mevtanın arkasından neredeyse zil takıp oynayanlarımız var.  Ölenin ardından yakınları ve sevenleri üzülürken karşı kesim de zafer kazanmış komutan edasıyla sevince boğuluyor.

Ölenin ardından sevenlerinin üzüntü duyması insani bir olaydır. Fakat daha cenaze  defnedilmemiş, sevenlerinin acısı taze iken mevtanın düşüncesi ne olursa olsun; hakkında ileri geri konuşmak, hakaret etmek tasvip edilecek bir davranış değildir. Eğer bir kişi hakkında değerlendirmede bulunulacaksa olay soğumaya yüz tuttuğu zaman -hakaret etmeden- davranışları itibariyle eleştirmek söz konusu olabilir. Çünkü ölüm sözün bittiği yerdir. Sessizliğin hakim olması gerekir. Çünkü yorganın gittiği andır bu an. Kavga varsa sonraya ertelenir. Sonra ölen kişi sizi duyamaz, kendisini savunamaz, size zarar veremez. Hoş, siz de zarar veremezsiniz ona. Eğer yaşantısını beğenmediğimiz biri vefat etmişse inancı gereği dua anlamında ona rahmet dilenmez kanaatinde isek susmak en güzelidir. Hz Muhammed'in yolundan giden bizlere ne oluyor ki bir başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmaya çalışıyoruz? Hiç yakışmıyor bize. Hepimiz Ebu Cehil'in tavrını, amansız düşmanlığını, peygamberimize ve Müslümanlara neler çektirdiğini iyi biliyoruz. Bu İslam düşmanı öldüğü zaman Ebu Cehil'in ardından konuşmayı ve hakaret etmeyi Peygamberimizin yasakladığını bilmeyenimiz yok. Çünkü Ebu Cehil ne kadar kötü olursa olsun onun da sevenleri vardı ve Müslüman olan İkrime'nin babasıydı. idi. Ne kadar kötü olursa olsun babasıydı. Başkasının babası aleyhinde konuşmasını kaldıramayabilirdi.

Biz, karşı mahalleden ölen biri öldüğü zaman sevineceğimize üzülmemiz lazım. Biz onunla iletişim kuramadık, düşüncemizi anlatamadık, kendi inancımızın doğruluğunu gösteremedik, o arkadaşı kazanamadık diye dertlenmemiz lazım. Hani Celalettin Rumi, idam edilmiş birisini gördüğü zaman ayaklarına sarılıp ona: 'Kardeşim, bize hakkını helal et, biz görevimizi yapamadık, eğer biz sana daha önce ulaşabilseydik, belki idam edilmeyecektin' demişti ya. İşte biz de böyle üzülmeliyiz. Eğer kendi inanç ve düşüncemiz doğru ise -ki doğrudur- biz ona anlatamadık, görevimizi yapamadık, örnek olamadık, amma da beceriksiz imişiz diye üzülmemiz lazım. Madem görevimizi yapamadık, üzülüp dert edinmeyi de beceremiyoruz. Allah aşkına kendini savunamayacak olanın ardından konuşmanın bize ne faydası var. Bu hareket nasıl bir psikoloji? Gerçekten anlayamadım gitti. Ölen bizim inancımızdan değil ise -ki olmayabilir- yanına gidip kendimizi anlattık mı?

İnanmak da inanmamak da eğer bir tercih ise –ki tercihtir- bırakın adam inanmama hakkını kullansın. Biz böyle yaparak karşı mahallenin de kılıçları kuşanmasına zemin hazırlıyoruz. Yarın bizim kesimden de birileri vefat ettiği zaman benzer salvoları onlar da yapacak. Bunun, birlikte yaşadığımız bu ülkenin barış atmosferine hiç katkısı olmaz. Sadece aramıza nefret tohumlarını saçmış  oluruz. Ölen bizim için bir şey ifade etmiyorsa, yok kabul edelim olup bitsin. 17/09/2016