Ana içeriğe atla

Ölenin Ardından Nasıl Konuşalım?

İster inansın, ister inanmasın, ister iyi ve güzel yaşasın, ister kötü, ister inançlara saygılı olsun, ister düşmanı olsun. Doğum kadar ölüm de haktır. Sırası gelen her fani ölecektir. Çünkü sünnetullah'ın gereğidir bu. 

Ne zaman karşı mahalleden biri ölse, inancı ve yaşantısı gündeme gelir: “Geberdi gitti, şöyle kötüydü, böyle kötüydü,  falan tarihte şu konuda şöyle demişti, şimdi artık görsün gününü…” diyerek mevtanın arkasından neredeyse zil takıp oynayanlarımız var.  Ölenin ardından yakınları ve sevenleri üzülürken karşı kesim de zafer kazanmış komutan edasıyla sevince boğuluyor.

Ölenin ardından sevenlerinin üzüntü duyması insani bir olaydır. Fakat daha cenaze  defnedilmemiş, sevenlerinin acısı taze iken mevtanın düşüncesi ne olursa olsun; hakkında ileri geri konuşmak, hakaret etmek tasvip edilecek bir davranış değildir. Eğer bir kişi hakkında değerlendirmede bulunulacaksa olay soğumaya yüz tuttuğu zaman -hakaret etmeden- davranışları itibariyle eleştirmek söz konusu olabilir. Çünkü ölüm sözün bittiği yerdir. Sessizliğin hakim olması gerekir. Çünkü yorganın gittiği andır bu an. Kavga varsa sonraya ertelenir. Sonra ölen kişi sizi duyamaz, kendisini savunamaz, size zarar veremez. Hoş, siz de zarar veremezsiniz ona. Eğer yaşantısını beğenmediğimiz biri vefat etmişse inancı gereği dua anlamında ona rahmet dilenmez kanaatinde isek susmak en güzelidir. Hz Muhammed'in yolundan giden bizlere ne oluyor ki bir başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmaya çalışıyoruz? Hiç yakışmıyor bize. Hepimiz Ebu Cehil'in tavrını, amansız düşmanlığını, peygamberimize ve Müslümanlara neler çektirdiğini iyi biliyoruz. Bu İslam düşmanı öldüğü zaman Ebu Cehil'in ardından konuşmayı ve hakaret etmeyi Peygamberimizin yasakladığını bilmeyenimiz yok. Çünkü Ebu Cehil ne kadar kötü olursa olsun onun da sevenleri vardı ve Müslüman olan İkrime'nin babasıydı. idi. Ne kadar kötü olursa olsun babasıydı. Başkasının babası aleyhinde konuşmasını kaldıramayabilirdi.

Biz, karşı mahalleden ölen biri öldüğü zaman sevineceğimize üzülmemiz lazım. Biz onunla iletişim kuramadık, düşüncemizi anlatamadık, kendi inancımızın doğruluğunu gösteremedik, o arkadaşı kazanamadık diye dertlenmemiz lazım. Hani Celalettin Rumi, idam edilmiş birisini gördüğü zaman ayaklarına sarılıp ona: 'Kardeşim, bize hakkını helal et, biz görevimizi yapamadık, eğer biz sana daha önce ulaşabilseydik, belki idam edilmeyecektin' demişti ya. İşte biz de böyle üzülmeliyiz. Eğer kendi inanç ve düşüncemiz doğru ise -ki doğrudur- biz ona anlatamadık, görevimizi yapamadık, örnek olamadık, amma da beceriksiz imişiz diye üzülmemiz lazım. Madem görevimizi yapamadık, üzülüp dert edinmeyi de beceremiyoruz. Allah aşkına kendini savunamayacak olanın ardından konuşmanın bize ne faydası var. Bu hareket nasıl bir psikoloji? Gerçekten anlayamadım gitti. Ölen bizim inancımızdan değil ise -ki olmayabilir- yanına gidip kendimizi anlattık mı?

İnanmak da inanmamak da eğer bir tercih ise –ki tercihtir- bırakın adam inanmama hakkını kullansın. Biz böyle yaparak karşı mahallenin de kılıçları kuşanmasına zemin hazırlıyoruz. Yarın bizim kesimden de birileri vefat ettiği zaman benzer salvoları onlar da yapacak. Bunun, birlikte yaşadığımız bu ülkenin barış atmosferine hiç katkısı olmaz. Sadece aramıza nefret tohumlarını saçmış  oluruz. Ölen bizim için bir şey ifade etmiyorsa, yok kabul edelim olup bitsin. 17/09/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde