Ana içeriğe atla

Çözülmedik meselemiz kalır mı bizim?

Türkiye’de yaşayan insanları genelleme yaparken  -her ne kadar- % 99’u Müslüman dense de  bu ülke; her kesimden, her düşünceden, her inançtan toplulukların bulunduğu bir mozaikler ülkesi. Çoğu insan da düşüncesini söyleyemeden yaşar bu ülkede. Çünkü kimi baskıdan, kimi ayıplanmaktan, ya da dışlanmaktan endişe eder. Düşüncelerin rahatça söyleneceği ortamlar olmayınca her kesim birbirine karşı körler ve sağırlara oynar. Herkes yekdiğerini yüzeysel tanır ve birbirine karşı ön yargılıdır. Her kesim kendi inanç ve düşüncesinin doğru, diğerlerinin yanlış olduğuna kendini inandırarak kendi düşüncesindekileri korumaya çalışır. Diğer kesimin kendi düşüncesine gelmesini, kendi gibi düşünmesini ve yaşamasını ister. 

Farklı yapı ve dokuların birbirlerine karşı iletişim, üslup ve güven  sorunu vardır. Genelde ya saldırganızdır, ya da savunmadayız. Ortası yok bu ülkede.  İletişim ve üslup sorunumuzu halletmeden, birbirimize güven vermeden  bu ülkede birbirimize  ve inançlarımıza karşı saygılı bir şekilde yaşayamayız. Barış iklimi de asla gelmez. Bazı zamanlarda ortaya çıkan barış görüntüsü de yalancı bahar gibidir. Her kesim bu üç sorunu çözmeden kimseyi ikna edemez. Her şeyden önce farklı düşünceye sahip insanlara karşı empati yapabilmeyi bilmeliyiz. Fikirlerimizi medenice tartışamıyoruz. En ufak bir durumda en sakinimizin hemen sesi yükselir. Hemen belden aşağıya vurmaya başlarız. Birbirimizi de dinlemeyiz. Yüksek sesle hakaretlerimizi bir bir sıralarız. Araya girilmezse eğer gerekirse kavga bile ederiz. Maalesef birbirimize tahammülümüz yok.

“Benim oğlan bina okur, döner döner bir daha okur” misali farklı kesimler birbirinin hep niyetini okur bu ülkede. “Yok, sen böyle diyorsun ama aslında sizin niyetiniz bu” şekilde. Çünkü her kesim diğerlerine karşı şeffat değil, maalesef genelinin bir gizli ajandası var. Bu ikinci ajandadan vazgeçmeden ya da açığa çıkarmadan asla karşı tarafa güven veremeyiz. Gizli ajandamız yoksa da bu gizli ajanda algısından kurtulmamız lazım. Karşı tarafa yemin billah  etsen de mümkün değil inandıramıyorsun. Çünkü “Öküzün altında buzağı arıyoruz” hepimiz anlaşılan. İletişim, üslup, güven ve gizli ajanda konusunda birbirimizin eline su dökemeyiz. Aslında tencere-kapak gibiyiz farkında olmasak da.

Yaşayacak başka ülkemiz yoksa bu sorunu nasıl çözeceğiz? Sorunu tespit edip her kesim kendi öz eleştirisini yaparsa çözüm de kendiliğinden gelir aslında. Eğer birbirimize karşı:
·         İletişim ve diyalog yolunu hep açık bırakırsak,
·         Şeffaf olup, gizli ajanda taşımazsak,
·         Güzel bir üslupla medenice tartışabilirsek,
·         Güvenirsek,
·         Şiddet, baskı ve yıldırma olmadan, aba altından sopa göstermeden saygılı olabilirsek,
·         İyi günümüzde, kötü günümüzde empati yapabilirsek,
·         Fikir, düşünce ve inancımızı birbirimizi rahatsız etmeden ayıplamadan, dışlamadan özgürce savunup yaşayabilir ve birbirimize hayat hakkı tanırsak,
·         Bu ülkeyi birbirimizden kurtarmaya çalışmaz, içinde bulunduğumuz yapıdan beslenmezsek,
·         İşimizi düzgün yapıp ülkenin kalkınması için çabalarsak,
·         Konuşma ve davranışlarımızda birbirimizin hassasiyetlerine riayet edersek...

Bu ülkenin çözülmedik meselesi kalmaz inanın... 18/09/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde